Oylum Talu: "Mağdur edebiyatı yapamam"

Oylum Talu, şu an TV8’de ‘Anlatacaklarım Var’ adlı hafta içi yayınlanan bir formatla karşımızda. Talu “Farklılaşmanın zamanı gelmişti” diyerek hafta sonu programlarından hafta içine geçişini anlattı.

Oylum Talu:

Oyunculuk çoğunluğa cazip gelir, her zaman popülerdir. Siz neden kabul etmediniz?
Eskiden haberciydim, haberci kimliğimin dışında bir rol yapmam doğru olmazdı. Şu anda evliyim düzenli hayatı seviyorum, oyunculuk pek benim yapıma uygun değil. Belki konuk oyuncu olabilirim ileride belli olmaz. Kabul etmem gerçekten oyunculuğu isteyen insanlara haksızlık olurdu. Sen sunuculuk yapıyorsun ve kendini gösteriyorsun diye belki 1-0 önde
başlıyorsun gerçekten oyunculuk yapmak isteyenlere göre ama bunu içini sindirebileceksen yap. Gerçekten adayabileceksen kendini oyunculuğa yap. Oyunculuk okuyan ve bunu gönülden isteyenlere haksızlık olur aksi takdirde.

‘Yetenek Sizsiniz’in ilk jüri kadrosunda siz de vardınız. Neden devam etmediniz? Ayrılmak sizin kararınız mıydı?

‘Yetenek Sizsiniz’e konuk jüri üyesi olarak girdim. Birçok kişiyle görüştüler, benden sonra Hülya Avşar, Hülya Avşar’dan sonra da başka bir isimle devam edeceklerdi ama anladığım kadarıyla Hülya Avşar ile çok tuttu mayalar. Sonrasında da mesela Ali Taran da, Sergen de değişti. ‘Yetenek Sizsiniz’, bana pek çok şey kattı, bir büyük kanalda çok büyük
bir prodüksiyonda çalışmanın zevkine vardım. Acun’la çalışmak tabii çok büyük bir keyifti, iyi ki bu projede olmuşum.

‘Sana Bir Sır Vereceğim’ diye çok popüler bir gençlik dizisi var ve orada bir oyuncu var Burak Can adında. Programda dans etmiş ve siz ona ‘hayır’ demişsiniz, sonrasında da programınıza konuk etmiştiniz…
Evet, çok ağlamıştı ‘hayır’ dediğimde sonra programda rövanş yapmıştı, oyuncu oldu demek ki… Ama yakışıklıydı zaten. Çok severim, hemen davet edelim programa. Mesela şimdi olsa ‘evet’ derdim ona. Şu an gençlere nasıl davranmak gerektiğini, nelere kırıldıklarını, onların gönlünün ne kadar önemli olduğunu çok daha iyi biliyorum.

Yeni evlendiniz sayılır, nasıl gidiyor evlilik?
Çok güzel gidiyor. Ben hayatım boyunca kariyer odaklı yaşadım; annemle, babamla hep çok yakındım onlarla beraber oturuyordum, en yakın arkadaşlarım onlar. Evlilik kafasında bir insanım yani evleneyim yuvam olsun, çocuk için evlenenlerden değilim. Tek eşli, sadık, güven duygusunun ön planda olduğu bir ilişki evlilik. Mesela şu an eve gidip yemek yapacağım (gülüyor).

Evlilik aşkı öldürür diye bir klişe var, bu sizi korkuttu mu?
Bunu söylemek için aslında çok erken, daha altı ay oldu ve canım cicim aylarındayız. Evlilik aşkı öldürmek ne demek, çok daha yüceltiyor! Evlendiğimiz zamanlardan çok daha aşığım eşime. Beraber seyahatlere gidiyoruz bolca, ayrıca çok da keyifli seyahat arkadaşıyız. Bayramda da İspanya’dayız.Peki kıyasladığınızda hangisi daha zevkli ve sizi cezbediyor?
İlk başladığım zamanlarda hafta sonu çok cezbediyordu, şimdi yeni olduğu ve oturtmaya çalıştığımız, keşfettiğimiz ve program deneme aşamasında olduğu için şu anda bu daha çok cezbediyor. Aslında çok zor bir saat. Bizim saatimize baktığımızda rakip olarak çok önemli isimler var, onlarla yarışmaya çalışmak şu anda bana müthiş haz veriyor.

