Eski aşklar ne güzeldi

Eskiden birini gizli gizli sevmek vardı...

Kürşat Başar

Kürşat Başar


Eski aşklar ne güzeldi

Geçenlerde sevgili dostum İlhan Şeşen, “En güzel aşk gizli aşktır” dedi.
“Bir sırrı herkesten saklar gibi/ Sessizce sokulup ağlar gibi/ Beni bir şeylerden aklar gibi/ Koparmadan çiçek koklar gibi/ Hiç bozulmamış yasaklar gibi... aklımdasın” sözlerini yazmış
ne de olsa...
Bir arkadaşımın kızı henüz altı yaşında. Okulda bir resim ödevi vermişler, çok güzel bir resim çizmiş. Bir kızla oğlan el ele kırlarda yürüyorlar. Resmin üzerinde şöyle bir yazı var:
“Eski aşklar ne güzeldi!”
Biz bunu görünce afalladık. Annesi sormuş, “Neden böyle bir şey yazdın kızım?” diye... Bizimki hafif dalgın, “Anne sahiden de eski aşklar daha güzelmiş” diye cevap verince gülsün mü ağlasın mı şaşırmış.
Eskiden birini gizli gizli sevmek vardı. Kimse görmeden, ona duygularımızı nasıl belli edeceğimizi bilemeden geçen zaman ve o arada kendi kendimize yaşadıklarımız vardı...
Bazen ‘öteki’nin hiç haberi bile olmadan...
Bazen ondan gelen küçücük bir işarete bile büyük anlamlar yükleyerek... Günün birinde ona küçük bir pusula yollamanın ve gelecek cevabı beklemenin heyecanı hatta korkusu...
Her zaman söylediğim gibi aşk aslında dolaylı anlatımların duygusudur.
“Sana çok aşığım” demeden o duyguyu anlatmanın yollarını bulma sanatıdır.
Gerçek aşık, içinde, en azından o süreçte sanatçıya benzer bir duygu taşımaz mı? Bir günbatımını çizip de hiçbirimizin göremediği renklerle boyamak ve yine de sayısız kez gördüğümüz günbatımının eşsiz bir an olduğunu hissettirmek gibi...
Yıllar önce, “Edebiyat nedir?” dediklerinde, “Seni seviyorum demeden onu anlatabilmenin yollarını aramaktır” diye cevap vermiştim.

Eskiden kapağında asma kilit bulunan günlükler vardı. Oraya gizli duygular yazılır, birisi bulacak diye kızların aklı çıkardı. Hatta bu defterlerin kilidini kırıp inceleme yapan hafiye
anneler az değildi. Bir arkadaşım acımasız bir biçimde, “Bizim çocukluğumuzda aşık olmak ayıp bir şeydi, yalnız anne-babalardan değil, sevdiğimizden bile gizlerdik, biz ezik bir kuşağız, şimdi kızlar aşık olduklarında annelerine koşarak anlatıyorlar... Aşık olmak artık ayıp değil gurur duyulan bir şey...” dedi.
Yalan da değil. Artık kimse duygularını gizleme ihtiyacı duymuyor. Fazla tanımadığı birine hatta sosyal medya üzerinden bütün dünyaya duyurmak istiyor.
Biriyle tanışıldığı an neredeyse bütün arkadaşlar konuya dahil olduğu için ‘iki kişilik’ bir dünya kurma ihtimali ortadan kalkıyor.
Reklamlar bile ‘aşk’ üzerine kurulu. Aslında aşk denilebilir mi denilemez mi bilmem ama neredeyse herkes aşık olmaya yer arıyor.

Eski aşklar ne güzeldi - Resim : 1

Bir başka arkadaşım dedi ki, “İyi ama zaten o iki kişilik dünya bir göz boyama sayılmaz mı?”
Belki de gerçekten öyle. Ama zaten en klişe deyimiyle ‘aşkın gözü kör’ değil mi?
Öyle olmasa birine böylesine bağlanmak, onu gözümüzde bu kadar yüceltmek, her yaptığından her söylediğinden inanılmaz anlamlar çıkartmak, kendimizi bile tanıyamaz hale
geldiğimiz bir duygu labirentinde sürüklenmek mümkün mü?
İlgisiz insanların bile belki bizden çok daha mantıklı yorumlar yapabildiği, bizi yargıladığı, eleştirdiği durumlarda apaçık gördüğümüz yanlışları yapmaya devam etmemizin bir tür delilikten farkı var mı?
Geçenlerde ünlü bir yazarımıza aşkı sormuşlar, “Artık aşk acıları yaşamak istemiyorum bu saatten sonra” diye cevap vermiş.
Aşk ve sanat arasındaki bağlantıyı anlatırken eklemek isterim doğrusu: Her ikisinde de akılcılıktan ne kadar uzaklaşırsanız o kadar yüksek bir sonuç alırsınız.
Tabii delilik sınırını geçmemek kaydıyla...
“Şu adama aşık oldum ama bana uygun değil, ben en iyisi kendime daha anlaşabileceğim bir aşık bulayım” diye aşk olur mu?
Roman kahramanlarımdan biri, “Mantığıyla duyguları arasında kalan bir şairi okuyoruz derste” diye yazmıştı.
Mantığımızla duygularımız arasında az mı kaldık?
Aslında aşkın gizli olması, yasak olması değil, iki kişi arasında başka kimsenin, başka hiçbir duygunun, dünyanın gerçekliğinin araya giremeyeceği özel bir zaman olması önemli.
Her iki kişinin de istediği kadar saçmalaması, akıl dışı davranması, kendi deliliklerinin sınırlarını zorlaması, başkalarının yadırgadığı davranışlar sergilemesi ama bütün bunların sahici olması...
Ve tabii bütün bunları yaşarken, belki iki kişilik bir delilik sürdürürken, sonunda her şey hiç istemediğimiz bir biçimde bitse bile pişman olmamak, yaşadığımız bütün bu eşsiz anların
değerini bilmek...
Galiba en önemlisi de bu...