Bozcaada

Bozcaada’da birbiri ardına açılan yeni restoranları denemek, adanın bağlarında dolaşmak ve Ege sularına kendimi bırakmak için Bozcaada’daydım. Siz de kendinize bir tatil rotası arıyorsanız, 14 Eylül'de adada düzenlenecek Yerel Tatlar Festivali'ni bahane edin, burayı ziyaret edin!

Bozcaada

Son gün sabahtan denize girmek için Akvaryum koyuna gidiyorum. Su cam gibi ve çok soğuk. Akvaryum koyundan çıkıp öğlen yemeği ve son bir kez denize girmek için Sulubahçe tarafına gidiyorum. Deniz sonrası, Ayazma’da adanın en eski restoranı olan ve üç kuşaktır işletilen Koreli’de öğle yemeği yiyorum. Bu yıl işletmesine yatırımlar yaparak yenileyen Koreli’de yemek bitince çay siparişi vererek bir süre Ayazma’nın renkli kalabalığını izliyorum. Otele dönmeden merkeze doğru giderken yol üzerinde gördüğüm Bozcaada Kitapçısı’na uğramak istiyorum ancak kapalı. Dükkanın kapısındaki yazı Bozcaada’nın felsefesini ve aslında çoğumuzun hayalini anlatıyor: “Bazen Kapalıyız”. Kitapçıdan dönerken Aki Gift Shop’u farketmemek imkansız. Özenle seçilmiş tasarım objelerin ve hediyeliklerin olduğu bu dükkandan çıkmak oldukça zor. İstanbul’da çalışırken adayı hatırlamak için kağıttan gemiyi andıran seramik bir biblo ile (kağıt ağırlığı olarak kullanmak için) el yapımı bir defter alıyorum. Sonrasında fotoğraflarını çektiğim kırmızı kapılı binanın karşısındaki ModAda’yı keşfediyorum. Kendi üretimleri olan seramik biblolar ve kıyafetlerin satıldığı bu dükkândaki melek figürlerine ve şarap kadehlerine bayılıyorum. Dükkândaki kıyafetlerin dükkânın sahibi Hülya Koloğlu tarafından tasarlanıp dikildiğini, ailenin aynı zamanda Talay Bağları Konuk Evi’nin de sahibi olduğunu alışveriş sırasında öğreniyorum. İstanbul’a dönüş yolunda yiyelim diye merkezdeki manavdan meyve alıyorum. Meyveler kese kağıdı ile veriliyor, poşet torba yok. 5 Haziran 2011’de Belediye naylon ve plastik poşet kullanımını yasaklamış adada. İstanbul’a dönüş yolunda feribotta Tom Hodgkinson’un “Tembel Ayaklanması” isimli kitabını okuyorum. Kitap özetle yan gelip yatmanın manifestosunu anlatıyor, tembellerin gerçek dünyanın dışında yaşadığı söyleniyor.  Galiba doğru, zira Bozcaada’da tembellik yapabiliyorum ve burası lezzetli restoranları, sakin plajları ve renkli sokakları ile gerçek dünyadan o kadar uzak ki. Yetişmesi gereken projeler, yapılması gereken işler, yazılması gereken yazılar, hepsi kilometrelerce uzakta. Adaya tekrar Yerel Tatlar Festivali’nde (14 Eylül) Bozcaada’ da yaşayan hanımların elleriyle hazırladığı adaya özgü yöresel yemeklerin tadına bakmak ve denizle vedalaşmak için Eylül ortasında gelmeyi planlıyorum.Bu yaz Cumhuriyet Mahallesi’nde Ela Tenedos isimli bir de yeni bir butik otel açıldı. Öğrendim ki, Tenedos adanın eski adı, Ela ise Rumca “gel” demekmiş. Otelin içine girmeden adı bile kalbini çalıyor insanın. Adanın mimarlarından Filiz Akarsu geleneksel Bozcaada kültürünü modern ve konforlu çizgilerle birleştirerek tasarlamış oteli. Ela Tenedos beyaz, mavi renklerde sade bir dekorasyona sahip. Terasta kale manzarasına karşı açık büfe olarak sunulan kahvaltısı pek lezzetli.
