Bir kadın tarafından yazıldı

Son zamanlarda en çok onun adını sayıklıyoruz: Pedro Pascal. Çapkın gülüşü, esprili yönü, karşı konulamaz karizması, açık sözlülüğüyle hepimizi fethetti. Fatih Pedro’nun kalplerimizi savaşsız kazanmasında onun “bir kadın tarafından yazılmış” hissi vermesi yatıyor.

Bir kadın tarafından yazıldı
İrem Naz Güvel

İrem Naz Güvel


Sosyal medya aleminde kulağımıza çınlayan “bir kadın tarafından yazılmış erkek” terimi, edebiyatta kadın yazarların kaleminden çıkmış karakterleri tanımlamak için kullanılıyor. Aslında onları “kitap sevgilisi” olarak da tanıyoruz.

Fotoğraf: GettyImages
Elele Temmuz - Ağustos 2025 sayısından

Mr. Darcy, Gilbert Blythe ya da Laurie gibi karakterler, kadınların duygularına saygı gösteren, onu kontrol etmek yerine anlamaya çalışan erkekler olarak sayfalardan hayal gücümüze sıçrayıp orada yer edindiler. Gövde gösterisi yerine anlayışlı, baskıcı tavırlar yerine saygıyı ön planda tutmalarıyla hanelerine bonus puan katıyorlar. Bu terim, yalnızca bir romantik fantezinin ürünü olarak algılanabilir ama biraz derine inince, aslında kadınların partnerlerinden ne beklediğine, neyi özlediğine ve neyi reddettiğine dair çok şey söylüyor.

Dikkat! Dikkat, bu yazı büyük ölçüde Pedro Pascal içermektedir. Lütfen kalbinize hakim olunuz!

Kadın tarafından yazılmış ‘erkek’ler, klasik maskülen kalıpları kıran, duygularını göstermekten çekinmeyen, empati kurabilen, kibirden uzak, güven veren bir erkek modeli. Bir nevi alternatif kurgu.

Fotoğraf: GettyImagesFotoğraf: GettyImages

Bir “adam” çizeceksin
Aslında kadın tarafından yazılmış erkek fikri, uzun süredir kadınların kolektif hayal gücünde var. Özellikle kadın hayranların, sevdikleri karakterleri alıp, onları kendi istedikleri gibi yeniden yazdığı fan fiction’lar bunun en iyi örneklerinden biri. Kaptan Amerika namı diğer Chris Evans, Sherlock Holmes, Dean Winchester gibi karakterler fan fiction dünyasında en çok hikayesi yazılan karakterler ve bu hikayelerde bambaşka biçimlerde, çoğunlukla duygusal ve romantik anlamlarda tekrar doğuyorlar. Gerçekte bir erkek tarafından yaratılan bu karakterlerin, kadın bakış açısıyla hamurları yoğruluyor, şekilleniyor ve fırınlanıyor. Böylece karakterler yalnızca bir arzu nesnesi değil, aynı zamanda anlayan, empati kuran, duygusal olarak erişilebilir birine dönüşüyor ve fan fiction’lar kadınların hissettiklerini, hayal ettiklerini ve arzuladıklarını da ifade etmelerine olanak tanıyor.

“Kadın tarafından yazılmış erkek”, klasik maskülen kalıpları kıran, duygularını göstermekten çekinmeyen, empati kurabilen, kibirden uzak, güven veren bir erkek modeli.”

Bu hikayelere bakıldığında, erkek yazarlar tarafından yaratılmış kadın karakterlerin ne kadar zayıf ve yüzeysel kaldığı çok daha görünür hale geliyor. Erkeklerin yazdığı kadın karakterler genellikle cinselleştirilmiş, tek boyutlu, ya da “erkek bakışı”nın süzgecinden geçmiş halleriyle var oluyor. Orada iç dünya yok, gelişim yok, karmaşa yok. Kadının hisleri, çelişkileri ya da arzuları değil, genellikle nasıl göründüğü, nasıl tepki verdiği ve erkeğe nasıl hizmet ettiği anlatılıyor. Bu yüzden kadınlar, kendi yazdıkları erkek karakterlerde sadece bir hayali değil, bir olması gerekeni de kurguluyor aslında.

Fotoğraf: GettyImagesFotoğraf: GettyImages

Ne “meyveli”, ne klasik
Bu erkekler bir çeşit duygusal ütopya yaratıyor. Mükemmel değil; tam tersine, insanlıkları kusurlarında saklı. Kırılganlıklarını saklamıyor, duygularını filtrelemeden gösteriyorlar. Aşkı bir sahiplenme değil, birlikte büyüme hali olarak yaşıyorlar. En çok da sevilmeyi sessizce, iddiasızca hak ediyorlar.

