İki ev bir adam!

Bir kitap okudum ve kafamda onlarca soru işareti belirdi. ‘Bir kadın ikinci kadın olmayı nasıl kabul eder?’ demeyin hiç! ‘Bir erkek iki kadını sevebilir mi?’ olmalı asıl soru. Yanıtı basit; toplum ‘temiz aile kızı’ dayatıyor, yüreği başka şarkılar söylüyor...

İki ev bir adam!

Yazı: Mürsel Çavuş

Sinan Akyüz son kitabı ‘Aşk Başka Evde’de evli erkeklerin başka kadınlarla uzun süreli ilişkilerini sorgulamış. Okudum, etkilendim... Karakterlerden birini nedenini bilmeden çok sevdim... Romanda adı Eylül diye geçiyor. O, evli bir adamla beraber. Tam 15 yıldır! Hem çok seviyor hem de inanılmaz acı çekiyor. Çünkü sevdiği adam karısını terk etmiyor, öte yandan Eylül sevgilisine o kadar bağlı ki ondan vazgeçemiyor. Bir gün yaşadıklarını roman yazarı olan Sinan Akyüz’e e-posta ile gönderiyor, Akyüz de hikayeden çok etkilenip Eylül’ün hikayesini ‘Aşk Başka Evde’ kitabına taşıyor. Bazılarına göre aptal, bazılarına göre aşkı için savaşan cesur bir kadın o! 

“Ben sevince kıymete bindi!” 
Eylül ile yazışıyoruz. “Benimkisi bir umut” diyor. “Mutsuz olduğunu sevdiğim adam da biliyor, karısı da. Toplum baskısı yüzünden ve karısı hırs yaptığı için yani onu bana bırakmamak adına ayrılmıyor. Hasbelkader giden evlilikleri ben sevince kıymete bindi.” Eylül’ün ilişkisine bakışı böyle… “Resmi olarak evli olmasan da yıllar sonra karı-koca gibi hissediyorsun. Her şeyimizi birbirimize danışarak yapıyor, ona göre hareket ediyoruz. Görüştüğümüz gün ikimiz için de mutluluk ve huzur demek!” Anlamak zor değil aslında ama insan yine de düşünmeden edemiyor; bir insan ikinci kadın olmayı nasıl kabul eder? Akyüz’e bir kadının hangi psikoloji ile ikinci kadın olmayı kabul ettiğini sordum.“Mesela nasıl oluyor da, ‘Karısını boşayıp bana gelmiyor. Bu adam aslında beni kandırıyor’ algısı yaşamıyor?”dedim. Cevabı şöyle oldu: “Yasalar önünde birinci kadın o olabilir ama gönlündeki kadın benim” diye düşünüyor. ‘Seni bırakıp gideceğinden korkmuyor musun?’ diye sordum birine. ‘Ben o adamın evden bana mutsuz geldiğini görmeyecek kadar kör değilim. O evde yapamadıklarını bu evde yapıyor. Ben ona bu özgürlüğü veriyorum. O yüzden korkum yok’ dedi. Adam toplumun istediği ilk evliliğini devam ettiriyor. O evde iki çocuk yapmış. Bu kadından da beş çocuğu var. Kadın adamdan hayatı boyunca bir şey istememiş. Mutsuz bir adamı mutlu edip başka bir kadının koynuna gönderiyor. Bu kadınlık duygusu olarak hiç kolay değil elbette... Herkes annesinin, babasının biricik kızı. Kimse günün birinde metres olacağını aklına getirmez… Metres olmak büyük yük, taşınması güç bir etiket. Aslında bunun temel nedeni aşk.” 

Diğer evdeyken değişen hisler...
Başkaları bıraksa ilişkisinde çok mutlu Eylül ama işin diğer boyutu da var. Ona korkularını soruyorum, nasıl hissettiğini; “Onu evine gönderdikten sonrası zehir” diyor. “Artık tekrar onu görene kadar onu beklemek, görme umuduyla günlerini geçirmek... İlişkiyi yaşarken hep tedirginsin. Sürekli kaybetme korkusu yaşıyorsun. Yanımda olduğu gün ‘sevdiği kadın benim’ diyorum, gittiği an ‘hayır ben değilim, ben olsam gitmezdi’ diyorum. Ama benle yaşadıklarını, benle paylaştıklarını ilk kez benle yaşadığını da hissedebiliyorum.” Sinan Akyüz, ikinci kadının aslında evliliği ayakta tuttuğunu söylüyor. “Birinci kadın adamın hayatında ikinci kadını öğrendiğinde, toplum ‘bu kadın adamı boşar’ diye düşünüyor. Gerçek böyle değil. İkinci kadın aslında evliliği ayakta tutuyor. Birinci kadını kendine getiriyor, evliliğin üzerindeki ölü toprağını atıyor, kadın evliliği ayakta tutmaya çalışıyor. İlginç olan da şu; metres yüzünden kocasından boşanan kadınların büyük kısmı sonradan kendileri de metres oluyor. Çünkü kadın aşk istiyor. Evli kadınlar yuvasını kurtarma ve intikam savaşına giriyor. Boşanan kadınlar da eski kocaları evlendiği halde onlara kafayı takarak yaşıyor ve onlarla flört etmeye çalışıyorlar. Bu yüzden ‘metres yuva yıkan mıdır yoksa yuvayı ayakta tutan mıdır?’ diye sorduğumuzda birçoğu yuvayı ayakta tutuyor.” Peki erkekler eşleri onlar için çaba sarf ettiğinde gerçekten geri dönüş yapayabiliyor mu? “Bunun çok örneği var. Yaşanıyor çünkü erkeğin bir dönem sevdiği kadın evdeki kadın. Erkek monotonluktan kaçmış. Çocuklarına annelik yaparken kocalarının da annesine dönüşüyorlar. Kadın bunu fark edip yeniden kendini değiştirmeye, eski günlerdeki gibi görünmeye başlıyor. Bir de kadınlar evlendiklerinde kendileri için değil toplum için yaşamaya başlıyor. ‘Toplum ne der, arkadaşım ne der?’ diye düşünüyor. Toplum için yaşanan süreç bizi bu noktaya getiriyor. Bu yüzden tıkanıyor evlilikler.