Cumhuriyet Mahallesi’nden çıkıp adadakilerin altında kahve çay içip tavla oynadıkları meydandaki büyük çınar ağacını geçip sahile doğru yürüyorum. Gün batmak üzere, bu saatlerde adada en güzel manzarayı cafe ve bar olarak hizmet veren Polente’nin terasından izleyebilirsiniz. Polente adını adanın en batı ucundaki fenerden alıyor. Burası adanın girişinde mavili beyazlı masa ve sandalyeleriyle adaya ayak basanları karşılayan ilk mekan. Dört yaşından beri adada yaşan Polente’nin sahibi Hüseyin Pehlivan’ın oğlu DJ olduğu için gün batımında manzarayı seyredip Polente’nin spesiyali karadut, vişne ya da gelincik votkanızı yudumlarken 90’lardan harika parçalar dinleyebilirsiniz. Akşam yemeğini sahildeki restoranlardan birinde yemeye karar veriyorum. Paşa Balıkevi, Mavi Beyaz, Koreli ya da yine yeni açılmış mekanlardan olan Gümüş Otelin önündeki Kandilli’de mi yesem diye düşünüyorum. En sonunda Yakamoz’da oturmaya karar veriyorum. Burayı sevmemin sebebi kabak çiçeği, ahtapot böreği ve sıcak ot ile balığımı beklerken, kaleye ve sahile bakan masamda hem yemeklerin hem manzaranın keyfini çıkarabiliyorum.
Ertesi sabah kahvaltı sonrası Bozcaada’nın en ünlü plajlarından biri olan Habbele’ye gidiyorum. Her yaz denize girmek için tercih ettiğimiz Habbele’nin sadece kendi otelinden konuk kabul edebildiğini hayretle öğreniyorum. Bu bende az da olsa hayal kırıklığı yaratsa da küçük bir ada turuyla Tuzburnu Koyu’nda bulunan Ataol Beach’e ulaşıyorum. Corvus Şarap Fabrikasını geçtikten hemen sonra ulaştığım Ataol Beach’in 19 bungalow’lu konaklama imkanı sunduğunu genç işletmecisi Emrah Ataol’dan öğreniyorum. Ataol Beach özel bir plaj olsa da sadece otel müşterilerine değil herkese hizmet veriyor. Bozcaada’nın suyunu biraz soğuk bulanlar için tesisin bir de yüzme havuzu mevcut. Plajda güneşlenmek isteyenlerin tüm konforu düşünülmüş. Bozcada’nın diğer tüm koyları gibi, bu kendine özgü ve güzel koyda biraz dinlenip kitabıma gömülmek için hemen bir şemsiye kiralıyorum. Manzaranın ve denizin keyfini çıkardıktan sonra Ataol Beach’ten ayrılıp Ayazma tarafına doğru gidiyorum. Akşamüzeri bir şeyler içmek için en güzel manzara Ayazma’daki Vahit’in Yeri’nde. Vahit’in Yeri’nin hemen aşağısında Ayazma Plajı var. Burası her daim kalabalık. Otele dönüp hazırlanıyorum. Akşam yemeği için bir gün önceden rezervasyon yaptığım Maya’ya gideceğim. Sahibi Selçuk Aykan sabah beni arayıp akşam yemeği için et mi balık mı tercih ettiğimi soruyor. Adada hep balık yediğim için bu sefer tercihimi etten yana kullanıyorum.
Akşam karanlığında Selçuk Aykan’ın bağ evini bulmak o kadar da kolay olmuyor. Adanın içerisine giden yolda 2. Amerikan Çeşme’yi geçtikten hemen sonra sola döndüğünüzde toprak yolu takip edip ulaşıyorsunuz bağ evine. Selçuk Aykan beni ve arkadaşlarımı kapıda karşılıyor. Artık ada müdavimlerinin bildiği bir restoran olan Maya’da biri 10 kişilik, diğerleri 4’er kişilik toplam 3 masa var, mutfakta Selçuk Aykan dahil sadece 3 kişi çalışıyor  ve maksimum 20 kişi için yemek yapılıyor. Burası tam anlamıyla bir butik restoran. Türkiye dışında Rusya, İngiltere, Suudi Arabistan gibi birçok farklı ülkede uzun yıllar finans sektöründe çalıştıktan sonra adada bağ evi alıp buraya yerleşen Aykan sonrasında mutfağa merak sarıyor ve farklı bir tarz sunan Maya’yı hayata geçiriyor. Masamıza önce hepsi kendi imalatı olan farklı peynirlerle dolu bir tabak geliyor. Sonrasında bir şarküteri tabağı, zeytinyağlı fasulye, havuçlu meze, sebze ızgara. Etlerimiz lüks restoranlardaki gibi tahta servis üzerinde sunuluyor, seçiyoruz ne istediğimizi. Selçuk Aykan mangalın başına geçiyor. “Çok çeşit yok bizde ancak her şey taze, siz gelmeden 2 saat önce yapılıyor” diyor. Evini çevreleyen yaklaşık 10 dönümlük bağda Merlot, Cabernet Sauvignon ve Kuntra üzümleri yetiştiriyor ve kendi şarabını kendi yapıyor. Bize de şaraplarından ikram ediyor. Bir arkadaşımın evinde yemeğe gelmiş hissindeyim. Neden peynir ürettiğini sorduğumda ise “İstediğim damak tadında peyniri adaya getirmek çok pahalı olduğu için ve zaman zaman da istediğim gibi peynir bulamadığımdan, yani sırf kendim için üretmeye başladım” diyor. Maya’nın akşam yemeği kadar kahvaltılarının da meşhur olduğunu söylemeye gerek yok.