Bu tabir zaman zaman “fruity boy” kavramıyla da karıştırılabiliyor. İkisi bazı yönlerden örtüşse de aynı yerden beslenmiyor. Fruity boy’lar daha çok kendini kalıplardan sıyıran, dış görünüşüyle, tarzıyla ve jestleriyle normların dışında duran, bazen bilinçli olarak feminenleşen bir özgüveni temsil ediyor. Moda anlayışları, neşeli halleri, dansları, cilveli bakışları, çoğu zaman queer estetikle flört eden bir enerjiden doğuyor. Oysa kadın tarafından yazılmış erkekler daha içe dönük, daha sessiz bir şekilde devrim yapmalarıyla fark yaratıyor. Onların aykırılığı gözle değil, kalple hissediliyor. Gösterişten uzak, kalplerinin sesini dinleyerek ve daha sessiz bir devrim yaratıyorlar.

Fotoğraf: GettyImagesFotoğraf: GettyImages

Ve erkek doğdu: Pedro Pascal
Peki, Pedro Pascal bu tablonun neresinde derseniz, tam merkezinde. Hem de tüm dikkatleri üzerine çekecek şekilde. Çünkü o, bu tabirin adeta ete kemiğe bürünmüş hali. Onu sadece bir oyuncu olarak değil, bir varoluş biçimi olarak seviyoruz. Hem canlandırdığı karakterlerde hem de gerçek hayatında bu arketipi hayranlık uyandıran bir doğallıkla taşıyor. Birçok kişi tarafından “internet daddy’si”, “baby girl” gibi unvanlarla anılması tesadüf değil. Onun yarattığı etkiyi yalnızca çekiciliği veya yeteneğiyle sınırlamak haksızlık olur.

Game of Thrones’da Oberyn Martell karakteriyle hayatımıza girdiğinde içimizde bir şeyler uyandı, itiraf edelim. Oberyn’in oryantalist çekiciliği Pedro’nun bedeninde nefes almakla kalmadı, onun karakterinden de ipuçları taşıdı. Dizideki trajik sonunu hatırlamak bile istemiyoruz! Son dizisi The Last of Us’ta “Yılın Babası” seçilen Joel Miller rolüyle Pedro, hayallerimizdeki eş ve baba figürünü canlandırdı. Ne yazık ki onun da kaderi, tıpkı Oberyn’inki gibi acıyla son buldu. Neyse ki Pedro’nun kalbimizi paramparça etmesi yalnızca canlandırdığı karakterler aracılığıyla oldu, kendi kişiliğiyle değil.

Fotoğraf: GettyImagesFotoğraf: GettyImages

Trans kız kardeşi Lux Pascal’a verdiği açık destek ve “Protect the Dolls” (Bebekleri Koru) tişörtüyle trans kadınların haklarına dikkat çekmesi, onu trans hakları mücadelesinde güçlü bir aktivist figüre dönüştürdü.

Koruyucu melek
Pedro’muz trajik sonlu karakterleriyle karşımıza çıksa da, gerçek hayatında kendine has bir maskülenite modeli sunuyor. Ancak onu bu kadar özel yapan şey, kamera dışındaki hali. Pedro’muz, toplumsal olaylara karşı volume’ünü hiç düşürmüyor. Trans kız kardeşi Lux Pascal’a verdiği açık destek ve “Protect the Dolls” (Bebekleri Koru) tişörtüyle trans kadınların haklarına dikkat çekmesi, onu trans hakları mücadelesinde güçlü bir aktivist figüre dönüştürdü.

Feminen çizgilerle flört eden tarzı da bu tavrın bir parçası. Pedro, maskülenliğin sınırlarında dolaşmıyor, kendi sınırlarını zaten çoktan kaldırmış bir yerde duruyor. Cannes Film Festivali’nin kırmızı halısında belirdiğinde, herkesin gözü üstündeydi. Kolsuz üstü, bol kesim pantolonu ve o ikonik yumuşak hatlı gözlükleriyle alışılagelmişin dışındaydı. Ama Pedro’nun stil konusunda parlaması yeni değil. Met Gala’daki kırmızı takımı, geriye taranmış saçları ve mini şortuyla da milyon dolarlık bir görünüm sunmuştu.

Ünlü egosundan arınmış Pedro (gerçi daha önce öyle bir egosu var mıydı, şüpheliyiz) ile yolda karşılaşsak -hayalini kurmak bile keyifli- ya da ona DM’den yazsak, asla kafasını çevirmeyecek bir enerji yayıyor. Bu, “Hadi Pedro’ya DM yürüyelim” çağrısı değil elbette. Sadece onun, karşısındaki insana değer veren ve saygıyla yaklaşan biri olduğunu söylüyoruz. Örneğin, bir röportaj sırasında gazetecinin nail art’ını fark etmekle kalmayıp ona övgüler yağdırmış, tatlı tatlı sevinmişti. Karşısındakini “görünebilir” kılması, insanı kendine hayran bırakan detaylardan biri. “O bir kalp hırsızı” derken tam olarak bundan bahsediyoruz.

Fotoğraf: GettyImagesFotoğraf: GettyImages
Materialists’te Pedro ve Chris’le kamera karşısına geçen Dakota Johnson, tam anlamıyla hepimizin rüyasını yaşadı.

