Çocuklar, yollar ve yeni bebek patlaması çağı

Şu ‘her eve üç çocuk lazım’...

Kürşat Başar

Kürşat Başar


Çocuklar, yollar ve yeni bebek patlaması çağı

Şu ‘her eve üç çocuk lazım’ açıklaması yapıldığında doğrusu fazla üstünde durmamıştım.
Bu yaz anladım ki, üstünde duranların sayısı epeyce çokmuş.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD, hem savaş sonrasının ekonomik durgunluğunu gidermek hem de moralleri düzeltmek için özel bir politika izlemişti.
‘Baby boom’ denilen bu dönemde çok çocuklu aileler için yeni mahalleler oluşturulmuş, şu ünlü, önlerinde çimenlik bir alan ve garajı olan banliyö tipi Amerikan evleri çok moda olmuştu.
Bu evleri taksitle alanlar aynı zamanda araba, çamaşır makinesi, buzdolabı, televizyon gibi sanayiyi kalkındıracak pek çok ürünü de almak durumundaydılar tabii...
Çok çocuklu ailelere göre bir üretim ve tüketim patlaması yaşanmıştı.
1946 ile 1964 arasındaki bu dönemde ABD’de yaklaşık 79 milyon bebek doğmuştu. Hatta bu dönemin ilk bebekleri arasında Clinton ve George W. Bush da yer alıyordu.
Yaz nedeniyle sürekli Bodrum-İstanbul arasında gidip gelirken anladım ki bizde de kendimize göre bir ‘baby boom’ dönemi başlamış.
Uçakta 200 kişi varsa yarısı bebek geri kalanı ise puset iten adam ve onlara emirler yağdıran kadınlardan oluşuyor.

Hükümetin başarısının nedenini anlar gibi oldum. Demek ki milletimiz iki şey istiyormuş. Biri bebek yapmak, öteki bebeği alıp hemen bir yerlere gitmek...
Çünkü tabii bendeniz daha kafasını kaldırıp gözünü açamayan bebekleri neden cehennem sıcağında hem de uçak, güvenlik, rötar vs. gibi kabusların arasında tatile götürmeye çalıştığımıza anlam veremem.
Elbette önce anneme sordum. “Sen o bebek doğana kadar çektiklerimizi bilseydin, doğar doğmaz tatile gitmenin nedenini anlardın. Tatil çocuğa değil anneye lazım...” diye cevap verdi.
İyi ama bebeğin suçu ne?
Zavallıların hemen hepsi özellikle uçakta sürekli ağlıyor. Kulakları tıkanıyor, bu kadar karmaşık ve huzursuz bir ortamda olmaktan belli ki hepsi mutsuz.
Ama dikkatimi çeken bir şey daha var ki bunu da çözebilmiş değilim. Sadece fikir yürüteceğim.
O nedir derseniz: Puset...

Bu çocuklar epeyce küçük aslında. Dolayısıyla belli mesafelerde kucakta gidip gelebilirler. Ama herkesin elinde pusetler. İkizler için bile özel ikili pusetler var ve bunlarla uçağın kapısına kadar gelmek adet olmuş. Puset önce çeşitli zorluklarla güvenlikten geçiriliyor, sonra bekleme salonunda biraz dolaştırılıyor, uçağa binerken teslim ediliyor, bir poşete konuyor, sonra inince uçağı bekleyen otobüse binmeden önce yeniden açılıyor ve pusete konan bebekler yeniden yola çıkıyor.
Bu eziyeti de anlamadığım için herkese tek tek sordum ama pek net bir cevap alamadım.
Sonra bir arkadaşım söyledi. Bu pusetler oldukça pahalıymış. Baktım sahiden de özel araçlar. Bir nevi ATV gibi bir şey. Anneler bunları alıp, ‘yeni araba aldım, görün’ havasına girmiş olabilir.
İkinci düşüncem, anne imajının etrafa karşı bir tür hava atma şekli olarak çeşitli simgeler ve araçlarla güçlendirilmesi...
‘Bebek benim, hatta arabası bile var, seneye biraz büyüsün daha spor modelini alacağız...’ der gibi bir halleri var bazılarının puseti iterken.

Bu arada bir çocuk doktoru dostuma rastlayıp onu da esir aldım. Bebeklerin suya sokulması saplantısıyla ilgili düşüncelerini sordum.
Özellikle önüne gelenin (hatta dünyanın her bir yerinden gelenlerin) atlaya zıplaya girdiği, çocukların içine işediği, problemli bir yer olan havuza bir bebeğin neden zorla sokulmaya çalışıldığını anlamakta zorlanıyorum çünkü.
Hadi deniz suyu iyi geliyor diye bir inanış var diyelim. E, peki havuzun ne faydası olacak bebeğe? Üstelik neredeyse bütün bebekler cehennem sıcağı altında bu kez şemsiyesi açılmış bir pusette bekledikten sonra o suya girmekten hoşlanmıyor ve avazı çıktığı kadar ağlıyor. Buna rağmen anne, baba, dadı ve diğerleri ille çocuğu suya sokup çıkartmaktan büyük bir zevk alıyorlar.
Bu esnada resimler çekiliyor, videolar hazırlanıyor ve büyük ihtimalle internette bunlar yayınlanarak dosta düşmana mesaj veriliyor.

Genel olarak bebekli Bodrum seyyahları, dadı, bakıcı, anneanne, teyze gibi kafile halinde yola çıkıyor. Zaten bebekler ve eşyalarını görünce eski zamanların kervanlarını hatırlıyor insan. Öyle birkaç kişiden az bu seyahate her babayiğit çıkamaz.
Ama kocayı filan da boş verip, kucağında bir çocuk, elinde puset, karnında yeni gelen bebekle uçağa binen bile gördüm ki gidip kutlamama arkadaşlar mani oldu. Yani bu ne seyahat hevesidir. Yılın seyyahı ödülünü bu hanıma vermeyip de kime verelim?
Baby boom çağımız aynı zamanda, ‘Türk bebeği kutsaldır’ gibi bir sloganla da birleştirilebilir. Çünkü geçmişte babasının, annesinin yanında mum gibi duran ve ha bire fırça yiyen bir neslin bebekleri olunca durum tam tersine dönmüş. İfratla tefrit meselesi her şeyde olduğu gibi...
Çocuklarımızın hepsi küçük birer prens ve prenses. Çocuğa sormadan hiçbir şey yapılamadığı gibi, çocuk ne isterse o yapılıyor. Genelde onlar da ne istediklerini tam bilmediklerinden bir süre sonra iş çığırından çıkıyor. Anne-baba birbirine giriyor. Çocuklar bağırıp ağlamaya başlıyor. Tabletten veya telefondan yeni bir oyun indirilip oyalayamazsanız ortalık karışıyor.
Meğer bunca yıl, birileri gelip bize duble yol yapsın, havaalanı, tren yolu açsın da çocukları alıp gezmeye gidelim diye beklermişiz.
Baby boom çağımız hepimize hayırlı, uğurlu olsun...