Bir küçük kaçış meselesi: URLA!

İnsan arada bir kaçmak istiyor. Yeni yerler görmek, sakin saatler geçirmek artık özellikle şehrin koşturmasında kaybolanlar için bi nevi terapi. Ama yaşanan iş-ev-aile-varsa çocuk-sosyal hayat yoğunluğu içinde iki, üç gün kaçmak dahi bir bahane olmadan organize edilemiyor bazen.

Deniz Çakmakcı denizcakmakci@yandex.com

Bana da bir itici kuvvet lazımdı ve o çağrı Urla’dan geldi. Sevgili Armağan Portakal kuratörlüğünde düzenlenen adını 1250 yaşında anıt ağaç İDA’dan alan, “İda’nın Gölgesinde” sergisine davet edilen on iki şanslı kadından biri oldum. Bu sayede de şahane bir hafta sonu planı yapıldı elbette. Sergi demişken bahsetmeden geçmeyeyim; resim benim için hobiyken pandemi ile birlikte bana güç katan bir başka şeye dönüştü hayatımda. Kendi adıma çok gurur duyduğum gelişmelerden biri bu. Urla’daki Pintura Urla sanat galerisinde iki hafta boyunca süren sergide üç tablom yerini aldı. Harika kadınların bir araya geldiği tadına doyulmaz bir etkinlikti. Yaşasın sanat!

Seyahate gerçek anlamda çok iyi anlaştığın, yormayan, sorunsuz, uyumlu kişilerle çıkmıyorsan hiç çıkmamak benim için daha pozitif bir şey. Çok iyi anlaştığın birinin seyahatte bir canavara dönüştüğünü görebilir insan. Ve bu mini seyahatte aşırı şanslıydım. Aynı tarihlerde Urla’da imza günü olan dostum, yazar Banu Tozluyurt ile düştük yollara.

Gün gelip Ege’ye yerleşme hayalim hiç olmadı diyebilir misiniz? Gerçekleştirmek büyük cesaret gibi gelse de hayalini kurmak bedava ve de çok keyifli. Hele bir de bu hayali gerçekleştirmiş tanıdıklarınız varsa. Beyaz yakalı hayatı bırakıp gitmiş, orada kendi gibi insanlardan oluşan bir çevre edinen, küçük bir iş kuran, yogaya başlayan, kendi bahçesinden topladığı limonları tüketen, çocuğu köy okuluna giden, seramik yapan… Büyük şehrin karmaşasının tam tersine kendine vakit ayırabildiğin, dinleyebildiğin, dinlenebildiğin bir hayat.

İşte insan Urla’ya ayak bastığı anda hayattaki en vazgeçilmez arzusu burada, bu anlattığım hayatı yaşamakmış gibi hissediyor. Döndükten üç beş gün sonra tekrar koşturmacaya kapılıp gerilere atılsa da bu hisler, o kısa sürede yeni bir enerji, yeni bir can katıyor ruhuna. Yenilenme gibi…

Biz bu mini kaçışımızda bir başka Ege keşfettik. Çünkü daha çok yaz tatili için tercih edilen bölgelerde tam tersi zamanlarda yaşanan hayat asıl hayat oluyor galiba. Ve de asıl yaşanılası olan…

Her ne kadar Urla desem de bu mini seyahat Sığacık’ı da içine alıyor. Kalmak için Sığacık kale içinde çok sevdiğim, mis gibi Sardunya Otel’i tercik ettik. Otele yerleşir yerleşmez soluğu aldığımız yer ise Sığacık çarşıdaki Milos oldu. Milos’un mezeleri, birbirinden lezzetli yemekleri ile açlığı dindirmekten başka bir etki daha yapıyor: İçmeden sarhoşluk!

Sabahları hafif yağmurlu havada Sığacık çarşıda ve sahilde yürüyüş, Sardunya’nın nefis kahvaltısı ve sonrasında Teos Marina’da sabah kahvesi içerek güne başlamak çok iyi geldi. Zaten aşırı rahatlama ve keyiften dolayı bir süre sonra gözüm kiralık-satılık ilanlarını kesmeye başladı ki bu duyguyu çoğunuzun bildiğine eminim.

Sığacık sıklıkla gittiğim, çok sevdiğim ve uzun ara verdiğimde özlediğim bir yer. Aynı Bozcaada gibi. Daha önceleri sadece uğramışlığım olan Urla ile yakından tanışmamız ise bu seyahat sayesinde oldu.

URLA GEZİSİ ÇARŞIDAN BAŞLAMALI

İlk olarak bir Urla gezisinin olmazsa olmazı, meşhur “sanatçılar sokağı” merkezli çarşı yürüyüşü elbette yapıldı. Çeşitli duraklarda kahveler içildi, tanıdıklarla karşılaşıldı, yeni insanlarla tanışıldı, uzun sohbetler edildi. Tasarım mağazalar, galeriler gezildi.

Urla’yı iyi bilen herkesin mutlaka ilk ağzından çıkan yer olan Beğendik Abi’de yemek yenildi. Burayı bir esnaf lokantası gibi düşünebilirsiniz. Şık, geniş bir mutfağı olan, aşırı lezzetli bir durak. Urla merkez turunu tamamladıktan sonra ise keşif zamanı başladı. Ve anlatmadan önce şunu söylemeliyim ki, bir tek an sıkılmadan, ilgimi kaybetmeden ve her dakikadan aşırı keyif alarak geçti.

