Ve masada bir anda koro başlıyor: Mutsuz, tatminsiz, yalnız, yılgın konuşmalar havada uçuşuyor.
Aşk memlekette elektrik gibi: Var deniyor ama çalışmıyor.
Sosyal medyada zaten her iki kişiden biri “Aşk profesörü” modunda konuşuyor da konuşuyor.
Geçtiğimiz gün de, kalabalık bir arkadaş grubuyla oturuyoruz. Erkeklerden biri kendini “gizli erkek aklı yorumcusu” ilan etmiş belli ki: “Kadın strateji kurmazsa kaybeder. Erkekler dobra kadından korkar. Duygularını açık etmek yok!” deyince olan oldu tabii.
Kızlardan, durur mu? “Sanki ortalıkta erkek var da…” deyince, bir başkası da topu gömdü: “Var tabii, hepsi prenses olmuş.”
Masadaki erkeklerden biri de: “Kadınlar o kadar erkekleşti ki, kaçırıyorsunuz adamları” deyince ortalık toz duman.
Malum, bu konularda herkes ilişki profesörü, fakat bir tek ilişkisi olan yok.
Kısacası, bu ülkede aşkı yaşayamıyoruz ama üzerine tez yazıyoruz. O derece durumlar.
Neyse şu stareteji meselesine değinecek olursak Allah aşkına, stratejiyle mi yürüyor ilişkiler? Yoksa biz başka bir gezegende miyiz? Yani flört etmek, sevgili olmak, ilişki yaşamak savaş değil ki beyler. Sonuçta iki kişi bir araya geliyor ve hayatı paylaşıyor.
Strateji neden olsun ki? Birinin savaş mı kazanması gerekiyor yani? Gerçekten anlamıyorum. İlişkide; siper al, geri çekil, üç gün yazma, iki gün görünmez ol, bir adım at ve bingo. Kazandın mı savaşı?
Yani barış anlaşması yapıyoruz sanki, ilişki değil. Komedinin daniskası.
Hem dürüst, çalışan, kendi ayakları üzerinde duran, duygusu net kadını bulmuş adam bir de strateji istiyor. Benim aklım almıyor gerçekten.
Böyle bir kadını kaybediyorsa bir erkek bu kadının değil, kendisinin hatasıdır. Kimse kusura bakmasın.
Çünkü erkek kadından değil, kendisinden kaçıyordur.
Ki zaten kaçsın.
Kadının peşine düşecek kalibrede olmadığı çok belli.
Konu kapanmıştır; kapı da arkadan otomatik kapanır zaten.
Üzgünüm ama dürüst kadından kaçan erkek profili;
1-Duygusal olarak simsiyahtır.
2-Netlik alerjisi vardır.
3-Cesaret yoksunluğunu tavan yapmıştır.
4-Ne istediğini bilmeyen yönsüzlüktedir.
Ve bu karışımın sonucu: Tehdit değil, bildiğin yorgunluk.
Sonuç? Kayıp falan değil. Kadının hayatından bir fazlalığın eksilmesi.
Ve tabii; Bu kafa yapısı toplumun ruh hâline de yansıyor.
Taksiye biniyorum, şoför yılın bitmesi için dua ediyor.
Markete giriyorum, insanlar “Bu sene beni sömürdü.” diyor.
Sokakta biri çevirip “Bu yıl garip, ne desek boş.” dese şaşırmam.
Çocuk tatminsiz, genç umutsuz, büyük bıkkın, anne-baba idarede.
Herkesin gözünde aynı cümle: “Bu sene, bir kötü, bir pis, bir garip”
Ama gel gör ki, şahsen kendi adıma bu yıl yaşadığım her şeyin beni yoğurduğunu, şekillendirdiğini hissediyorum.
Sanki hayat, “Level atlıyorsun kızım, sakin ol” diyor.
Pandemi sonrası sürekli “Bitsin bu sene” dediğimiz yıllardan farklı bu sene. Ve bize diyor ki; “sana öğretmem gereken şey var”
Ve bu anlamda da;
-Olmayanı bırak.
-Olanın tadını çıkar.
-Olacak olana güven.
Budur bence.
Çünkü bazısı gidişiyle evrene denge getirir, ruhuna detoks etkisi yapar. Evet zor, hem de çok zor ama olanı kabul etmek en doğrusu. Zorlamadan, kasmadan, küsmeden, kaçamadan.
Her gidişler bu illa sevgili olmak zorunda değil; yeni bir iş, yeni bir şehir, yeni bir hayat…
Hepsi için geçerli.
Ve tüm bunlar için mutsuzluk denizinde boğulacağımıza, kendi içimizde mutlu olmanın yollarını bulmak en güzeli.
Yeni bir seneye yaklaşırken de bu düşüncede olmak bence en önemlisi.
Çünkü yeni seneye bu mantıkta girmek daha yardımcı olur gibi geliyor bana.