Metin Hara: “Mucizeyi yaratan insanın kendisi”

Kişisel gelişim uzmanı değil, psikolog değil, doktor değil ama 50 binden fazla insanı iyileştirdi. Metin Hara, mucizeyi yaratanın hastanın kendisi olduğunu söylüyor. Hastayı mucizeye inandıran ise o!

Metin Hara: “Mucizeyi yaratan  insanın kendisi”

Röportaj: Sinem Gürleyük

Metin Hara 31 yaşında batı tıbbıyla mistisizmi birleştiren bir fizyoterapist. İnsana Güven çatısı altından ‘İllüzyonu Aşmak’ ve ‘İç Ben’le tanışmak isimli eğitimler veriyor. Kanser hastaları, depresyona yakalananlar, sigarayı bırakmak, kilo vermek isteyenler, boyun ağrısı çekenler, panik atak krizlerinden kurtulmak isteyenler seminerlerini tek koltuk boş bırakmadan dolduruyor… Peki, kim bu Metin Hara? 12 yaşında yaşamın nedenlerini sorgulamaya başlayıp o günden itibaren kendine farklı bir yol arayan, babası yoğun bakımdayken içeri girdiğinde kötüye giden değerleri, normale döndüren bir ‘yeni çağ dervişi’. Babası fizik tedavi görürken İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde fizik tedavi okuyan, insanlara daha fazla yardım etmek için mucizelerin peşine düşüp, İnsana Güven şirketini kuran Hara’yı ve yöntemlerini daha yakından tanıdık. 