GASTRONOMİNİN YENİ MERKEZİ

Merkezden uzaklaştıkça gözüme çarpan şey Urla’nın son yıllarda gastronomi alanındaki popülerliğini borçlu olduğu mekanların tabelaları oldu. Yemek yemek için insanlar artık başka şehirlerden de Urla’ya geliyorlar. Ben geçtiğimiz sene İzmirli şef Osman Sezener’in restoranı OdUrla’ya gitmiş ve bayılmıştım. Bu sefer ise yemek için “Vino Locale”yi tercih ettik. Arabadan indiğiniz andan itibaren kendinizi filmlerdeki küçük dağ kulübelerinden birindeymiş gibi hissediyorsunuz. Benim gözümde “The Holiday” filmindeki Jude Law’un evi gelmişti. Ne çok severim o filmi :) İçeri girdiğinizde de az sayıda masa, sıcacık bir ortam, duvarlardaki çağdaş sanat eserleri sizi karşılıyor. Ki bunların arasında sevgili arkadaşım, sanatçı Ekin Anıl ve bayıldığım Nesren Jake eserlerini görmek şahaneydi. Menü, tarladan masaya konseptince her ay değişiyor. Çalışanlar her ürüne hakim. İnanılmaz detaylar veriyorlar. Şef Ozan Kumbasar sadece yerli üreticilerle çalışıyor ve kış aylarında dahi rezervasyon şart. Vino Locale her detayı ile inanılmaz bir hikaye yazıyor.

BAĞ YOLU ROTASI, ŞARAP TADIMI VE ARBORETUM ATLANMAMALI

Yemeğin dışında Urla elbette şarap üreticiliği ile de ön planda. Şu an bölgede birçok şarap üreticisi bulunuyor. Size Urla’daki şarapçılığın bulunduğu noktayı anlatmak için şu örneği verebilirim: Dünyanın en pahalı kırmızı şaraplarından (Şişesi 1500 dolar civarında) biri olan Petrus, şarap uzmanlarından 100 üzerinden 83 puan alırken, Urlice’nin şarabı 93 puan almış. Urla bağ yolunu kendinize rehber alıp, bu üreticileri gezeceğiniz bir tur düzenleyebilirsiniz. Bağlara gidip, mahzenlerini görüp, şarap tadım etkinliklerine katılabilir, istediğiniz gibi alışveriş de yapabilirsiniz. Bu turu profesyonel olarak yapanlara katılmak da bir seçenek.

Urla gezisinde önereceğim bir başka yer de son zamanlarda bir çok kez adını duyduğum Uzbaş Arboretum. Burası 2000 dönüm arazi üzerine kurulmuş dev bir botanik bahçesi. 52 türde 250 binin üzerinde palmiye ve tropikal bitki çeşidi var. Ayrıca endemik türler ve özel cins bitkilerin yetiştiriciliği yapılıyor. Daha önce bu boyutta bir bahçede bulunmamıştım. Çok etkileyici. Burada bitkilerin satışı da yapılıyor. Büyük otellerin bahçelerindeki dev palmiyeler, ağaçlar çoğunlukla buradan gidiyormuş ama evinize minik, tatlı bir kaktüs de satın alabilirsiniz.

Urla’da kendinizi bir başka dünyada gibi hissettiğiniz bir gerçek. Girdiğiniz mekanda öncelikle oraya ne için gittiğinizi unutuyor, sonra yavaş yavaş hatırlıyorsunuz. Bi nevi pozitif anlamda hipnoz etkisi diyebiliriz. Karşılaştığınız ortamlar o kadar büyüleyici ki galiba Urla’da öncelikle sizi tavlayan şey bu oluyor. Her nereye ne için gitmiş olursanız olun, doğa, ona katılmış sade şıklık, serin havada yüzünüze vuran sıcak bir rüzgar gibi. Sarıp sarmalıyor insanı.

Bu mevsimde, henüz kalabalık bastırmamışken, yoğunluktan, yorgunluktan veya son zamanlarda yaşadığımız dertten-kederden biraz uzaklaşmak isterseniz Urla enfes bir seçenek.

İnsan nereye giderse kafasının içindekileri de götürüyor elbette bazı şeylerden kaçmak imkansız. Ama en azından sizi bir süreliğine herşeyden uzaklaştıracak bir güç var Urla’da.

Deniz mevsimi hızla yaklaşıyorken, denizi aratmayacak nefis bir mini kaçış önerisidir bu, kulak verin derim :)

Kalın: Sardunya Otel
Yiyin: Sığacık Milos / Urla Vino Locale / Urla Beğendik Abi
Gezin: Urla Pintura Sanat Galerisi / Urla Sanatçılar Sokağı / Uzbaş Arboretum
İzleyin: Ata Demirer’in filmi “Olanlar Oldu” Sığacık’ta geçiyor. Hatta ailenin sahip olduğu restoran size bahsettiğim “Milos”. Yoğun bir İstanbul gününden sonra, mekanlarıyla beni oradaymış gibi hissettiren, mutlu eden bir film. 
Dinleyin: Bu yazıyı yazarken sürekli mırıldandığım şarkı ve hissettiğim şey şu: Kalbim Ege’de Kaldı (Sezen Aksu). Okurken siz de duyarsınız belki bir yerlerden…

Sevgiler,
Deniz Çakmakcı
@onbesdakika

Tüm yazılarını göster