Acaba ben onun yerinde olsam?

Biz erkekler kadınların yerinde olmayı hiç düşündük mü?

Kürşat Başar

Kürşat Başar


Acaba ben onun yerinde olsam?

İlişkilerde hep kadınların sıkıntılarını, bizim erkek milleti olarak kabalığımızı, umursamazlığımızı, duyarsızlığımızı yazar dururuz yıllardır.

Doğrusu erkekler açısından bu konuyu yazmak pek aklımıza gelmez.

Geçenlerde, birkaç yıllık evli bir arkadaşımız boşanmaya karar verdi.

Doğrusu dışarıdan pek de öyle mutsuz bir halleri olmadığı için herkes oldukça şaşırdı. Hatta araya girip olayı toparlamaya çalışanlar oldu.

Kızımız biraz kıskanç. Olabilir. Oğlumuz da biraz havai. O da olabilir. İkisiyle de konuştum. Ve baktım ki ikisi de kendisini sonuna kadar haklı görüyor.

Bu nedenle de pek çok kez oturup konuşmalarına ve yeniden denemeye başlamalarına rağmen bir şey değişmiyor. Çünkü zaten karşınızdakine bir biçimde hak vermediğiniz zaman tartışmak mümkün olmuyor. Ama benim dikkatimi daha çok erkeğin söyledikleri çekti. Çünkü son yıllarda pek çok erkekten bunları duymaya başladım.

O diyor ki, “Ben oldukça stresli bir iş yapıyorum, fazlasıyla çalışıyorum, evet yeni evli sayılırız o nedenle de eşimle güzel zaman geçirmek istiyorum. Zaman zaman tatillere gidiyoruz, hafta sonları bir yerlere kaçıyoruz, akşamları çıkıyoruz, dışarıda yemek yiyoruz. Sürekli beraberiz. Hatta iş gezilerime bile gelmek istiyor ve aslında uygun kaçmasa da bir şekilde ayarlayıp onu da götürmek zorunda kalıyorum.

Klasik bir erkek değilim, karımın bütün gün yemek pişirmesini beklemiyorum ama akşam eve geldiğim zaman en azından ‘Akşam nerede yiyoruz?’ sorusunu duymak istemiyorum çünkü kimi zaman iş yerimden eve gelmek trafikte iki saatimi alıyor ve yoruluyorum.

Bütün bunlara da bir şey söylemiyorum ama bir süre sonra hiç takdir edilmediğimi düşünmeye başladım. Çünkü bir de üstüne olur olmaz kavga çıkartıp bana söyleniyor.”

İşin ilginç yanı, bu konuşmanın hemen ardından bir seyahate gidiyordum. Uçakta yanıma orta yaşta bir adamla kadın oturdu. Anladığım kadarıyla iş arkadaşları ve bir iş toplantısına gidiyorlar.

Bir süre sonra adam kadına dert yanmaya başladı. İster istemez konuşmaya kulak misafiri oldum.

Adam Ankara’da geçici bir iş yapıyor. Eşi ve kızı başka bir kentte oturuyor. Hafta sonları onların yanına gidiyor.

Adamın söylediği şey şu, “Ben bu işi onları rahat ettirmek için kabul ettim. Kendi başıma küçük bir otel odasında yaşamak hoşuma gitmiyor. Onlara oldukça büyük, bahçeli bir ev tuttum.

Güzel bir hayatımız var. Hafta sonu oldu mu hemen atlayıp gidiyorum. Ama her seferinde surat çekiyorum. Nedenini sorduğumda, tam bir cevap da alamıyorum. Kendisini yalnız hissettiğini, onunla ilgilenmediğimi söylüyor.

Benim sıkıntılarımla hiç ilgilenmiyor. Kızımı en iyi okula yolluyorum. Bütün bunları yapabilmemiz için benim birkaç yıl bu işte çalışmam şart.

Bunu defalarca konuştuk ama kesinlikle bir şey değişmiyor. Zaten az görüşüyoruz diye gittiğim zaman kavga etmek istemiyorum, idare etmeye çalışıyorum. Ama sonunda canıma tak etti. Ben bütün bunları yaparken neden hiç takdir edilmiyorum demeye başladım.”

Adam özetle bunları anlatıyor ve boşanma aşamasına geldiğini söylüyordu.

Evet o da, belki benim arkadaşımla çok ilgisiz bir tip olmakla birlikte aynı şeyi söylüyordu: “Takdir edilmiyorum.”

Annelerimizin kuşağında kadınlar evi idare eder, çocuklarla ilgilenir, erkekler de işini yapar ve kadınlar bütün bu yaptıklarından takdir beklemedikleri gibi adamları da el üstünde tutmaya çalışırlardı.

Artık durum biraz değişti.

Bir başka arkadaşımla konuşurken, “Yahu sen ne diyorsun, benimki geçenlerde, son birkaç aydır yurt dışına tatile bile gitmedik diye bana çemkirdi” diye anlattı.

Kimseye, elindekiyle niye yetinmiyorsun demeyi sevmem, çünkü elbette herkesin neye sahip olursa olsun daha iyisini istemeye hakkı vardır.

Ama elindeki imkanlarla en güzelini yapmaya çalışırken, daha iyisini yapabilecekken, onu da bozup kaybetmeyi de anlamsız bulurum.

Genellikle tartışılan şeyler bana fazlasıyla basit ve anlamsız geldiğinden bu tür konuları başka daha önemli sorunların dışa vurumu gibi görürüm. Ya biz bu gerçek sorunları tartışamıyoruz ya da belki sorunun ne olduğunu kendimiz de adlandıramıyoruz.

Arkadaşımın karısıyla da konuştum. O da, aslında kocasını sevdiğini, onun iyi bir insan olduğunu, aralarının kötü olmadığını ama beklentilerini karşılamadığını söylüyor.

Ona göre son bir yıldır doğru dürüst elini bile tutmuyor, bir sarılıp öpmüyor, eve gelince yorgun televizyonu açıyor, eskisi gibi gezip eğlenmekten zevk almıyor, sürekli işinden söz ediyor.

Yazık ki hayatta şunu da çok gördüm. Bütün bu sızlanmaları kulak arkası edip dinler görünüp aslında umursamayan erkekler daha rahat ediyor.

Bunları ciddiye alıp çözmeye çalışan, tartışan, uğraşanlarsa daha çok çile çekiyor.

Yazarlığın, sanatla uğraşmanın bana öğrettiği bir şey var:

Kendini bir başkasının yerine koyabilmek. Onu yargılamadan, küçümsemeden, aşağılamadan önce anlamaya çalışmak. Ağzımızdan çıkan kötü bir sözün bazen hiç beklenmedik bir biçimde hayatımıza yerleşebileceğini, unutulmayan kırgınlıklar yaratabileceğini, iyi sözlerinse belki o an anlaşılmasa bile zaman içinde olumlu bir birikim yaptığını düşünmek.