Hayatınız, babanızın trafik kazası geçirmesi ve ardından gördüğü fizik tedaviyle değişmiş. O dönemi anlatır mısınız? Nasıl bir süreç yaşadınız? 
O dönemde babamın, yatalak bir insandan adım atmaya çalışan bir adama dönüşmesini sağlayan fizik tedavi uzmanları oldu. Ben de bu süreci yakından izledim ve insanlara yardım etmek için fizik tedavi okumaya karar verdim. Babam ayağa kalktığında, onun koltuk değnekleriyle işe gittiğini gördüğümde, en büyük dersimi aldım. Bütün tıbbi istatistikler babama ‘hayat boyu yürüyemeyecek hatta yaşaması bile mucize’ derken, ben de bu ‘mucize nedir?’ diye sorgulamaya başladım. 
Ne çıktı peki karşınıza? 
Yaşamla ölüm arasındaki farkı yaratan mucizenin aslında hastanın kendisi olduğunu anladım. Babam bana mucize beklemeyi değil mucize olmayı öğretmişti. Ben hayatımın geri kalanında bunu araştırmayı amaç edindim. İnsan bedeninin, azmin, kararlılığın, anlayışın neler yapabileceğini görmek adına çalışmaya başladım. Çapa’ya girdiğim yıl bir yardım vakfında seminerler vermeye başladım. İnsanlar arasında kulaktan kulağa yayılan bu seminerler, tıklım tıklım dolmaya başlamıştı. 18 yaşındaki bir çocuk yetişkinlere yaşamı anlatıyordu. Bu süreç içerisinde hem okudum hem çalıştım hem de içsel yolculuğuma ciddi zaman ve emek harcadım. Her hafta birkaç kitap bitirip her gün başka bir kursa gidiyor, etkinliğe katılıyordum. Artık binlerce tekniğin sertifikasını alıp ustası olduğumu zannettiğim bir dönemde, annemin kanser olduğu haberini aldığımı hatırlıyorum. Yerde ağlayarak günler geçirdikten sonra usta olmadığımı hayat hakkında bir şey bilmediğimi fark ettim. 
Ama pes etmediniz…
Tekrar çırak oldum. Yapay anlamlarımı yitirdim ve hiç olma yolunda yolcu oldum. Dünyanın dört bir yanında hocalardan dersler aldım, hakikati aradım. Sufizmle yakından ilgilendim, ezoterizmi araştırdım. 10 gün dağlarda telefonsuz yemeksiz sessizliğe gömülüp günde 15 saat meditasyon yaptım. Kalbimin kırık, annemin hasta olduğu bir dönemde yine hüngür hüngür ağlarken rüyamda ‘trusthuman (insana güven)’ ismini gördüm ve hemen ne anlatılmaya çalıştığını anlamak için internetten baktım. Trusthuman diye bir şey yoktu. Babamdan öğrendiğim şey geldi aklıma: ‘Mucize bekleme, mucize ol’. İnsanların yaşamlarını dönüştürmek için trusthuman projesini yarattım. Etik kurallara saygılı, insana değer veren, ruhsallığı bilimsellikle anlatan bir merkez. 
Peki insanlar size neden ‘yeni çağ dervişi’ diyor? 
Üniversite yıllarımda geçimimi sağlamak için ufak tefek oyunculuklar yapıyordum. Gerçekten oldukça iyi gidiyordu. Bir dizide oynadım, 40’tan fazla markanın reklam yüzü oldum. Tam ofisimi kurmadan evvel bir film teklifi geldi. Sufizm hakkında olacak bir filmde derviş rolü için beni istiyorlardı. Bu Fransız-Türk ortak yapımı filmde birbirinden değerli oyuncularla çalışma şansı buldum. Hem yaşam tarzım hem verdiğim seminerler hem de bu filmdeki rolümden sonra insanlar bana derviş demeye başladı. Bu, aslında benim kendi kendime taktığım bir isim değil. Derviş demek kendini arayan, hakikati arayan demek. Derviş varoluşun hizmetkarıdır. Ben de elimden geldiğince öyle olmaya çalışıyorum. 
Yaptığınız işi tam olarak nasıl tanımlıyorsunuz? Teknikleriniz neler? Yakın olduğunuz, etkilendiğiniz teknikler hangileri?
Yaptığım işi yurt dışındaki kurumlar bütüncül tıp ya da beden, zihin, ruh tıbbı diye tanımlıyor. Genelde insanlar alternatif tıp diye adlandırmaya yatkın oluyor. Ben batı tıbbı ailesinin bir üyesi ve akılcı bir bilim insanı olarak modern tıbbın alternatifi olduğunu düşünmüyorum. Şüphesiz ki modern tıp birçok alanda hala çok eksik. Bunu görmemek için deli olmak gerekir. Ne yazık ki modern tıp hastayı mekanik bir düzlem olarak görmeye ve hastanın kendisini tedavinin dışına itmeye başladı. Tıpta çok kullanılan bir laf var; “Hekim yarayı sarar gerisi hastaya kalır.” Ben de insanlara görmekte oldukları tedavilerin içine nasıl gireceklerini anlatıyorum. Yani batı tıbbını destekleyen, asla kimyasal ilaç, bitki kullanmayan, tıbbi riski sıfır olan bir süreçten bahsediyoruz. Bedensel duruşundan nefes alış verişine, algısını dönüştürmekten ruhsal yolculuğuna kadar birçok farklı düzlemde yaşamı değiştirmeye çalışıyorum. Yaptığım şey asla bir kişisel gelişim değil. Kişisel gelişim, bir ilgi alanına ihtiyaç duyabilir. Bazı şeylere inanmanız gerekir. Burada biz belirli bir ilgi alanına hitap etmiyoruz. Seminerlere gelen kişiler genelde kişisel gelişimle ilgilenen kişilerden ziyade yaşamını değiştirmek isteyen kişilerden oluşuyor.
Son dönemde en çok hangi şikayetlerle kapınız çalınıyor? 
Kanser tedavisi görenler, depresyon, panik atak, bel-boyun problemleri oldukça yaygın. 
Peki, insanlar en çok neden depresyona giriyor, bel-boyun ağrısı çekiyor ve kanser oluyor?
