Kadının üzerindeki yükler

Son birkaç ay beni çok zorladı.

Yonca Tokbaş

Yonca Tokbaş


Kadının üzerindeki yükler

2012 de çok zordu. Bana çok sancı çektirip çok büyük mucizeler doğurdu. Belki bunlar da benzer sancılar ve 2016 bana acayip şeyler doğurtacak.
Kapansın bu dönem, yenisi açılsın diye bekliyorum.
Dünyanın en sabırlı insanıyım; ama yanı başım sabırsız dolu. Beni zorlayan da o.
Düşünsene ateşlenmişsin, iki günde düşecek dinlensen.
Yok anacım basacaklar ilacı ki bu gece geçsin. Aynı hesap.
Geçirdiğim bu zor dönem için;
“Sen de mevsimler gibisin Yoncacım, olur böyle, kendine kızma, beceriksizsin sanma. Kendine merhamet et” demeye çalıştım.
Bugüne kadar olan şeyleri düşündüğümde, “Yuh be
Yonca! Süpersonik insansın be kızım!” derdim, tabii eğer Yonca bir arkadaşım olsaydı.
Oysa Yonca benim.
İnsan kendine iltifat etmiyor!
Eğer Yonca karşımda olsaydı, sımsıkı sarılırdım ona.
Ağla derdim omzumda. Sıkma kendini.
Ama Yonca benim.
Canım bir omuz istedi ağlayacak, ağlamamı susturmayacak, endişe edip kasılmayacak ve bu omuz istedim ki kocam veya annem olsun.
Olamadı.
Koşullar el vermedi.
Kocamın da omuza ihtiyacı oldu. Ve anladım ki, eğer sen hayatın boyunca omuz olmuşsan, tam ihtiyaç olan anda pilin bitik olabiliyor.
Zamansız bir çakışma.
Dahası, zamanında çok erken tüketilmiş olmanın yüzleşmesi koyuyor en çok.
Ulan bana ne oldu böyle diyorsun kendine, ve ne hale geldiğine isyan ediyorsun.
Ve bir kadın ne zaman isyan etse inanın bana hep yanlış zamanda isyan etmiş oluyor.
Ay hayır, kurban kurban yazmıyorum bunu. Bildiğin tespit bu.
Hep senden önce başkaları haklı. Sen haklıyken de haklı.
Nasıl iş anlamadım kardeşim. Hak meselesi değil çünkü yaşananlar.
Başa gelen yaşanıyor.
Zaten birbirimizi kırmıştık. Herkesin inadı tam gazdı.
Gurur filan da yaptık işte. Kasıldık kaldık kaskatı.
Yaşanan sağlık sorunlarına gerildik, korktuk filan.
Ha bütün bunlar olurken dünya düzeni aynen devam ediyor tabii.
Bu insan yapımı suni düzen olmasa, tek önceliğin çocuğun, ailen ve hayatta kalmak için ihtiyacın olan gıdayı üretmek olurdu, ama öyle değil.
Çocukların okulları, ihtiyaçları...
Evde bitmek tükenmek bilmeyen saçma sapan ev işleri, kendi işin, para kazanma ve yetinme derdin sıralasan bitmez ki!
Her şeyi sürekli dağınık bırakan çocuklarına aralıksız aynı cümleleri kurmanın insanı delirterek girdaba sürükleten hissi.
Kedinin, köpeğin, kuşların ihtiyaçları, bahçedeki çiçek ve ağaçların, hayallerin, planların.
Bütün bunlar arasında sana en iyi gelen şeylerden uzaklaşmak zorunda kalınca bozulan bedensel ruhsal dengen...
Kısacası; geberdim gönül yorgunluğundan!
Ha bunları kaldırırsın elbet ama, etrafında senin gücüne güç katan bir şeye ihtiyacın oluyor illa. Hani pilini şarj edecek priz gibi. E o da olmazsa pil çöpe.
Gözlerim şiş sürekli ağlamaktan.
Her daim güneşli bir coğrafyada yaşadığımdan, bulutların önemini anladığım gibi, arada benim de bulutlanmaya hatta yağmur olup yağmaya, buz tutup karlanmaya ihtiyacım var biliyorum.
Ben biliyorum da, yakınlarım bilemiyor bi türlü ve bu Yonca’ya karşı çok anlayışsız davranıyorlar.
Sanırım ben en çok buna kırılıp üzülüyorum.
Ben şeffafım. Neye ihtiyacım var söylerim. Bana sarıl derim.
