Kaç eşya ile yaşayabilirsiniz?

Durmadan satın alıyoruz.

Deniz Çakmakcı

Deniz Çakmakcı


Kaç eşya ile yaşayabilirsiniz?

Maddi imkanlarımıza göre ve hatta onun da üstünde, borçlanarak ne yapıp edip satın alıyoruz.

Aslında ruhumuzu doyurmak için bu alma sevdası. Bütün gün bir başkası için canhıraş çalışıyoruz ve kazandığımız para ile de acıkan ruhumuzu doyurmak için olduk olmadık şeyler alıyoruz. Basit psikolojik açıklaması bu. Ama etkisi bu kadar basit değil.

Kredi kartına 9 taksit hayatlarımız.

Yeni kıyafetler, ayakkabılar, son model arabalar, yeni ev eşyaları, aksesuarlar, en son çıkan cep telefonları…

Her şey bir yana bu cep telefonu mevzusu bir yana! Türkiye’ye özgü apayrı bir uzmanlık alanı. En parası olmayanın bile elinde en büyük ve pahalısı mevcut. Prestij göstergesi sanıyoruz fena halde!

Bir paket bu aslında. Erkenden kalkış, trafik, iş, ev, çoluk çocuk, aile, koşturma… Nefes almadan koşturunca da alışverişe nefes aldıran bir can simidi gibi sarılış.

Benim bu zincirin en sadık halkalarından biri olduğumu anlamam ise kurumsal hayattan çıkma şansını elde etmem ile başladı. Saatlerini kendim ayarlayabildiğim bir işe ve daha çok boş zamana kavuşunca da –şanslı olanlardanım- aklım başıma geldi.

Çok fazla eşyam olduğunu elbette biliyordum ama bu durum bana ilk kez rahatsızlık vermeye başladı.

Giymediğim dolaplar dolusu kıyafet.

En büyük saplantım olan ayakkabılar.

Onlar benim bebeklerim dediğim çantalarım.

Kozmetik ürünü ve makyaj malzemesi adına piyasada ne varsa tamamı.

Sonra yüzlerce parça hiç kullanmadığım yemek takımım, yarısı kırılmış asla bir takım oluşturmayan bardaklar, saklama kapları.

Tam 5 tane süzgeçim varmış mesela. Bildiğiniz makarna süzgeci. Yenisi çıktıkça almışım, silikon, metal, büyük, küçük, kırmızı, mor… Kim bilir ne zaman ve daha da önemlisi ne düşünerek aldığımı merak ettiğim bir çikolata yapma makinesi buldum kutusu açılmamış. Bir ‘çikolata yapma makinesi’… Hay Allahım, gülüyorum kendime :)

Bir de annemden bana kalan ‘lazım olur’ kafası var pek tabi. Bizim ailenin kadınlarının DNA’sında vardır bu ‘lazım olur’.  

- Anneee, 4 kişilik ailem, 5 çift kişilik, 6 tek kişilik battaniyem var.

- Battaniyeden zarar gelmez kızım, lazım olur, sok dolabın üstüne!

Veya,

- Annee, bu kadar bavulu n’apıcam? Matruşka gibi içiçe koymuşuz hepsini

- İki tane çocuğun var, lazım olur!

- Çocuklar bavulda mı yatacak anne niye lazım olsun?

- Cevap verme annene! 

şeklindeki diyaloglar sıkça geçse de aramızda, ben de içten içe bir “lazım olur” kadınıyım. Üstelik bir “amazon kadını” efektine sahip olmak bir yana dursun, insanı aşağı çeken bir yanı bile mevcut bu tanımlamanın! 

Oldukça yavaş bir şekilde de olsa, bir süredir evden-elden çıkartıyorum hiç kulanmadığım eşyaları.  Hafiflik yavaş yavaş siniyor hayatımın köşelerine.

Amerika’da başlayan “100 thing challenge” bizde duyulan adı ile ise “100 şey ile yaşamak projesi”nden haberiniz vardır. Proje sosyal medyada örgütlendi ve çığ gibi büyüdü dünyada. Bu rüzgara kapılan kişiler, her şey dahil toplam 100 eşyanın dışında kalan eşyalarını veriyor, satıyor veya bağışlıyorlar. Bu 100 eşya ile hayatlarına devam ediyorlar. Yaşamlarının bu şekilde heyecanlı ve huzurlu olduğunu söylüyorlar. Tabi amaç tüketimin esiri olmadan, yüklerden kurtulmak, hayatı sakinleştirip güzelleştirmek.

