Neler almalıyım yanıma?

Artık herkes bir gazeteci gibi yaşıyor nedense...

Kürşat Başar

Kürşat Başar


Neler almalıyım yanıma?

Yeni bir yaz. Kimi zaman neşeli, ışıltılı sabahlar...
Kimi zaman bunaltıcı öğleden sonralar...
Kimi zaman dalgın akşamüstleri...
Edip Cansever’in bir şiiri vardır, ‘Neler Almalıyım Yanıma’ adında. Orada sayar, yanına alınacakları:
‘Mevsimler için: Portakal, böğürtlen, ayçiçeği/
Aşk için: Unutkanlık ya da dikkatle kullanılan ve değiştirilebilen birkaç anı/
Okumak için: Dostoyevski, Marquez, Sait Faik...’
Tatile giderken neler almalı yanımıza?
Her nedense şiir kitapları geliyor aklıma. Orasından burasından açıp tekrar okunacak...
Güneşin altında, gözlerimizi kapatıp (eğer hala sessizlik bulunabilirse bir yerlerde) alıştığımız seslerin dışındaki bir dünyayı dinleyerek yolculuğun keyfini çıkartmalı.
Aynı zamanda kendi içimize yapılan bir yolculuğun...
Ama taşıyoruz bütün alışkanlıkları yanımızda. Nereye gidersek gidelim kendimizi götürüyoruz.
Neler almalıyım yanıma? - Resim : 1
Yolculuk bizi değiştirir mi?
Başka kentler, başka insanlar, kendi rutinimizin dışına çıkmamızı sağlayan ve bize çoğu zaman hayatımızı sorgulatan bir durup düşünme zamanı değil mi yolculuk?
Biliyorum, biliyorum, artık uzaklaşmak zor. Alışkanlıkları, yerleşik düzenimizi geride bırakmak giderek zorlaşıyor. Elimizde telefonlar, tabletler, bilgisayarlar, yine geldiğimiz yerle sürekli bağlantı içinde yaşıyoruz. Artık neredeyse unuttuğumuz bambaşka bir doğa parçasının içinde giderken bile kimse etrafına bakmıyor, elindeki ışıklı ekranla uğraşıyor.
Bulunmaz güzellikte bir şey gördüğümüz zaman ‘o an’ın eşsizliğini yaşamak yerine hemen fotoğrafını çekip birilerine yollamaya çalışıyoruz.
Sanki herkes mesleki deformasyona uğramış bir gazeteci gibi yaşıyor artık nedense...

Neler almalıyım yanıma diye düşünüyorum her yolculuğa çıkışımda...
Eski şarkılar... Unutulmuş bir kitap... Yalnızlık...
Bazen denizde bir mağaranın içine girmenin heyecanı, bazen bir uçurumun kenarında durup aşağıya bakmanın korkusu...
Sıradan bir doğa parçasının eşsiz bir tabloya dönüşmüş hali...
İnsanlığın, ölüme meydan okumak için yaptığı görkemli yapıların karşısında hissettiğimiz o garip coşku...
Binlerce yıl önceki bir evin, bir çarşının içinde dolaşırken zaman ve hayat üzerine yeniden düşünebilmek...
Kaybolmuş bir uygarlığın, artık sessiz, kimsesiz, daracık sokaklarında dolaşırken geçmişte ya da bugün yaşananların aslında çok da farklı olmadığını anlayabilmek...
Kendimizi, yaptıklarımızı, ne çok gereksiz ayrıntıyla uğraşarak neleri kaçırdığımızı...
Nasıl en yakınımızdakileri ihmal ettiğimizi...
Nasıl en sevdiklerimizi kırdığımızı...
Ne çok şeyi çok istediğimiz halde erteleyip durduğumuzu...
Nasıl olup da olmak istemediğimiz bir yerde, bir durumda takılıp kaldığımızı...
Artık çoğunun pencereleri bile açılmayan binalara tıkılıp bütün gün ekranlara bakarak, trafikte sıkıntıyla eve ya da işe gitmeye çalışarak unuttuğumuz gerçek bir hayat daha olduğunu hissetmek...
Kimi zaman güneş batarken doğan Ay ile Sabah çok erken sonsuzluğu hatırlatan denizin kıpırtısıyla biraz ürpererek...
Ağaçların, kuşların, böceklerin konuşmalarını dinlemek için bir süreliğine gözlerimizi kapayarak...

Evet yaz geliyor.
Neler almalıyım yanıma sahi?
Hayır. Bavullar, tabletler, telefonlar, bilgisayarlar değil...
Mümkünse buradan hiçbir şeyi yanıma almasam...
Bildiğim insanlarla, buradakinin aynısı yerlere gidip oturmasam...
Sanki ben okumasam dünya batacakmış gibi dünyanın en güzel sabahlarında bütün gazeteleri okumaya kalkışmasam...
Belki küçük bir deftere uydurma da olsa gördüklerimi çizmeye çalışsam... Aklıma gelenleri yazsam...
Unuttuğum şeyleri, çocukluğumu, ilk gençliğimi, rüyalarımı, küçük, sıradan görünen ayrıntıları, o zamanlar benim yaşlarımda olan babamı, annemi, ne zamandır göremediğim eski dostlarımı hatırlamaya çalışsam...
Birdenbire bizi şaşırtan bir yaz yağmuruyla yeni bir şarkı yazsam...
Bana bambaşka günleri, geceleri, yazları hatırlatan şarkıları yeniden hatırlasam...
Gökkuşağını izleyerek sanki ona ulaşabilirmiş gibi uçsuz bucaksız kırda yürüsek...
Ama gökkuşağının fotoğrafını çekip bir yerlere yollamadan, onun ve ‘o an’ın yalnızca bize ait olduğunu düşünerek, en azından buna inanarak, yalnızca bize özel anılar oluştursak...
Kendi alıştığımız hayat biçimlerini gittiğimiz yerlerde de zorla yeniden kurmaya çalışmak yerine bize farklı gelen, alışılmadık gelen şeylerle kendimizi sınasak biraz...
Her zamankinden farklı bir dilde konuşmaya çalışsak... İki kişiysek eğer, iki kişilik yeni bir dil bulsak... Kimse bizi anlamasa da biz o dilde gülebilsek...
Saçmalasak ve inatlarımızı bir an için unutabilsek...
Saçmaladığımız için birbirimizi daha da yakın hissetsek...

Evet yaz geliyor.
Neler almalıyım yanıma diye düşünüyorum...
Biraz da zaman... Biraz da zaman alabilsem yanıma...