Prensesler

Yirmi yılını aynı adamla geçirip hala onunla uzaktan yakından ilgisi olmayacak davranışları ondan beklemeye devam eden kadınlar tanıdım.

Kürşat Başar

Kürşat Başar


Prensesler

Kadınların hayalleri var. Ve sonsuz hayal kırıklıklarına rağmen kuşaktan kuşağa hayallerini aktarmayı sürdürebiliyorlar. Belki yalnızca bizimle yani erkeklerle ilgili değil bu hayaller. Ama bizimle ilgili kısmındaki en önemli oyuncular biziz. Masallarla, oyunlarla, filmlerle, törenlerle desteklenip besleniyor bu hayaller. Bir ev yapma, onun içini minicik eşyalarla doldurma, bebeklerine gelinlikler giydirme, bebeği kundağa koyup gezdirme gibi oyunlar gelecekteki bu hayalin ilk provaları gibi...

Çevrelerinde, ailelerinde, masallardaki mutlu sonlar yaşanmasa bile asla bilinçaltlarındaki mutlu yuva rüyalarından vazgeçmiyorlar. İşin ilginç yanı sevdikleri erkekleri de hayallerine uydurmaya çalışıyorlar. Bize olmadığımız anlamlar yüklüyor, olmadığımız birine çevirmeye çalışıyor, kesinlikle karşı koysak bile farklı bir aynadan bakıp öyle görmeyi başarıyorlar.

Belki erkeklerin çoğunun bir türlü anlayamadığı da bu. Adam kendisinde böyle özellikler görmeye alışmadığı, daha doğrusu zaten bu özelliklere sahip olmadığı için birdenbire ondan beklenenleri kestiremiyor. Bunu anlayamamışken, sonunda neden bir kadını hayal kırıklığına uğrattığı suçlamasıyla karşılaştığını da çözemiyor. Aslında bir erkek bir kadınla ilgilendiği anda karışıklık başlıyor. Her ne kadar aynı dili konuşuyor gibi görünseler de, erkekler, karşı tarafa yaptıklarıyla, söyledikleriyle tam olarak ne ifade ettiklerinin çoğu zaman farkında bile değiller. Daha doğrusu, verdikleri mesajın, karşı tarafta nasıl bir şifre çözücüyle bambaşka bir dile çevrildiğini bilmiyorlar. Kimi zaman daha çocukken bile kızların, bir erkeğin onlara söylediği bir sözü, ya da bir bakışını kendi aralarında nasıl yorumladıklarını görünce şaşar kalırdım.

Bugün de, çoktan yetişkin olmuş kadınların hala aynı şeyi yaptıklarını görünce şaşırmaya devam ediyorum. Bir keresinde bir arkadaşımla yurt dışındaydım. Birkaç gün iş yoğunluğuyla geçtikten sonra geri dönerken birdenbire sevgilisine hediye almadığını hatırladı. Ne yapalım derken havaalanından bir şeyler okuduktan kısa süre sonra tümüyle kendi dünyasında yaşayan, şiirlerine Gramofonların, taş plakların döneminde yaşamadım. resimlerin içinde mutlaka bir yerlerde bir gramofon vardır. nedeniyle, çocukluğumdan beri müzik kutuları, en küçüğünden görkemlisine hep ilgimi çekti. Gittiğim yerlerde şarkısı çalıyordu kiminde Chopin’in Nocturne’leri...MART 2012 elele 139 uydurdu. Hatta hediyenin seçimini de bana yaptırdı.

Sonra dönüşte, sevgilisinin hediyeyi arkadaşlarına gösterirken, bizimkinin ne kadar düşünceli, duygulu, özel bir insan olduğunu anlatışını dinleyince kadınların hayal gücünün sınırı olmadığına kesin karar verdim.

Birine, sahip olmadığı özellikleri yükleyip öyle olduğuna inanmak kadınların ilginç bir alışkanlığı mı acaba? Bilemiyorum ama erkekler de, bir süre için de olsa bu yanılsamaya uymak zorunda kalıyorlar galiba. En azından tam ne olduğunu anlayamadıkları için fazla uğraşacaklarına öyleymiş gibi yapmayı tercih ediyorlar.

Yirmi yılını aynı adamla geçirip hala onunla uzaktan yakından ilgisi olmayacak davranışları ondan beklemeye devam eden kadınlar tanıdım.

Filmlerde izlediğimiz büyük başarı öykülerini düşünün. Bir sanatçının, bir sporcunun, bir kaşifin kimse inanmasa bile kendisinin asla vazgeçmediği bir hayalin peşinden bu başarıya ulaştığını... Ama belki de unutmamak gereken şey, bu büyük başarı öykülerinin ardında farklı hayallerin peşinden gitmiş başka pek çoklarının sonunda yalnızca büyük bir hayal kırıklığına uğradığı ama onları bizim bilmediğimizdir...

Tıpkı bunun gibi, masallarda, filmlerde, kitaplarda, eşsiz bir rastlantıyla hayatı bir anda olağanüstü bir rüyaya dönüşen çiftler, gözyaşları ve mutlulukla ama mutlaka özel bir duyguyla dolu aşklar izleriz.

Çoğu zaman imkansız aşkların gerçekleşmesini, bir araya gelmemeleri için herkesin, her şeyin neredeyse elbirliği ettiği sevgililerin kavuşması için biz de oturduğumuz yerden gözyaşı dökeriz, heyecanlanırız, seviniriz. Ve belki bu mutlu sonların aslında öyle sanıldığı gibi her zaman, herkese kolay kolay rastlayan bir şey olmadığını, öyle olsa romanlara, filmlere konu olmayacağını unuturuz.

Peki ama kadınların gerçeklik duygusu mu zayıf? Öyle demeyelim. Ama belki, onların hayallerine daha çok inandığını söyleyebiliriz. Çünkü hayal dediğiniz şey zaten tam da bu değil midir? Bir tür simyacı gibi, bakırı altına dönüştürebilmek için hayallerinize inanmanız gerekmez mi? Nasıldı masal? Kurbağayı öpen prenses onu prense dönüştürür değil mi? İşte kadınların sihri de burada. Bir kurbağayı prense dönüştürebilme hayali...

Merak ettiğim ve bugüne kadar bir türlü anlayamadığım şey, onun kurbağa olduğunun farkındalar mı yoksa bir prens olduğuna gerçekten inanıyorlar mı?