Yeni anne-baba kuşağının çocukla imtihanı

Çocuklarının esiri olan aileler...

Kürşat Başar

Kürşat Başar


Yeni anne-baba kuşağının çocukla imtihanı

Eskisi gibi bebeğini kucağına alıp saatlerce onunla konuşup oynayarak oyalanan çocuk nerede artık? Bir oyun yükledin mi ha bire ‘upgrade’ uyarısı geliyor. Yüklemesen çocuk arkadaşlarının karşısında mahcup duruma düşecek, ters röveşatayla ekranda gol atamadığı için bunalıma girecek.

Tanıdığım 40 yaş civarında çocuklu bütün ailelerin durumu aynı. Hepsi çocuklarının esiri olmuş durumda ama bunu kabul etmiyor ve kendilerini modern anne-baba sanıyorlar. “Şekerim pedagoga götürdük, bizimki fazla zekiymiş o yüzden arkadaşlarıyla sorun yaşıyor...”
“Doktor dedi ki çok fazla şeye birden yeteneği var onun için karar veremiyor, sinirleniyor...”
“Çocuk çok hassasmış, o yüzden sürekli ağlıyor...” 
Hemen hemen tanıdığım bütün çocuklar üstün yeteneklere ve özelliklere sahip. Gerçi hemen itirazlar gelmeden önce söylemem lazım ki, bir Türk çocuğu dünyaya bedeldir. Onu idare etmek öyle kolay iş değildir.

Yıllar önce ev sahibimi ziyarete gittim. Oturduk çay içiyoruz. Karşı apartmanda da kendi kızı oturuyor ve bebeği de iki yaşnda. Yaz günü olduğundan camlar açık ve çocuk öyle bir ağlıyor ki bütün mahalle inliyor. Ev sahibim bana karşı daireyi gösterdi ve “Ne gördüğünüzü söyler misiniz?” dedi.
“Çocuk ağlıyor” dedim.
“Evet ama,” dedi, “eksik görüyorsunuz... Evin içindekilere bir bakın, anne, anneanne, bakıcı, dadı ve kız kardeş, hepsi birlikte çocukla meşguller değil mi?”
Baktım evet gerçekten de öyle.
“Yani başka hiçbir işi olmayan beş kadın bir çocuğa bakamıyorlar özet olarak” dedi...
Kolay değildir çocuk bakmak.

Gerçi anneme sorarsanız yeni kuşak anneler, dünya üzerinde bir tek kendilerinin çocuk doğurduğunu ve çocuklarının da dünyadaki en özel canlı olduğunu sandıkları için bu sıkıntılar yaşanıyormuş ama ben o fikirde değilim.
Güya bizim çocukluğumuzda bizi şımartmazlardı.
‘Babanın dediği olur’ düşüncesi hakimdi o zamanlar dünyaya. Buna fazla itiraz eden çıkmazdı. Çıkmazdı ama bunu da idare etmenin yollarını bulurduk. Bir kere Türk ailesi dedin mi abla, abi, anneanne, dede, teyze, yenge, hala, dayı, amca, enişte gibi kalabalık bir güruh vardır ki çocuk doğduğu andan itibaren emrine amade olur. 
Bunlara bir de komşu Ayşe Teyze, Süheyla Abla kimi yerde emektar Saniye filan eklenir.
Önce anneye yardım ediyoruz diye başlayan ve annenin de ister istemez işine gelen bu durum giderek çocuğun bunları idare etmesiyle sonuçlanır.

Kendi adıma konuşmam gerekirse, babam istediğim bir şeyi yapmadığı veya bana bir şey için izin vermediği zaman doğruca dedeme şikayete giderdim. O olmazsa dayım, o olmazsa yengem, o da olmazsa teyzelerim vardı. 
Böyle bir çocuğa hele böyle bir ülkede disiplin uygulamak kolay mı?
Hele bir de, bütün başarıların bizim sayemizde başarısızlıklarımızın ise başkaları yüzünden olduğuna inanan bir toplum olduğumuzu düşünürsek...
Üstelik çoğu zaman görüldüğü üzere bu başlangıç belki de hayatımızı çok daha iyi bir yönde değiştiriyor.