Bir programda “Ben huzur istiyorum ve bu yüzden bu programda izleyicilere de huzur vermek istiyorum. Türkiye’de kavga reyting yapıyor” demişsiniz...

Gerçekten öyle değil mi? Baktığımızda her yerde vurdu-kırdı. Onun için bizim programlarımızda sürekli mağdur edebiyatı yapılıyor. Bir bakın kuşaklara, bir mağdur ağlıyor, sunucu ağlıyor, izleyiciler ağlıyor ve böyle bir beş dakika gidiyor hiç konuşma olmadan. Bu o kadar çok yapılıyor ki… Bizim izleyicimiz hassas, bu yüzden ajitasyon yapılıyor. Asla samimiyetsiz demek istemiyorum, zaten bunu hissedebilecek insanlar bu tarz programlar yapıyor ama ben yapamam. Ben televizyonda ağlayabilecek yapıda bir insan değilim. Televizyon öyle bir adrenalin ki, o adrenalinde ne hapşırırsınız ne esnersiniz ne acıkırsınız ne ağlarsınız. Onun için mağdur edebiyatı yapamam.

Ekranda güzel kadın olmanın avantajları ve dezavantajları neler?
Güzellik biraz göreceli aslında; birine çok güzel gelen diğerine hiç güzel gelmiyor. Bunun bir standartı olmadığı için bence izleyici sürekli aynı yerde gördüğü insanı seviyor ve beğeniyor. Çizgisini kaybetmeyen insanı seviyorlar. Mesela ben saçımı bile değiştirmem yıllardır; rengini, modelini... Hem görüntü hem kalite anlamında bir imaj oturtmak,
izleyicinin de buna alışması ve sadık kalması en önemlisi.

Eğitiminiz sinema-televizyon. İleride uzun metraj bir filmde oynamayı düşünür müsünüz?

Sekiz tane kısa filmim var. Şu an akademik kariyer yapıyorum aynı zamanda t-MBA dersi veriyorum aynı zamanda özel bir kolejde. İlk dönem insan kaynakları, ikinci dönem pazarlama dersi veriyorum. Lise öğretmeniyim. Ve gençlere ders vermek çok keyifli.

Yıllardır içindesiniz, televizyon dünyası nasıl bir dünya sizce?

Televizyon dünyası zor bir dünya, sürekli takipte olmanız gerekiyor. RTÜK kuralları sürekli değişiyor. Ben işimi yapıyorum, evime gidiyorum, evimden geliyorum işimi yapıyorum… Çok hırslarım olmadığı için onu da yapayım bunu da yapayım diye bir takıntım yok. Twitter’ım, facebook’um yok. Yani televizyon camiasının pırıltısı beni sarsın diye hiç uğraşmadım. Benim tek hırsım; ‘Anlatacaklarım Var’ adlı programı yapıyorsam iyi olsun, kaliteli olsun, kanala bir şey katsın, benimle beraber çalışan arkadaşlarım mutlu olsun diyedir. Başka bir hırsım yok, eğer zaten olsaydı çok daha farklı yerlerde görürdüm kendimi.

Beren Saat’e benzetenler oluyor sizi, ben de dahil…

Ne güzel bir iltifat… Çok önemli projelerden başrol teklifi aldım ama kabul etmedim.
Yazı: Çağnur Öztürk/Hafta Sonu

Oylum Talu, gerek tavrıyla gerek görselliğiyle ekranda hiç değişmeyen bir sunucu. Talu, bunun izleyici kitlesinin su¨rekliliği için önemli olduğunu vurguluyor. Başarılı programcı ile programı sonrası TV8 stüdyosunda buluştuk...

