Bize yediğini, içtiğini anlat

Evet itiraf etmeliyim ki bunda benim de payım var.!

Kürşat Başar

Kürşat Başar


Bize yediğini, içtiğini anlat

Televizyonda sofra başında sohbet programı yapıp ilk kez konuklarına yemek yediren şahsiyet olarak o günlerde epeyce eleştiri de almıştım.
Herkes, ‘Televizyonda yemek yenir mi, hem millet bakalım bu yemeği bulabiliyor mu?’ gibisinden yazılar yazmıştı.
Ama fazla geçmedi, ‘Yemekteyiz’ türünden programlar başladı.
Derken bütün kanallarda ‘gurme’ programları ve tabii yemek pişirme programlarına sıra geldi.
Son 5-6 yılda ülkemiz bir yemek fetişizmi yaşıyor.
Buna, refah düzeyinin yükselmesi mi demeli yoksa yapacak başka bir şey kalmadığından herkes kendini deli gibi yemeğe mi verdi demek lazım bilmiyorum.
Ama asıl garip olan şu ki, bir yandan hangi kanalı açsanız birileri soğan kavurup maydanoz doğruyor, öte yandan ‘fazla yemeyelim, sağlıklı beslenelim’ türü programlardan geçilmiyor.
Yesek mi yemesek mi ikilemi içindeyiz.
Bir kanalda kuzuyu güzelce ikiye kesip sosa buluyorlar, ötekinde kiraz sapıyla çay içip, üç taşım kaynamış ısırgan otunun faydalarını anlatıyorlar.

Yemek programları önce Vedat Milor, Mehmet Yaşin gibi isimlerle anılıyordu. Şimdi epeyce çeşitlendi.
Yöre yöre gezenler var örneğin. Anadolu’da vatandaş hem televizyona çıkmanın heyecanı hem de konukseverlik gereği hazırlanıyor, sunucunun emirleri doğrultusunda programı götürmeye çalışıyor.
‘Eee, Hamdi usta anlat bakalım bu köfteyi nasıl yapıyorsun, ne koyuyorsun içine?’ diye soran genç kadın sunucuya bakan Hamdi usta, ‘Valla kıyma, sovan, köfte baharı, işte yoğuruyoz...’ şeklinde cevap vermeye çalışıyor.
Bu arada yemek uzmanı, şef veya gurme olarak adlandırılan sunucuların, ‘Bunun içinde kuzu iyi olmuş, beğendim, bu sizin buraların kuzusu mu?’ cümlesine Bolulu ustadan, ‘Kuzu değil dana o’ şeklinde cevaplar da gelebiliyor ama olsun, idare ediliyor...
Bazılarında çevre gezilip sohbetler yapılırken bazılarında saz takımı filan da gelip sunucu yemeklerin tadına bakarken sıra gecesi düzenleniyor.
Kimi Çorum’un köylerinde kimi Kaçkar dağlarında mutfak kültürümüzü araştırıp ne bulursa afiyetle yiyip, ‘mmmmm’ sesleri çıkartırken kimi yurt sınırlarını aşıp Avrupa mutfağının nadir yemeklerini bize anlatıyor. Bir yandan kuşkonmazlı beyaz trüflü linguini, kaz ciğeri doldurulmuş tavşan kızartması tarifi alırken öte yandan analı kızlı çorbasıyla, mumbar dolmasının yapımına tanık oluyoruz.
Sokakta dolaşan ekip, seyyar tezgahtan bir şeyler atıştırırken, ‘Malezya’nın yerlileri geleneksel dürümden vazgeçemiyor’ türünden cümleler kuruyor.