İnsan zor zamanda en çok ailesinden şefkat ve anlayış görecek zannediyor ya, bir baktım tek gördüğüm eleştiri, sitem ve ne yapmam gerektiği konusunda aralıksız bir ders, akıl verme hali.
Oysa benim tek ihtiyacım şu cümleydi: “Halini görüyoruz. Çabanı da. En azından seni anladığımızı bil. Bizden yana için rahat olsun. Dahası, söyle sana nasıl yardımcı olabiliriz?”
Bu kadarcık bir cümle duysam Allah Allah, uçardım havalara. Hemen kaybettiğim enerjimi toplardım.
Oysa sürekli parmak sallanıyor bana. Seni gidi Yonca seni!
Yuh!
Hep başkasından örnekler, hep bütün bunlara dayanabilmiş örnekler, hep elalem anlamasın, çakmasın baskıları.
Ayol o elalem sanki anlamıyor mu? Veya elalem halimi anlasa ne olur, anlamasa ne olur?
De ki anladı, yeminle elalem bana daha anlayışla yaklaşıyor. De ki halimi aleyhimde tehdide çevirecek kadar kalleşler, e ayol bu onların insansızlığı, benim değil. Ben insanlara güvenirim ki!
Annemle çok tartıştım bu yüzden. Kırdık birbirimizi.
Annem de aynı şeyleri yaşamıştı. Onun da cefasına bak, yine benle yaşamak zorunda mı sanki?
Bilmiyorum bu anlattıklarım size ne ifade ediyor.
Ama bütün bunlar bana bir kadının üzerindeki yükleri bir kere daha düşündürttü.
Dahası, ben annemi kırmak istemedim. İstemiyorum.
O da beni kırmak istemiyor.
Ama onun açısından bana yardım etmek diye sandığı şey benim canımı acıtıyor şu anda. O da, nasıl olup da benim bu halde olduğumu kabul edemiyor ve isyan ediyor.
Çok karmaşık ilişkiler kimi zaman.
Kimsenin niyeti kötü değil, ama buluşamıyorsun bir türlü o yumuşak zeminde.
Bir türlü ‘ah kızım kıyamam sana’ demiyor annem bana, anlayamıyorum. Neyin endişesi bu, bu saatten sonra şımarıcam filan mı?
Hiçbir insan sonsuza kadar ağlayamıyor hem. Gözyaşı tükeniyor.
Hiçbir insan sonsuza kadar mutlu veya mutsuz olmuyor.
İniyor çıkıyor ibreler. Sıkılıyorsun sonra o ruh halinden, hemen kendini topluyorsun. Yeter ki sana o zaman, mekan ve anlayış verilsin.
Yüklerimiz çok ağır. Hani bu yüklerden kurtulacak olduğun bitiş tarihi de yok.
Tepesinden köküne asit dökülmüş ağaca dönüyoruz kimi zaman.
Kökleri kurtarmak kolay değil.
Hep çaba... Sabır... Zaman... Emek...
İnanın hepimizi anlıyorum.
Senin derdin sana ağır, benimki bana.
O anda gözün ondan başka bir şeyi de göremiyor.
İhtiyaç bazen sessizlik, bazen ağlamak, bazen de müzik...
Veya yalnız kalmak veya sarılmak.
Seni çözen neyse o.
Değerlerine sahip çıkarak bir şeyleri ayakta tutmaya çabalamak çok zor. Her şeye yetişmeyi denemek, herkesi mutlu etmeye, sağlığına emek vermeye çalışmak yorucu.
Gün geliyor koyverebiliyorsun, gün geliyor takılı kalıyorsun.
En zor maratondan da zor insan ilişkileri.
Yemin ederim 87 km koştum dağ tepe bu kadar yorulmadım.
Dinlenmek için bir dakika gerek belki. O bir dakika huzurla gelse sanacaksın ki belki 10 aydır dinleniyorsun ve kalkacaksın ayağa zıpkın gibi.
De işte nedense herkesin acelesi var.
İngilizcede bir deyim var ‘I feel for you’ (Senin için senin gibi hissediyorum) mu desem ne desem... Çok anlamlı.
Anlaşılmak, kabul görmek, kucaklanmak...
Pek değerli bu ara.
Lüks hatta...
Şubat mucizelerle gelsin e mi, yazacaktım.
Vazgeçtim.
Şubat mucizelerle geldi!
Yazmaya karar verdim, yazdım gitti.
Yonca ‘Kırık dökük’