Öncelikle programınız hayırlı olsun. ‘Anlatacaklarım Var’ nasıl bir format? İzleyicinize neler vadediyorsunuz?
Çok teşekkür ederim. O saat diliminde daha önce yapılmamış bir format. İzleyicilerimize keyifli, rahatsız etmeyen, alternatif bir sohbet vadediyoruz. O saat dilimi genelde kadın kuşağı olarak adlandırılıyor ama bizim yaptığımız kuşak aslında herkese hitap ediyor; kadın, erkek, çocuk... Çünkü genelde kadın kuşaklarında bir yanda mutfak vardır, bir yanda sohbet vardır, bir yanda bir mağdur vardır ve bunlar iş yapar. Bizimki asla öyle değil; biz çok ters köşe bir program yapıyoruz sanat, popüler kültür, aktüalite ve haber ağırlıklı... İnsanlar da buna açlarmış. Bir şey tuttuğu zaman bütün kanallar alternatifini yaratmaya çalışıyor, halbuki alternatif yaratılacağına, olmayan bir şeyi yaratmak izleyiciyi daha çok çekiyor. Biz de TV8 ailesi ile böyle düşünerek bu formatı yarattık.

Yani klasik kadın kuşağı programlarından başka bir iş yapalım dediniz...
Evet çünkü çok duyuyorum “O saatte izleyecek bir şey bulamıyorum, o saatte televizyonu açmıyorum” diye... Muhakkak kadın kuşaklarının çok önemli bir kitlesi var, onlar zaten izleniyor ama bir bölüm de hiç açmıyor televizyonlarını, nasıl ki haber programlarını hiç izlemeyen bir kitle varsa öyle. Aslında herkese bu bağlamda seyirci düşüyor, önemli olan farklı bir şey yaratabilmek.

Genelde sizin saat diliminizdeki programlarda izleyici olur ama sizde yok. Teke tek konukla bir format olması da fark yaratmanın içinde mi?
Evet, bu kuşakta bol izleyici vardır. Teyzelerimiz gelirler, alkışlarlar. Biz yine farklı olmasını istedik, seyircili formatı her yerde görüyoruz. Seyirciye para verip de onları getirmeyi bizim formatımızla örtüştüremedik, uyuşmadı. Çünkü onlar biliyorsunuz cast ve her yeri geziyorlar.

Sizi yıllardır hafta sonları izledik, hafta içine geçiş süreci nasıl oldu?
Hafta sonu aslında çok seyredilen bir saat diliminde yayın yaptım ben. Genelde televizyonda hafta sonu ölü zamandır, prime time’dan çok daha farklıdır. Hafta sonu biraz televizyonculuğun dinlendiği ve canlı yayına pek emek vermediği zamanlardır. Kimsenin yapmadığı şeyi yaptığın zaman çok seyrediliyorsun. Mesela biz bundan 10 sene önce programa başladığımızda hafta sonunun ‘h’si bile yoktu; çizgi film, magazin programları yayınlanırdı, canlı yayın yoktu. İlk biz başladık ve neredeyse şu an her kanalda hafta sonu programı yapıyor. Bu güzel bir şey ama bir süre sonra kendini tekrar etmeye başlıyorsun; aynı konukları dördüncü, beşinci defa aldığını fark ediyorsun. İşte o noktada televizyoncu böyle hissediyorsa farklılaşmanın zamanı gelmiştir.

Bir kısır döngü oluyor yani..
Evet kısır döngü... Aynı şey, aynı his, aynı izleyici kesimi, aynı görüntü, aynı format... Bir-iki senedir “Bir değişiklik yapsam” diye hissederken tam o sırada böyle bir teklif geldi, “Seni hafta içi değerlendirmek istiyoruz” şeklinde. Çünkü hafta sonu müthiş bir izleyici kitlesine de ulaşmıştık. Ben de bayıla bayıla kabul ettim.