İnsanlar bedenleri hakkında çok şey bildiklerini düşünseler de aslında bedenlerini hiç anlamadıklarını söyleyebilirim. Hemen kulaktan dolma kişisel gelişim kalıplarıyla, “Ben şimdi kanser olacağım dediğim için mi kanser oldum” diye soruyorlar. Bu saçmalıkları kimlerden öğreniyorlar anlayamıyorum. “Sen mitokondrilerim enerji sentezlesin, kalbim atsın dedin mi?” diyorum. “Hayır” diyorlar. Yani beyninden giden sinyaller sen farkında olmadan bütün bedenini yönetiyor. Sen sadece konuştukların oluyor zannediyorsun ama bedeninin bütün yaşamsal organları sen düşünmesen de konuşmasan da tıkır tıkır işliyor. Bedenimiz söylediklerimize değil yaptıklarımıza göre tepki veriyor. Kanser ve birçok hastalıkta beyin dalgasının yükselmesi (stresin fazla olması), bağışıklık sistemini düşürdüğü için oldukça büyük bir etken. 
Tam olarak bakış açınızdaki fark ne? Örnek verebilir misiniz?
Mesela boyun problemlerinin çoğu yanlış duruştan kaynaklanabiliyor. “Boynum ağrıyor, ağrı kesici alayım” deyip geçiştiriyorlar. Dünyada yanlış duruşu bir hapla düzeltebilecek hiçbir tedavi yöntemi yok. Bunun psikolojik nedenlerden kaynaklanıp kaynaklanmadığına da modern tıp bakmıyor. Bir memeli uzun süre stres altında kaldığında göğüs kafesini korumak için kamburlaşır. Göğüs bölgesi kamburlaştığında omurgadaki üst komşu olan boynun duruşu etkilenir. Dışarıdan sen boyun problemin var zanneder ve sürekli o bölgeyi tedavi etmeye çalışırsın. Tedavi ettiğini düşündüğün anda yine nüksetti dersin. Nükseden bir hastalık çoğunlukla tedavi edilmemiş uykuya yatırılmış bir rahatsızlıktır. Boyun problemi olarak görülen şey aslında stres sonucu güvenin yitirilmesi ve kambur durulduğu için nefesin derinliğini etkilemesidir. Biz burada derin nefes alınmadığıda ruh halinin etkilendiğini gösteriyoruz. İnsanlar koca ağaçların yapraklarını keserek o ağaçlardan kurtulabileceklerini zannediyorlar. Nadiren yapraklarla kökler aynı yerde olur…
Depresyon için size danışanlar en çok hangi noktalarda size diretiyor? Bu durumda neler yapıyorsunuz?
Dunning-Kruger Sendromu… İnsanların bir konu hakkında cahilleştikçe daha fazla bildiklerini düşünmeleri… Bedenleri, borsa kağıtları hakkında bin detay biliyor ve yaşamı anladıklarını zannediyorlar. En fazla onların kendileriyle ilgili algılarını dönüştürmek zor oluyor. Bir mafya babasının “Ben otoriter değilim” dediğini bile gördüm… İkinci en büyük sıkıntı, insanların problemi çözmek yerine yok saymaya çalışmalarından kaynaklanıyor. Kendileri hiçbir şey yapmadan hizmet alıp, bir şeylerin değişmesini bekliyorlar. Eğitimlerde ödevlerini yapmayanları ikinci seviye eğitim olan ‘İç Benle Tanışma’ya alamıyorum. Gelen kişi kendi yaşamını değiştirmekte samimi ise onunla çalışıyorum. Bir elinde sigara, diğer elinde günün beşinci kahvesi ile “Ben iyileşmek istiyorum” diyen insan aslında iyileşmek istemiyordur. 
Ne tür ödevler veriyorsunuz insanlara?
Verilen ödevler nefes çalışmalarından bedensel egzersizlere, hayat içerisinde yapılması gereken görevlerden bedendeki enerjiyi yönetmeye, algıyı dönüştürmekten bazı içe 
dönük uygulamalara kadar değişkenlik gösteren birçok konuda olabiliyor.
Seminerlerinizde bugüne kadar kaç kişi tedavi ettiniz?
50 binden fazla insanın hayatını değiştirmiş olan, insanların bizi tanımasını sağlayan hizmetlerimizden biri seminerlerimiz. Bunlar kişisel gelişim kursları değil. Tamamen bilimsel temellere dayalı ama insan duygularını, ruhunu hiçe saymayan kurslar. 
İnsana Güven’in farkı ne?
İnsana Güven verdiği bireysel ve kurumsal eğitimlerde bilimi ve ruhsallığı kullanarak insanın yaşamını dönüştürmeyi garanti ediyor. Yaşamı değişmeyen kişilere de ücret iade garantisi veriyoruz. Geri dönüşüme önem veren, hayvan haklarına saygılı bir tutumu var. Eğitimlere katılıp her dönüşen kişi için bir ağaç dikiyor, bir yunus evlat ediniyoruz. Kansersiz Yaşam Derneği ile iş birliği içerisinde kanserli çocuklara yardım ediyoruz. Burası, gelip seminerlere katılacağınız bir binadan çok, size bambaşka bir yaşam tarzı ve aile yaratmayı amaçlayan bir merkez.
Bir kitap çalışmanız var. Ne zaman okumaya başlayacağız? 
Bu kitap ‘Aşkın İstilası’ adlı üçlemenin birincisi. İlk kitabın ismi ‘Yol’. Okuyucuyu içsel bir yola çıkartmayı amaçlıyor. Kitabın içerisinde yaşamı değiştirecek pratik uygulamalardan, insanların kalbini oyacak hikayelere kadar birçok farklı konu var. İçine konmuş şifrelerden oldukça cesur açıklamalara kadar çok büyük bir emeğin ve seneler süren çalışmanın sonucu mayıs ayında raflarda olması bekleniyor. ‘Yol’, bir aşkın yolculuğu… Kendinde başlayıp kendinde biten… Bir çırağın yola düşmesi, bir neyzenin nefesi, bir aşığın kalp atımı, bir çocuğun gülümsemesi, bir tohumun toprağa kavuşması… Hep kalbinin derinliklerinde hayalini kurduğun bambaşka bir dünyanın yol haritası…
Ülke olarak da ruh halimizin pek iyi olduğu ve dik durduğumuz söylenemez. Seçimler, yolsuzluklar, çocuk ölümleri, tecavüzler… 
Ortadoğu ezoterizmi der ki, “Işığını fark edebilmek istiyorsan, karanlığın kalbine inmelisin”. Toplum olarak hepimizin bir olduğu günlerin tohumları bunlar. Ötekileştirme olmadan, insan hayatını hiçe saymadan, doğayı yok etmeden… Unutmayın, dünyayı değiştiren ‘çiçek çocuk akımı’ dünyanın en büyük vahşetlerinden biri olan Vietnam Savaşı’ı sırasında ortaya çıkmış.