Çocuğu oyalamak kolay değil.
Hele şimdiki çocukları...
Bunlara tablet alıp oyun yüklüyorsun, iki günde çözüp yenisini istiyor. Zaten oyun üreticilerine, bebek, oyuncak şirketlerinin stratejilerine bakınca durum açıkça ortaya çıkıyor. Bir bebek aldınız mı yakayı kaptırdınız. Bunun arkadaşları var, giysi dolabı var, içinde giysileri var, olmadık aksesuarları var...
Eskisi gibi bebeğini kucağına alıp saatlerce onunla konuşup oynayarak oyalanan çocuk nerede artık?
Bir oyun yükledin mi ha bire ‘upgrade’ uyarısı geliyor.
Yüklemesen çocuk arkadaşlarının karşısında mahcup duruma düşecek, ters röveşatayla ekranda gol atamadığı için bunalıma girecek.
Ama durum böyle. Çocukların suçu yok. Oyalansınlar diye anne-babalar ne imkanları varsa önlerine seriyor. Çocuk hem piyano dersine gidecek hem tenis oynayacak hem ata binecek hem kayak öğrenecek hem dil öğrenecek hem balerin olacak.
Sanırsın İngiliz kraliyet ailesine gelin yetiştiriyoruz.
Zavallı çocuklar programdan programa koşturmaktan helak olmuş halde. Ama bu alışkanlıkla da boş kaldıklarında ne yapacaklarını şaşırıyorlar.
Biz de sıkılırdık. Ama bizim şansımız sokakta oyun oynayabilmekti. Şimdikiler diyorum ya, servisten bile evin önünde iniyor. Nerede kaldı sokakta koşturacaklar?
Çocukların artık dünyaya hakim olduğunu dehşet verici oyuncak sanayiine veya çocuk oyun merkezlerine bakarak anlamaya gerek yok. 
En ciddi şirketlerin, markaların reklamlarına bakmak yeter.
Küçücük çocuk gidip buzdolabı, çamaşır makinesi, ankastre fırın alacak değil. Ama en ciddi beyaz eşya üreticileri bile birbirine aşık robotlarla reklam yapıyor. 
Çocuk bankaya gidip hesap açtıracak değil ama en ciddi bankaların şubelerinde sizi sevimli hayvanlar karşılıyor.
Çocuk dediğin eskisi gibi değil. Üç yaşında hepimizden iyi cep telefonu, bilgisayar kullanıyor.
Düşünün ki anne-babaları onların yaşındayken telefonlar hala kabloluydu ve ‘düşmüyor’ diye bir laf vardı.
Şimdiki çocuklara ‘jeton düşmedi galiba’ diye espri yapın da bakalım bir şey anlayacaklar mı?

Şimdiki bir kısım çocuk adeta değerli bir kargo gibi oradan oraya el üstünde taşınıyor. Okula servisle gidip geliyor, lisede bile bir yere kendi başına gitmeyi bilmiyor, her işi başkaları tarafından yapılıyor, ödevler anneye yazıyla bildiriliyor, çocuğun giyimi kuşamı, servisteki hali okul aile birliği marifetiyle takip ediliyor.
Benim görebildiğim çocukların bizden farkı şimdikilerin daha fazla sıkılıyor olması.
Tamam çocuk bu, sıkılır.
Çocuk dediğin oyalanmak ister. Sürekli program ister. 
Heyecan ister. Aslında bir tür bilinçsiz hedonisttir. Hayatın yalnızca keyifli yanlarını ister. Sıkıntıya katlanmak, sabretmek, disipline uymak istemez.
Her şey hemen olsun ve istediği gibi olsun ister.
Oyun oynansın, arkadaşlar gelsin, bir yere gidilsin, geç uyunsun, geç kalkılsın, mümkünse ödev yapılmasın ister.
Yani kısacası aslında yıllarca çalışıp didinip, bütün bu isiplinleri, sıkıntıları, sabırları çektikten sonra pek çoğumuzun elde etmeye çalıştıklarını ister.