'Bir cuma akşamının hatır defteri'
Bazı geceler vardır, yaşandığı anda anlamazsın ama ruhuna ince bir iğneyle işlenir. Aylar sonra bile bir şarkı duyduğunda, bir kokuya denk geldiğinde, o gecenin seni elinden tutup geri çağırdığını hissedersin. İşte cuma akşamı da tam öyle bir geceydi...
Esin Övet
Güzel keyifli sohbetin eşlik ettiği bir yemek, ardından ruha iyi gelen iki güzel sesten, unutulmaz şarkıların eşlik ettiği bir gece.
Akşam yemeği Nişantaşı Cabbar’da çok sevdiğim bir çift arkadaşım olan Çiğdem ve Ali Akkalay’ın 29. evlilik yılı şerefine buluşmamızla ile başladı.
Dile kolay; Artık ilişkiler köpük gibi sönüyor; sabırsızlık, tahammülsüzlük, ben-merkezcilik hep bir adım önde.
Evlilik dediğin şey neredeyse bir tapu senedine, bir sözleşmeye, bir avantaj–dezavantaj tablosuna dönmüş durumda.
O yüzden uzun soluklu bir birlikteliğe denk gelince, insan farkında olmadan içinden “Helal be!” diyor.
Çünkü bu zamanda sevgiye tutunmak, her gün yeniden, her zorluğa rağmen “Biz olmayı” seçmek hakikaten büyük iş.
Bu sebeple yemek, sohbet keyifliydi ama asıl gecenin devamı bizi çok daha başka bir dünyaya götürecek bir perdeyi de araladı.
Mecidiyeköy Günay Restaurant’a sahne ışıkları yandı ve sahneye bir enerji düştü.
O enerji Aşkın Nur Yengi’ydi.
Işığın altında, elinde mikrofonla, o kendine has sahne duruşuyla, herkesi bir anda kendi temposuna çekti.
Gülüşü içtendi, sesi tertemizdi, enerjisi sanki mekânın tavanını yukarı doğru kaldırıyordu.
“Serserim benim, deli dolu sevgilim…” diye haykırdığı an ise mekânda herkesin kalbine bir kıvılcım düşürdü.
O şarkıyı dinlerken, ister istemez kendi gençliğinin bir köşesine dönüyor insan.
Belki ilk aşkına, belki en güzel gecesine, belki de hiç unutamadığı bir ana…
“Ay İnanmıyorum” derken göbekleri attırdı. Ve “Benden selam söyleyin bütün aşklarıma” derken hepimizin giderli yanını ortaya çıkarttı.
Aşkın artık evimizden biri gibi. Bizim ailemizden.
Sözleri, bakışları, sözlerdi, ifadeleri bizden.
Yani Aşkın Nur Yengi sahnede sadece şarkı söylemiyor; insanın içindeki hatıra kutusuna taze bir sayfa daha ekliyordu.

Ve Erol Engin zamanı…
Günay’ın ışıkları sanki yılların zarafetini korumak için özel bir filtreden geçirilmiş gibiydi.
Sahnede Aşkın Nur Yengi sonrasında, Erol Evgin belirdi.
Erol Bey hâlâ o eski İstanbul beyefendisi…
Sesi hâlâ pırıl pırıl, zarafeti hâlâ yerli yerinde.
Anlattığı her anı, söylediği her şarkı, insanın kalbine “iyi ki” dedirten cinsten.
Hani bazı insanlar vardır, sahneye çıktığında sadece şarkı söylemez; yaşanmışlıklarını, tecrübelerini, samimiyetlerini de beraberinde getirir ya…
Tam öyle işte.
O gece, onun sesi geçmişle bugünü öyle güzel harmanladı ki; hepimiz bir noktada, yıllar öncesinin içimize sinmiş anılarına doğru sessizce yol aldık.
Tabii arada Aşkın Nur Yengi ve Erol Engin ile Kulis’te kavuştuk. Sarıldık, dertleştik…
O güzel seslerin, yorumların, şarkıların üstüne bir de güzel sohbet ekleninde unutulmaz bir gece ekledim anı defterime.
Bakın şunu söylemeden geçemem…
2025 kolay bir yıl olmadı.
Zorladı, daralttı, nefesi tuttuğu anlar oldu.
İnsanın içini sıkan, dışarıdan görünmese bile ruhu yoran zamanlar birikti.
Ama bazen bir gece gelir, bütün yılın ağırlığını bir anda hafifletir.
Sanki biri omzundaki yükü alır, “Biraz dur, nefes al,” der gibi…
İşte o gece, bu senenin içindeki karanlık tünelde birden açılan ışıklı bir kapıydı. Ve koca bir sene içinde aklımda kalan günlerden biriydi ve bu yüzden anı defterine eklendi
Ve…
Bazı geceler yaşanmıyor; kaydediliyor.
Ruhun bir köşesine yazılıyor, unutturmamak için ısrar ediyor.
Geceden geriye ne kaldı biliyor musunuz?
Bir tat.
Bir iz.
Bir nefes.
Siz siz olun güzel, kaliteli, unutulmaz “Oh be” diyeceğiniz “An”larınız olsun. Ve anı defterinize keyifle kaydedin…