100 eşya ile yaşamak net olarak imkansız benim için, o kadar da değil elbette. Ama kendimce bir yolculuğa çıktım. Hem dışardan gözlemlenebilecek bir yolculuk bu, hem de iç dünyamla ilgili aslında. Sadeleşiyorum. Önce göze çarpan fazlalıkta eşyalarımdan başladım.

Topuklu ayakkabılarımın çoğuyla vedalaştım.

Ki bir ayakkabının bir kadın için ne demek olduğunu anlatmama gerek yok, değil mi?
 

Büyük bir umutla sakladığım ama artık bir daha asla bir araya gelemeyeceğimizi kabullendiğim 36 beden kıyafetlerimle, evde tek tük kalmış bardak-tabaklarla, hediye gelmiş onlarca çerçeve, mumluk, nar, fil… Onlarca kaşkol, eldiven, şapka… saymaya üşendiğim adette havlu ile…

Ve daha bir sürü eşya ile vedalaştım. 

Bir bağımlılığım yok diye övünürdüm. Varmış. Ben bir eşya bağımlısıymışım. Keşke bu kadar çok eşyaya para harcayacağıma daha çok seyahat etseymişim mesela. Köle olmuşum tüketim dünyasına.

Ve bir kez daha annemin dediğine geldim sevgili okur! 50 derece havada “şemsiye al yağmur yağacak” diyen anneme gülüp “saçmalama” dersem, yağan sağanak yağmurda çamaşırıma kadar ıslanıp eve öyle gelir, bir hafta hasta yatarım ben. Annemin dilinde tüy bitti paranı boş yere harcama demekten. Elbette dinlemedim. Ben dayak yiye yiye öğrenenlerdenim. Zarara girmeden, kazık yemeden ne bir laftan anlarım, ne bir dosttan vazgeçerim. Ah anneeee ahhh! 

Eşyalarla vedalaştıkça ruhuma da bir dinginlik gelmeye başladı. Tırnaklarım kısacık artık mesela. Saatten başka bir şey takmıyorum. Incecik bir alyansım var ve bir de kızlarımın isimlerinin yazdığı yüzüğüm. Paha olarak kıymeti olan tüm takılar bir banka kasasına kalktı çoktan.

Bir toplantım yoksa neredeyse makyaj yapmıyorum. Kapatıcılar, pudralar, eyelinerlar, kat kat kat sürmek yok artık. Yoruluyorum, sıkılıyorum. Cildim çok güzel tepki verdi buna, ışıldıyor, “sağlıklıyım” diye bağırıyor. Bir CC krem ve maskara ile atıyorum kendimi dışarı.

Kırk yılda bir gerekip, dört dörtlük bir makyaj yaptığımda da eskiden olmayan gibi bir etki yaratıyorum bu da cabası tabiii... 

Dinliyorum, etrafı, sesleri, insanları…

Daha az konuşuyorum.

Daha çok düşünüyorum.

Daha çok yazıyorum.

Eşyalarım kadar insanları da azalttım hayatımdaki. Ruhuma iyi gelenler kaldı. Şartlar ne olursa olsun yanında olduğuma, dostluk gösterdiğime pişman edenlerden uzaklaştım mesela, dedikodu mühim değil ama kalbinin siyah bir kuyu olduğunu fark ettiklerimi direk çöp kutusuna yolladım, çöp kutusunu da boşalttım. 

“Az ama öz”

“Less is more”

adına ne derseniz… 

Peki siz ne kadarından vazgeçebilirsiniz eşyalarınızın?

100 eşya ile yaşamak çok iddialı olurdu ama oturup ciddi ciddi bir düşünsenize hangi eşyalarınız, hatta eşyanın yanı sıra kimler olmasa hayatınızda hiçbir şey eksilmezdi?

O kadar çok cevap buldum ki ben bu sorulara. Eminim size de aynı şey olacak. 

Reklam filmindeki gibi: “Atsan atılmaz, satsan satılmaz değil, satılır da atılır da” 

Çakmakcı ailesinin hayatındaki yeni “trend” bu. Sadelik! Ve önümüzdeki kış bu alanda atılacak önemli adımlar bizi bekliyor.

Ben kıymetliyim.

Emeğim kıymetli.

Param kıymetli.

Vaktim kıymetli.

Bunların hiçbirinin bir damlasını boşa harcamamaya kararlıyım!

Ne demişler geç olsun güç olmasın, geç de olsa bu kafaya geldiğim için mutluyum.

Darısı başınıza!

Sevgiler...

Deniz Çakmakcı
@onbesdakika