Dakota’nın ideal erkekler kulübü
Röportajlarında kırılganlığını gizlemeyen, kendini ispat etme ihtiyacı duymayan ve şefkatini saklamayan Pedro, yalnızca çekici değil; aynı zamanda izleyicide bir rahatlama, güven ve özdeşlik hissi uyandırıyor. Çünkü artık sadece “koruyan” değil, gerçekten “duyan” erkek karakterleri görmek istiyoruz. İnternet sevgilimiz Pedro, “erkek gibi erkek” kalıbına sığmayan, hatta bu tanımın kimseye iyi gelmediğinin farkında olan bir figür. Belki de bu yüzden onu izlerken ya da bir röportajını okurken içimizden şu cümle geçiyor: “Bunu bir kadın yazmış olmalı.”

Chris Evans ve Andrew Garfield da benzer bir enerji yayıyor. Kendilerini ulaşılmaz ya da aşırı güçlü göstermeye çalışmayan, duygularıyla barışık, nazik erkekler. Bu enerjiyi geçtiğimiz ay vizyona giren Materialists filminde bir kez daha hissettik. Bir yanında Pedro, diğer yanında Chris Evans ile kamera karşısına geçen Dakota Johnson ise adeta rüyalarımızı yaşadı. “Dakota, anlatsana, ikisiyle oynamak nasıldı?” dememek için kendimizi zor tutuyoruz!

Fotoğraf: GettyImagesFotoğraf: GettyImages
“Pedro’nun kendini ciddiye almayan tavrı, onu izleyicinin gözünde daha da ulaşılabilir gösteriyor.”

Erkeklik yeniden yazılıyor
Neden bu erkekleri bu kadar seviyoruz? Neden Pedro Pascal gibi figürleri izlerken içimizden bir şey yumuşuyor? Çünkü içten içe, böyle bir erkekliğin mümkün olduğunu görmek istiyoruz. Bu karakterleri sevme sebebimiz sadece aşk değil. Sadece romantik ilişkilerde değil, arkadaşlıkta, iş yerinde, sokakta da şefkate ve anlayışa ihtiyaç duyulan bir dönemdeyiz.

Kadınlar olarak, kırılmadan, korkmadan, küçülmeden var olabileceğimiz ilişkiler hayal ediyoruz. Bu hayal, duygusal olarak güvenli bir alan sunan, sevgiyi incelikle taşıyan, güç gösterisine ihtiyaç duymadan güçlü olabilen başka bir erkeklik biçiminin mümkün olduğuna dair bir umut doğuruyor. “Kadın tarafından yazılmış erkek” figürü, bu umudun ve yorgunluğa karşı verilen sessiz bir cevabın temsili. Kadınların kendi içlerinde bulmak istedikleri güvenin ve yumuşaklığın bir yansıması olduğu kadar, erkeklere de “duygusuz görünmek zorunda değilsin” mesajı da veriyor. Erkekliği yeniden yazmak mümkün.

Bir kadın tarafından yazıldı - Resim : 7Fotoğraf: GettyImages

Kadın eli değmiş gibi
Bazı erkek karakterler vardır, sayfaların arasından çıkıp okurun kalbimize dokunurlar. Bu karakterleri okurken içimizden “İşte böyle biri olmalı” cümlesini geçiririz. Çünkü bu karakterler yalnızca aşk nesneleri değil, “Nasıl bir erkeklik mümkün?” sorusunun da cevabı. Ortak noktası ise hepsinin bir kadın yazar tarafından yazılmış olması.

Yüzyıllar önce Jane Austen, Gurur ve Önyargı’daki Mr. Darcy karakteriyle, sert kabuğunun altında derin bir sevme kapasitesine sahip bir adam yazdı. Darcy, başta kibirli gibi görünse de sevdiği kadının zekasına, özgürlüğüne ve bireyliğine saygı duydu. Gururunu törpülediğinde hem Elizabeth’in hem de bizlerin gönlünü kazandı. Louisa May Alcott’un Küçük Kadınlar’ındaki Laurie ise, bir kadının hayallerine duyduğu saygıyla hatırlanır. Sevdiği kız onu seçmese bile onun kararına saygı gösterir ve duygularına sınır koymaz. Onu mutlu etmek için değil, mutlu olmasına engel olmamak için geri çekilir. Diana Gabaldon’ın Outlander serisindeki Jamie Fraser ise fiziksel olarak güçlü olmasına rağmen, partnerine her zaman eşit bir birey olarak yaklaşır. Onu korumak gibi bir içgüdüsü var ama bu korumacılık denetleyici ya da kısıtlayıcı değil.

Bu karakterler belki farklı yüzyıllarda, farklı dünyalarda yaşıyor olabilirler ama hepsi bir kadın yazarın kaleminden çıkan, ezmeyen, dinleyen, dönüşmeye erkeklik hallerini yansıttılar. Bu yüzden bu karakterleri sadece sevmiyor, onlarda özlemini duyduğumuz bir ilişki biçimini, güven hissini ve eşitliği de buluyoruz.