E itiraf edeyim, ben de artık kolumu kıpırdatmaya üşenen o konfor alanı insanlarından biriyim ve dizi dünyasının içinde yaşıyorum.
Hatta bazı dizi günleri kimselere söz bile vermiyorum.
Şaka gibi “Asla” dediğim durumun içinde debeleniyorum. Oysa ki, ben sinema aşığı insanlardan biriyimdir. Öyle “İlla yanımda biri olsun sinemaya gideyim” diyenlerden de hiç olmadım.
Tek başına sinemaya gider hatta iki film üst üste günleri falan yapan biriyken kendimi dizi dünyasında buldum.
Hiç hoşnut değilim bu durumdan.
Çünkü sinema başlı başına güzel bir şeydir yahu. Hem de öyle böyle değil güzeldir, keyiflidir.
İşte ben önceki gün “Kalk Esin eski günlerdeki gibi” diyerek kendi kendimi sinemaya davet ettim. Aldım kocaman bir mısır aldım ve kuruldum sinema koltuğuna.
Çünkü bana “Yan Yana”; “Kalk Esin” dedi.
İyi ki, de kalkmışım. İyi ki de izlemişim.
Aslında filme giderken öyle büyük beklentilerim hiç yoktu. Konusu belli, tonu belli, nereye varacağı belli bir film. Malumunuz filmin orijinali “Intouchables-Can Dostum”dan uyarlandı.
Filme giderken amacım karşılaştırma, kıyas yapmak falan da değildi. Sadece Haluk Bilginer’i ve son zamanların şahane parlayan Feyyaz Yiğit’i izlemekti.
Filmden o kadar mutlu çıktım ki, bir süre sinema salonunun koridorunda dikilip kendime geldim.
Ve “Evet ya” dedim. Sinemayı çok özlemişim.
Film daha açılışında kulağına eğilip “Sakin ol, iyi ki geldin” diyor. Ve bu hissi film bitene kadar hiç bırakmıyor.
Haluk Bilginer…
Ah o nasıl bir duruş, nasıl bir ağırlık! Adam sahneye çıktığı anda perde resmen dikiliyor. Sanki film o ana kadar sessiz bir nefes alıyormuş ve Haluk görünce ilk cümlesini kuruyormuş gibi.
Öfkesi ayrı güzel, susuşu ayrı güzel.
Sadece gözünü hafifçe kısmış olsa bile bir anda karakterinin 40 yıllık hikâyesi dökülüyor izleyicinin önüne. Biz gerçekten bu ülkede onun gibi bir ustaya sahip olduğumuz için şanslıyız.
“Yan Yana”da da resmen döktürüyor.
Oynamıyor, yaşıyor. İzlerken “Biraz daha konuş, biraz daha kal ekranda” diye içimden geçirdim durdum. Ve kendisine ayrıca bir izleyici olarak teşekkürleri sunuyorum. Bizi kendinden mahrum bırakmıyor.
Bazı oyuncular çok erkenden çekiyor kendini.
Fakat Haluk Bilginer, “Ben Angelina Jolie ile falan oynuyorum. Ne işim var benim canıııım” falan demeden döktürüyor. Teşekkürler usta, iyi ki varsın ve bize şahane güzel oyunculuğunu izlettiriyorsun.
Gelelim Feyyaz Yiğit’e…
Açık konuşayım, bu kadar iyi bir performans beklemiyordum. Ama o kadar doğal, o kadar sahici, o kadar “fazla bir şey yapmadan çok şey anlatan” bir hali var ki. İzlerken hiç kasmıyor insan.
“Acaba bir yerde düşer mi?” diye bekliyorsun belki ama yok. Tertemiz bir oyunculuk.
Ve en güzeli de şu: Haluk Bilginer gibi bir devle aynı sahnede durup sahneyi çalmaya çalışmadan var olabilmek…
Bu herkesin harcı değil. Feyyaz bunu sessizce, sakin sakin yapıyor.
Film boyunca hikâyeyi neredeyse fark ettirmeden büyütüyor.
Hatice Aslan, Bilge Özal ve Şevval Sam da tam yerinde, tam tadında. Filmin gösterişli olmaması, bağırmaması, sakin sakin akması gerçekten çok iyiydi.
İşte o yüzden kalbe dokunuyor.
Son zamanlardaki o yorucu curcunanın içinde “Yan Yana” bana resmen temiz hava gibi geldi. Öyle iyi geldi ki, “Bunun hemen devamı gelsin” diye sesleniyorum. Muzaffer Yıldırım’a.
Sinemaya gitmek için bahane arayanlara da küçük bir not bırakayım:
Bu film bahane değil. Bu film bizzat sebebin kendisi. Gidin, izleyin ve keyif alın derim.