Kilo mu aldın sen?

Affedilmeyecek bir günah ile yüzleşme anı

Feyza Bayraktar

Feyza Bayraktar


Kilo mu aldın sen?



Bugün yabancı bir komedi dizisinde; bir anne ve baba hiçbir kızla ilişki kuramayan ve evde kaldığını düşündükleri oğullarına bir kız ayarlıyorlar ve kız için de “ Daha yeni mide kelepçesi taktırdı, fazla kilolarını verip özgüveni yerine gelmeden onunla görüşüp çıkmaya başlamalısın”  diyorlardı.  Anne ve babanın oğulları için buldukları kız kilo verince vasıfsız olduğunu düşündükleri oğullarına bakmayacaktı oysa kilolu iken var olanı kabul etmekten başka çaresi yoktu. 


Özgüven bir insanın kendisi hakkında hissettiği ve kendisine verdiği değerdir.  İnsanın kendisine verdiği değer vücut kitle endeksinden bağımsızdır. Öte yandan kilolu insanın özgüveni olamayacağı hatta olmaması gerektiği inanışı günümüzde oldukça yaygın ne yazık ki… Her ne kadar birebir kimse bunu bilinçli bir şekilde düşünmese de yüksek sesle dile getirmese de kafalarımızın bir yerlerinde bu inanç dolanıp durmakta. Şöyle bir kendinizi gözünüzün önüne getirin; bir plajdasınız ve incecik birçok kadın bikini ile ortalarda salınıyor; sonra oldukça kilolu bir kadın bikinisi ile önünüzden geçiyor, siz şaşkınlıkla “Helal olsun bu vücuda rağmen bikini giyiyor, kendisine güveni ne kadar yüksek” diye içinizden geçirmez misiniz hiç?  Günümüzde, yaşadığımız çevrede kilolu olup istediğini giyip toplumun belirlediği standartların dışına çıkmak şaşılası bir durum değil midir? Özellikle de biz kadınlar için! Erkekler para, mevki ve iş ile kendilerini bir şekilde kilolu ya da atletik kabul ettirmeyi başarabilirken kadının kendisine toplumda bir yer edinebilmesi için ilk şart güzel olması gerektiğine dair bir inanış yok mudur? Zayıf olmak da güzelliğin olmazsa olmazıdır, hepimiz buna inanmıyor muyuz? Kilolu isen sadece yüzün güzel olabilir, bütün olarak güzel olmaya hakkın yoktur,  “yüzün çok güzel aslında kilo versen çok güzel olursun”  gibi iltifat mı hakaret mi olduğunu anlayamadığın yorumlara maruz kalırsın.  Zayıf değilsen güzel değilsindir, kendine güvenemezsin, kendine değer veremezsin, istediğini giyemezsin, işyerinde geri planda olman gerekir, bir yere gittiğinde kimse sana bakmaz, yakışıklı-zengin koca bulamazsın, aldatılırsın, oyuncu olmak istesen ancak sit-com da oynayabilirsin, ayrıca iradesizsindir, boğazını tutamıyorsundur kısaca sen kilolarınla hayatta sınıfta kalmaya mahkumsundur.


1970’lerde İngiltere’de manken “Twiggy” ile başlayan zayıflık akımı her geçen gün etkisini arttırarak tüm dünyayı sarıp sarmalamaya devam ediyor.  Fazla kiloları vermek sağlık için gereklidir gerçeği birçok kişi tarafından daha güzel olabilmek, istenilen birçok şeyi elde etmek için gereklidir yanılgısına dönüştü. E tabii hal böyle olunca, beden ve ruh sağlığı hiçe sayılarak ne pahasına olursa olsun zayıf olmak asıl amaç, hedef, hayat projesi haline geldi.  Birçok kişi sadece zayıf olmak uğruna tüm maddi olanaklarını kullanarak, kimi zaman sağlığını tehlikeye atarak çeşitli yollar deniyor. Her geçen gün yeni bir diyet gündeme geliyor, bilimsel olarak uzun vade sonuçları kanıtlanmadan hızlı kilo vermek uğruna yeni diyetler deniyor. Durmadan alınan verilen kilolarla sadece bedenini değil psikolojik durumunu da yıpratıyor kişi çünkü her geri alınan kilo bir başarısızlık ve umutsuzluk duygusu yaratıyor. Kilo vermek hayatın en büyük projesi haline geldiği için hayatı yaşamak durmadan erteleniyor.  Kilo verene kadar yapılmak istenilen her şey erteleniyor, çünkü kilo vermeden alışverişe gitmek, plaja inmek, eski arkadaşlarla buluşmak büyük bir günahmış gibi kaçınılması gerekenler listesine giriyor.  “Pazartesi diyete başlayacam, yürüyüş yapacam, kilo verecem, sonra yaparım” diye diye zaman akıp gidiyor. Kilo vermeden hiç bir şey den zevk alınamaz, alınmamalı inancı öyle bir yerleşmiş ki zihinlere hayat zayıf olmadan yaşanmaz gibi bir algı oluşmuş.  36-38 beden olmayan bir kişi neden alışverişe gittiğinde kendisini kötü hissetmek zorundadır, neden yaz sıcağında herkes bikini ile denizde serinlerken gölgede kalın olduğunu düşündüğü kollarını kapatmak için uzun kollu bir şey giymeye mecbur hisseder kendisini? Bunlar hep bize öğretilen ve bizim de sorgusuz sualsiz kabul edip uygulamaya çalıştığımız ve uygulamaya çalışırken de eziyet çektiğimiz gerçekler değil mi? Neden bu eziyet peki hiç düşündünüz mü? Zayıf olunca daha güzel, daha mutlu olunacağına dair olan yanılsıma yüzünden!  Peki daha mutlu olma çabası içinde tüm hayatı kalori saymak, yediklerinden suçluluk duymak, istediklerini durmadan ertelemek ve asıl önemli olan hayatı ve anı kaçırmak neden göz ardı ediliyor?  Örneğin, sabah 1 kg fazla mı çıktın tamam kendini suçlaman, kendine öfkelenmen, bir gece önce arkadaşlarında gittiğin yemeği kendine zehir etmen için yeterince sebebin var demek ki. Bugün yeşilliğe talimsin arkadaş, yoksa kendinden nefret etmelisin. Hadi diyelim sen önemsemedin aldığın o 1-2 kiloyu ve hala bir gece öncenin keyfini yaşıyorsun peki ya sabah evden çıktığında daha sana ” günaydın” demeden  “kilo mu aldın sen” şeklinde seni sorguya çeken, gözünde sanki hassas tartı ile doğan canım Türk insanımdan kaçabilecek misin?! Diyelim ki şanslı günündesin ve sorgudan bir şekilde kurtuldun, işyerinde öğle yemeği molasında 34-36 beden kadınlar göbeklerinin çıktığından şikayet edip salataya gömülmüşken vicdanın seni rahat bırakacak mı? Sonuç olarak yine kendini “iradesiz” olarak etiketleyecek yeterince “iyi” olmadığını düşüneceksin. Günün sonunda ise  “daha mutlu ve değerli hissetmek” için kilo vermen gerektiği inancı ile baş başa kalacaksın.