Yazı: Özge Altınok Lokmanhekim

İstanbul havasını arkamda bıraktıktan sonra Bozcaada’ya varır varmaz hem limana hem de adanın merkezine tepeden bakan, mavi ve beyaz cephesiyle Santorini’deki butik otelleri andıran 11 odalı Limani Otel’de zemin kattaki odama yerleşiyorum. Eşyalarımı bırakıp bir şeyler atıştırmak üzere merkezdeki Cumhuriyet Mahallesi’ne doğru yürüyorum. Bozcaada’nın butik otel, pansiyon, restoran ve cafelerine ev sahipliği yapan Cumhuriyet Mahallesi’nde, postanenin karşısında Çınar Çarşı Caddesi’nin köşesindeki Corvus Şarap Dükkanı’nın yanında, yol kenarındaki Lodos Restoran’ın ahşap masalarından birine oturuyorum. Fonda Rum müziği çalıyor. Ada rüzgarlı ancak bu ara sokağa güneş vuruyor.  Menüyü on dakika inceliyorum. Çekirdekleri alınmış kırma zeytin, tulum peyniri, ceviz ve sarımsaktan oluşan Ege mezesi, zahter salatası, radika, turp otu, akdiken ve kayakoruğundan oluşan ot tabağı, füme mürekkep balığı ile taze börülce salatası, rezeneli sübye yahni siparişi veriyorum. Hepsinden azar azar. Menüdeki her şeyi denemek istediğimi anlayan Türkan Çim Işık (Sonradan kendisinin Lodos Restoran’ın sahibi olduğunu öğreniyorum) “Sakızlı enginarı da denemenizi tavsiye ederim” diyor. Türkan Çim Işık adanın en eskilerinden, Lodos Restoran’ı 1999’da açmış. Lodos’un mutfağında doğal olmayan, genetiği ile oynanmış ürünler yok. Örneğin mısır kullanmıyorlar, konserve ürün almıyorlar. Zahteri Antakya’dan, salçayı ve baharatları Antep’ten, börülceyi Balıkesir’den alıyorlar. Çiftlik balığı mutfak kapısından girmiyor.  Sohbetimiz sırasında Nejat Bey’in lakerda, balık pastırması, fümeler dahil deniz ürünlerini kendi mutfağında yaptığını öğreniyorum. Lodos’un hemen yakınında yer alan Simyon Meyhane el değiştirmiş, artık Uğur Mutay işletiyor. Sorup soruşturuyorum ve akşam yemeği için buraya rezervasyon yaptırırsam kız bohçası, ada kalamarı ve beğendili ahtapot sipariş etmem gerektiğini öğreniyorum.
Lodos Restoran’ın taze karadut sosu ile servis edilen sakızlı muhallebisinden de yedikten sonra adanın sokaklarında kaybolmak üzere yürümeye başlıyorum. Arnavut kaldırımı sokaklar, beyaz boyalı evler, renkli kapılar, ada gerçekten güzel. Turizmin gelişmesi ile adanın her yerinde restorasyonlar, düzenlemeler başlamış. Ada yeniden yapılanıyor. Cumhuriyet Mahallesi’nde bu yaz yeni restoranlar, oteller açıldı. Bunlar arasında favorilerimden biri geçtiğimiz Nisan ayında Alsancak Sokak’ta açılan Ada’m. İzmirli genç işletmeci Saada Delen tam bir ada müdavimi ve hayatını Bozcaada’ya taşımış. Adamın mutfağında genç Şef Banu Nas var. Öğle saatlerinde ciabatta ekmeğinde balık ekmek servis ediyor akşam ise beğendili balık kavurma, enginarlı ahtapot ya da şarap soslu midye ile donatıyor sofranızı. Asma yaprağında levrek mutlaka tadılması gerekenlerin başında geliyor. Yemek yiyip hemen kalkmaz, buranın biraz daha keyfini sürmek isterseniz eski Türkçe plakları dinlerken taze meyve suları ile yapılan shot’ınızı yudumlayabilirsiniz.
Cumhuriyet Mahallesi’nin yeni sayılabilecek mekanlarından biri de Kapı 14. Eski bir Rum evi olan bu bina (adanın da ilk karakolu olduğunu öğreniyorum) şimdi meyhane olarak hizmet veriyor. Sumru Yavrucuk’un yeğeni Kutlu Yavrucuk’un sahibi olduğu Kapı 14’ün et mönüsü zengin. Köftesi ve balık pastırmasını mutlaka deneyin. Gecenin ilerleyen saatlerinde canınız balık çorbası isterse doğru adres burası.