"Benim değilsen öleceksin"

Kadına şiddet konusunda çağ atladık...

Kürşat Başar

Kürşat Başar


Ayrılmak isteyen kadınların kocaları tarafından öldürülmesi neredeyse sıradan bir hale geldi. 
Üstelik istatistiklere göre sürekli katlanarak artıyor bu cinayetler. 
İşin garip yanı, çoğu zaman kadınlar durumun farkında oldukları için kaçmaya, ayrılmaya, boşanmaya çalışıyor, hastalıklı eşi şikayet ediyor, hatta koruma alıyor ama buna rağmen öldürülmekten kurtulamıyor. 
Birkaç ay önce kocası tarafından tehdit edildiğini söyleyerek ailesiyle birlikte valiye şikayete giden genç bir kadına valinin cevabı şöyle olmuştu: “Neden böyle adamlarla evleniyorsunuz?”
Maalesef bu genç kadın da öldürülmekten kurtulamadı. 
Doğrusu polisiye tedbirler, kocanın evden uzak tutulması gibi önlemler hatta kadına koruma verilmesi de pek bir işe yaramıyor göründüğü kadarıyla. 
Daha geçen ay, bir kadın hem de adliyede koruma polisiyle birlikte öldürüldü. Bu kez boşandığı adam değil kendi oğlu tarafından hem de...
Valinin sorusuna gelirsek...
Aslında çoğu zaman ‘böyle adamlar’ı baştan tanımak o kadar kolay değil. Çünkü herkes bir ilişkinin başında kendisini olduğundan farklı gösteriyor. Kimi zaman ilişki içinde her iki tarafın da katkılarıyla işler kötüye gidebiliyor. İnatlaşmaların, kişilik çatışmalarının, maddi durumun ve elbette her iki kişinin psikolojik yapısının yıllar içinde o ilişkiyi nereye götüreceğini öngörmek hiç de kolay değil. 

Belki ‘Neden böyle adamlarla evleniyorsunuz?’ sorusunun yerine ‘Biz neden ayrılmayı beceremiyoruz?’ sorusunu 
sormak lazım. 
Çünkü garip bir biçimde çok mutsuz olsalar da, insanlar bir evliliği bitirmekte her zaman zorlanıyor. Birbirlerinden sürekli şikayet etseler de kavga gürültü bitmese de bir biçimde bu evliliği sürdürmeye çalışıyor. 
Kimi zaman aileler de iyi bir şey yaptıklarını sanarak ayrılmak isteyen çiftleri zorla bir arada tutmaya uğraşıyorlar. 
İşin kötüsü boşanma aşamasına gelindiğinde aileler de bu kez düşmanlaşıyor ve iş iyice içinden çıkılmaz hale geliyor. 
Biz geç büyüyen çocuklarız. Erişkin olmamız çok uzun süre alıyor. Hatta evinde sürekli annesi, anneannesi, teyzesi, ablaları tarafından ‘kral’ gibi yetiştirilen ve her dediğinin yapılmasına alışmış bir baba figürünü izleyen erkek çocuklar hiç büyümüyor desek yanlış olmaz. 
Başına gelen iyi şeylerin kendi hakkı olduğuna, kötü şeylerinse mutlaka başkası yüzünden olduğuna inanan koca koca adamları izlemiyor musunuz her alanda? 

Kadınların üzerindeki evlenme baskısı malum. Maddi sıkıntılar, gelenek, görenek, mahalle baskısı, aile yapısı, belli bölgelerdeki töreler hala kadınların üzerinde taşınması güç bir yük. 
Eskiden kadınlar bütün bu çileleri çekip sessiz kalmayı kabulleniyorlardı. 
Şiddet de görseler, aldatılsalar da hatta üzerlerine kuma da gelse sineye çekip oturuyorlardı. 
Bugünlerde hala tekrarları gösterilen ‘İtilmiş ve Kakılmış’ parodisi, toplumun, kadına şiddete bakışını ve aslında bir anlamda kabullenmişliğini anlatıyor. 
Şimdi belki de şiddetin artması dediğimiz şey, geçmişte de var olan ama saklanan bir gerçeğin gün yüzüne çıkması...
Çünkü artık kadınlar kabullenmiyor. Boşanmak istiyor. Şikayetçi oluyor. 
Bu kez de aslında belki kendisi de evlilikten mutsuz olan koca ayrılmak istemiyor. Sahiplenme duygusundan tutun da çevreye rezil olma saplantısına, “Mezara kadar benimsin” zırvalarından erkeklik gururuna kadar bir sürü ayrıntı kocayı birdenbire deliye çeviriveriyor. 
Hele işin içine bir de başka bir erkeğin girdiğine kanaat getirirse durum iyice karışıyor. Kıskançlık, etrafa rezil olma gibi egosunu iyice yerle bir eden bir durum ortaya çıkıyor. Bu sefer işin içine bir de ‘namusunu temizleme’ giriyor. 
Bazısı, sanki çok mutlu bir evliliği varmış gibi ‘yuvasının yıkılmasını’ yalnızca karısına değil onun ailesine de yıkıp hepsini birden katletmeye kadar gidiyor. 
Kendisini ‘başarısız olmuş’ veya ‘reddedilmiş’ olarak gören taraf intikam peşine düşüyor. 
Boşanma sürecindeki kavgaların giderek uzlaşmaz hale gelmesi, kocanın maddi durumunun bozulması, çocukların gösterilmemesi gibi etkenler çoğu zaman bu tür öykülerde korkunç sona doğru gidişi gösteriyor ama ne yazık ki birçok kez önüne geçilemiyor. 
Bütün bunlar bir yana bir de sürekli sanki önemli bir şeymiş gibi ‘aşk cinayeti’ söylemi var. Cinayeti hafifletici bir nedenmiş gibi gazetelerde bile böyle başlıklar atılıyor. 
‘Beni yak kendini yak’, ‘pazara kadar değil mezara kadar’ türü arabesk bir yapının içinde büyüyenlerin aşk cinneti geçirmesi, kendini sevmeyen, istemeyen kadına zorla ‘benim olacaksın’ diye tutturması oldukça yaygın bir psikolojik sorun. 
Cinayetlerin artması belki de aslında kadınların artık susmaktan vazgeçmesiyle bağlantılı. 
Kadının özgürleşmesi, bilinçlenmesi ve maddi anlamda kendine yetebilmesinin böyle bir sonucu olması elbette çok acıklı ama yazık ki doğru.