Genellikle romantik komedileri sevmem dolayısıyla günlük hayatımda gidip de sinemada ya da evde bir romantik komedi filmi seyretmem. Romantik komedileri seyrettiğim tek yer uzun uçak yolculuklarıdır o da uçakta aldığım uyku ilaçları ile yarı baygın şekilde seyrederken genellikle aklımda filme dair bir sahne, replik kalmaz. Yalnız bugüne kadar seyrettiğim romantik komediler arasında  Julia Roberts’ın “Ye,Dua Et,Sev” filminde unutamadığım bir sahne var. Julia Roberts İtalya’da bir arkadaşı ile pizza yerken arkadaşının yediği pizzadan dolayı kilo alma endişesini dile getirdiğinde  Julia Roberts “Yarın gider 1 beden büyük pantolon alırız, şu anın keyfini çıkar ” der, aslında sorun gayet önemsiz çözüm ise gayet kolaydır. Şimdi bir düşünün kim bilir kaç kere yediğiniz yemekten dolayı suçluluk duyduğunuz ya da o an çevrenizdeki herkes bir şeyler yerken diyette olduğunuz için yemekten kaçındığınızdan dolayı o anın, yerin tadını çıkartamadınız? Belki farkında olmadan bilinçli olarak yapmasanız da aslında beyninizin bir köşesi bununla meşguldü ve siz o sesi duymamak için çaba harcadınız. Her yerde gördüğümüz, duyduğumuz, karşılaştığımız bu değil mi; kilo vermen gerek, kalorili yiyecekler yersen kilo alırsın aman yeme! Tabii ki fazla kilo sağlığa zararlıdır ve benim de yaşasın obezite ye yiyebildiğin kadar, can boğazdan gelir gibi bir düşüncem yok. Tabii ki fazla yağın vücuttan atılması gerekir, sağlıklı beslenmek ömrü uzatır. Yalnız ya kilo verme baskısı ile girilen stresin yarattığı fizyolojik ve psikolojik etkiler, onlar neden hep göz ardı ediliyor? Neden kişinin kilo almasına sebep olan psikolojik faktörler yok sayılıp onlar hakkında konuşmak yerine kilo verememek büyük bir ayıp ve iradesizlik olarak görülüyor? Zayıflama takıntısı ile yenen her lokmanın sayılması, arkasından gelen büyük vicdan azabı, diyet baskısı, insanlar ne der endişesi,  özgüveninin sayıdaki tartı ile ters orantıda çalışmaya mahkum olması, yapmak istenilen her şeyin kilo verdikten sonraki bir döneme ertelenmesi, duygusal duruma bağlı aşırı yeme atakları ve kendini kapana kıstırılmış hissetmenin bedene ve ruha verdiği zarar hiç konuşulmuyor? İş artık sağlıklı olmak için beslenmeye ve kiloya dikkat etme durumunu aşmış durumda çünkü çevrenize baktığınızda göreceksiniz ki sadece kilolu insanlar değil normal kiloda olan insanlar bile artık hep daha zayıf olmak istiyor,  kısacası herkes diyette! Daha zayıf eşittir daha güzeldir, daha iyidir, daha başarılıdır, daha mutludur yanılsamasından acilen çıkmak gerekiyor çünkü seneler geçip de yapmak istenilen şeyleri kilo yüzünden ertelediğini ya da yaşanılan anı yenilen yiyeceğin kalorisini hesaplarken, kaygı duyarak kaçırdığını fark etmek asıl mutsuzluğu beraberinde getirecektir ve o kaçan anlar için başlanacak yeni bir Pazartesi olmayabilir.