Eskiden bir yere gidildiğinde, ‘yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat’ denilirdi. Şimdi tam tersi ‘gördüklerini filan boşver, yediğini içtiğini anlat’ durumuna geldik.
Program sunucuları mümkün mertebe yemeklerin tadına bakmaya hevesli. Tadına bakmak dediysem maşallah sofrayı silip süpürüyorlar. Henüz beğenmedikleri bir şey görmedim. Pekmez sürülmüş gözleme de olsa, ayvalı yahni de olsa güzelce yiyip içiyorlar. Hatta karşılarındaki lokanta sahibi fırsatını bulmuş spesiyal pidelerini filan anlatmaya çalışırken, sunucunun yemekten kendini alamayıp konuşmayı sürdüremediği de oluyor.
Kimi sunucular olayı kendilerine göre süslüyor. Tabii nihayetinde soğan kavrulup içine sebze atılan bir yemek yapılıyor. Atla deve değil. Biraz süslemek lazım. Kuzu buduna, ‘bu arkadaş’ diyenler filan da var.
Bunlar da yetmiyor, ülkemiz mutfağını merak eden yabancılara da program yaptırıyorlar. Bunlar da yarım Türkçeyle artık anlaşabildikleri kadarıyla köylülere birtakım yemekler pişirtip sonra bizim yemekleri bize anlatıyor. “Sen kavurmak et, sonra biber koymak... Anladım...” şeklinde...
Anneme kalırsa, yeni kuşak evinde yemek yapmayı beceremediği için bu programlar bu kadar ilgi çekiyor. Gerçekten ilgi çekiyor mu, bunları izleyip hevesle mutfağa koşan ve tarifleri yapmaya çalışan kadınlar çok mu bilemiyorum. Ama en azından izlemesi keyifli.
Bunların yanı sıra bir de yemek yarışmaları var. Ünlü aşçıların jüri olduğu ve aday şeflerin yarıştığı... Buralarda da epeyce kavga çıkıyor veya zorla çıkartılıyor. Genç şef adaylarının gözleri doluyor. Hayalleri yıkılıyor. Kuşkonmazı biraz diri pişirdi diye fırçayı yiyiveriyorlar.

Anthony Bourdain’in deyimiyle bu ‘yemek pornosu’ giderek abartılı bir hal alıyor.
Öyle ki dünyaca ünlü şefler artık birer artist haline geldi. Eskiden bütün hayatını mutfakta geçiren, devamlı müşterilerin bile tanımadığı aşçılar şimdi dünyanın ünlü insanları arasında...
Zaten yemek yapışlarını ve anlatışlarını görünce insan ister istemez, ‘yahu bu kadar büyük sanat eserini hapur hupur yemek ayıp olmuyor mu acaba yiyeceğimize eve götürüp duvara mı assak?’ diye düşünüyor.
Zavallı anneannem, yengem filan harcanmış. O şahane yemekleri bize yedirmek için bir de uğraşırlardı...
Bilmem görüyor musunuz, ortalık yemek kitabından geçilmiyor. Son kitap fuarında yalnızca yemek kitapları satan iki büyük yayınevinin standı vardı. Peru mutfağından Osmanlı saray yemeklerine, Modena’nın makarna sanatından Avusturyalıların pasta tekniklerine kadar aklınıza gelecek en alakasız konularda bile yemek kitapları yazılıyor.
Gazetelerin özellikle hafta sonu ekleri aşçılık okuluna dönmüş durumda. Yeni açılan yerler, yeni şefler, yemek tarifleri, dünyanın dört bir yanını gezen gazetecilerin yemek anıları...
Geçmişte yalnızca belli bir kesimin fazlasıyla snop zevki olarak adlandırılan ‘fine dining’ artık sokak köşelerindeki cafe brasserie’lere inmiş durumda.
Yalnız bizde değil tabii bütün dünyada büyük sermaye bu işe el attı. Eskiden bir kentte küçücük bir lokantada, el emeği göz nuru yemekleriyle tanınan markalar bugün dünyanın dört bir yanında şubeler açıyor...

Hayatımın hiçbir döneminde bugünlerdeki kadar yemek konuşulduğunu duymadım desem yeridir.
Kimi görsem yeni açılan bir lokantadan veya son yediği yemekten söz açıyor.
Dünyaca ünlü şefler ülkemize geliyor, burada lokanta açıyor veya açılan yeni restoranlara ortak oluyor.
Yemek okumaya yurt dışına giden gençlerin sayısı giderek artıyor.
Aşçılık artık havalı bir meslek...
Yemeğin adeta bir dönem Fransız soyluları arasında olduğu gibi böylesine fetişizme dönüşmesi belki de bize çok uygun. Hem yemeği sevdiğimizden hem de üstüne konuşması rahat bir konu olduğundan...
Programların bunca artmasının bir nedeni de belki en azından şimdilik bir tek yemek konusunda kavga etmeyişimizden, yandaş yemek filan gibi bir durum söz konusu olmadığından, en azından bu konuda birbirimizi yemediğimizden...