Telefonun yoksa sen bir hiçsin!

Telefonu elinden hiç atamayanlara...

Kürşat Başar

Kürşat Başar


Telefonun yoksa sen bir hiçsin!

Artık en yakınlarımızla, çocuklarımızla, sevgilimizle, eşimizle bile aramızda bir yabancı var. Aslında bir yabancı demek doğru değil. Bütün bir dünya var. Artık hiçbirimiz, iki kişiyken baş başa değiliz. En önemli, en mahrem bir konuyu konuşurken bile elimizde telefon, her an gelen sinyal sesleri… Uzun bir cümleyi tamamlamanıza imkan yok. Toplantı yaparken, önemli bir iş konuşurken, özel hayatımızla ilgili bir şey paylaşırken hatta kavga ederken bile yanımızda birileri var. Telefon öyle bir hale gelmiş ki, şarjı bittiği zaman insanlar paniğe kapılıyor, ilacını evde unutmuş biri gibi elleri titriyor. Bu nedenle artık lokantalarda bile masaya şarj cihazı getiriliyor. 1-2 mesaj atan, yanıt alamazsa, ‘Neredesin, sana ulaşamıyorum, merak ettim’ diye strese giriyor. Hiç kimseyle konuşmasak bile, alakasız insanların paylaştığı resimleri, bilgileri, haberleri inceliyoruz.

‘Telefonun yoksa sen bir hiçsin’ gibi bir durum var. Geçenlerde Kıbrıs’a gitmiştim. Yemek sırasında yanımdaki arkadaş suyu telefonumun üzerine döktü. Telefon anında gitti. Herkes panik halinde, telefonu kurutma makinasıyla kurutuyorlar, birtakım işlemler yapıyorlar. Tabii bir işe yaramadı. Ben fazla umursamadım. Üstelik iki gün daha orada kalacağım. Rahat rahat yatıp uyudum. Tabii durumun vahametini ertesi gün fark ettim. Beni arayanlar, annem dahil, ulaşamadıkları için deliye dönmüşler. Neyse ki oteli bilen yardımcımı bulmuşlar. Yani başıma bir şey gelmediğini anlayıp rahatlamışlar. Bu arada bütün arkadaşlarım bana telefon getiriyor, orada kaldığım sürece kullanmam için ısrar ediyor. Kendi kendime düşündüm. Yıllar önce, dünyanın öbür ucuna gittiğimde, normal ev telefonuyla bile konuşulamazken kimse beni merak etmiyordu. Şimdi annem bile uçak indiği an telefonum açık değilse saatleri hesaplayıp heyecana kapılıyor. Aynı annem, yıllar önce, babam iki yıllığına bir göreve gittiğinde, ayda bir kez zar zor telefonla konuşabiliyordu oysa ki…

Telesekreter yokken, evde değilseniz arayanlardan haberiniz bile olmazdı. Bir arkadaşımla geçenlerde yemek yiyoruz. Yemek önemli çünkü 15 yıllık eşinden ayrılmak üzere ve benimle bu konuyu konuşmak için yemeğe çıkmış. Ama hayatının belki de en önemli kararını verecekken ve tam bana neler olup bittiğini anlatırken gözü sürekli masanın üzerindeki cep telefonunda. Ha bire oradan gelen sinyal seslerine bakıyor, Instagram’ı inceliyor, WhatsApp mesajlarına bakıyor. Tam bir şey konuşurken yarım kalıyor. Konserlerimizi izlemeye gelenlerin çoğu, eğlenip müzik dinlemek yerine ellerinde telefon çekim yapıyor. Fotoğraf çekip arkadaşlarıyla paylaşıyor. O ‘an’ın güzelliğini yaşamaktan çok onu başkalarına bildirmek gibi garip bir duygu içerisinde…

Mesleki deformasyona uğramış gazetecilere döndü herkes. Biz gazeteciler bir yere gittiğimizde, en güzel anda bile ortalığı izleyip haber çıkartmaya çalışırız çünkü. Birkaç hafta önce bir lokalde canlı müzik dinlemeye gittim. Piyanistin tam arkasında oturuyorum. Adam, piyano çalıyor, aynı anda yanındaki cep telefonundan mesaj yazıyor, mesajlarını okuyor. Telefonun ışığı karanlıkta sürekli yanıp sönüyor. Tümüyle odaklanmanız gereken bir işte bile durum bu. Umarım ameliyatlarda da cerrahlar eşlerinden gelen, ‘Neredesin, aradım açmadın’ mesajlarına cevap yetiştirmiyordur.

Herkesin eli sürekli ekranın üzerinde. Sanırsınız ki bir parmak hareketiyle hayatı değişecek. O derece bir bağımlılık. Trafikte araba kullanırken bile mesaj yazan bir milletiz. Hani o anda internete girmesek trilyonlar kaybedecek bir borsacı olsak anlayacağım. Toplantı yaparken sonunda cep telefonu kullanmayı yasakladım. Çünkü konuştuklarımızı ertesi toplantı yeniden konuşuyoruz. Herkes bir yandan telefonla meşgul olduğu için kimse ne konuşulduğuna konsantre olamıyor. Televizyonda canlı tartışma programlarına bakıyor musunuz? Tartışırken bir yandan ellerinde telefon, oradan gelen mesajlarla uğraşıyorlar. En mahrem anlarımızda bile yanımızda birileri var. Ve ne gariptir ki bundan kimse vazgeçemiyor. Telefonu içeride odada unutunca bile deliye dönüyor, ‘Telefonum nerede, beni bir çaldırsana’ demeye başlıyor. Sigara tiryakiliğinden beter bir bağımlılık. İşin komik yanı, madde bağımlılığı dediğiniz şey, keyif veren maddeye bağımlılıktır. Telefonun bize keyif veren bir şey olduğunu hiç sanmıyorum. Tam neşeli bir ortamda sohbet ederken biri Twitter’dan ya da Instagram’dan bir şey görüyor, bir anda hepimizin moralini bozacak bir haberi bildiriyor. Sabah kahvemi almış, kitabıma çalışmak üzere bilgisayarın başına oturmuşken Facebook’u açıyorum, dünyanın bilmem neresinde bir manyağın kestiği köpek resimlerini görüyorum. Yıllar önce Fazıl Say, bir konserinde çalan cep telefonuna kızmıştı. Artık sanırım o da kızmıyordur çünkü binlerce kişinin iki saat boyunca telefonunu kapatacağına inanmak için saf olmak gerekiyor. Ben uçaklarda bile telefonları herkesin kapattığına inanmıyorum. Uçak yere konduğu anda herkeste bir heyecan herkes telefonları açıyor, hemen bir saattir konuşamadığı birini aramaya başlıyor. Öyle bir görüntü ki, sanırsınız, nükleer savaştan kurtulmuşuz ve başka kim kurtuldu diye meraktayız. Bana öyle geliyor ki, bir yere giderken sevgilinizi, eşinizi unutmanız o kadar önemli değil de telefonu unutursanız kesinlikle geri dönersiniz.