Kadın cesur, erkek korkak
Eylül aşkı için çok şeyi göze almış. Aşık ve kırılgan kelimeleri... “İkinci kadına kimse iyi gözle bakmıyor. Peki şimdi herkese soruyorum: Kim hesabını bile yapamadan yıllarını verir? Hiçbir garantin yok. Bir gün sana ‘eyvallah’ diye mesaj atsa… Hatta atmadan bile gidebilir. Hesap soramazsın! Oysa nikahlı eşin olsa bu şansı var mı? Ailesi var, eşinin ailesi, hesap vereceği çocukları, akrabaları var. Bir gün giderse ortada kalırım.” Buna rağmen ilişkisinden vazgeçmiyor. “O hayatımda var diye, etrafıma duvar örüp her şeyi elimin tersiyle itiyorum. Bir kere görmek için saatlerce yol gidiyorum, çünkü o an göremesem kim bilir ne zaman göreceğim? Bayram, doğum günü gibi özel günlerde yanında olamamak çok kötü. Çünkü önce ailesi, sonra sen gelirsin. Çok fazla bedel ödersin.” Eylül çok bedel ödüyor da peki erkek mutsuzsa neden boşanıp sevdiğini söylediği kadınla evlenmiyor ya da eşi mutsuzsa neden adım atmıyor? Akyüz şöyle diyor: “Bizde toplumun getirdiği yazılı olmayan kurallar var. Kadın kocasının metresi olduğunu öğrendiğinde annesi kadına şunu söylüyor, ‘Bu ülkede aldatılan tek kadın değilsin, aklını başına topla ve kadın gibi davran. Gölgesinde kim oturursa otursun ağaç senin.’ Bu laf kadının kocasını boşayamamasını açıklar. Toplumun erkekten beklentileri var. ‘Bir ailen var, iki çocuğun var, evde çocuklarının anası var.’ Bazı şeyleri erkekler namus olarak görür. Böylece ikili bir ilişkiyi sürdürebilir. Erkek hiçbir şey hissetmediği bir kadınla birlikte olabilir. Toplum ‘temiz aile kızı’ dayatıyor, halbuki yüreğimiz bunu söylemiyor. Toplumun kıskacında nefes almaya çalışıyoruz. Erkekler olarak toplumsal alışkanlıkları kıramıyoruz. Eğer dışarıdaki kadın da birinci kadına dönüşüyorsa, onun da istekleri başlıyorsa erkek için olumsuz oluyor. Erkek o zaman diyor ki ‘evdeki kadın bir dönem aşık olduğum kadındı. Peki bu kadının ondan ne farkı var?’ İşte o zaman eve dönebiliyor. Türkiye’de bir kızla flört ediyorsunuz, arabanın içinde sevişiyorsunuz. Flörtten çıkıp ilişkiniz evliliğe dönüyor. Evlenince bırakın arabada sevişmeyi yatakta bile cinselliği yaşamıyorsunuz, kadın başlıyor ‘ayıp olur, gören ne der’ demeye... Böylece ilişkiler ölüyor.”  Eylül’e bu kadar zorken, neden devam ettirmeyi seçtiğini de soruyorum; “Çünkü seviyoruz birbirimizi, deliler gibi aşığız. Birkaç kez ayrılmayı denedik ama insan severek ayrılamıyor. Hayatın, nefesin olmuşken ayrılmak imkansız. Onsuz günüm cehennem gibi. Biz çok emek verdik bu ilişkiye. Çok şeye katlandık. Benimkisi umut işte! Belki bir gün kavuşuruz, kim bilir” diyor.
 
Kadınlar paket seviyor 
Mantıkla mı yoksa aşkla mı evlenmek gerek? “Aşk 20’li yaşların duygusu. 30’lu yaşlarda aşkın yerini mantık alıyor. 20’li yaşlardaki genç kız ile 40’lı yaşlardaki kadının aşka bakışları ayrı. Türkiye’de bir dönem kadınların aşık oldukları adamlarla evlendikleri adamlar apayrıydı. Bu yüzden ilişkiler yürümüyordu. Bunun dengesini tutturabilirsek mutlu olacağız. Kadınlar paket sever. Paketin içinde, ‘yakışıklı olsun, işi gücü olsun, iyi bir geliri, evi, arabası olsun, sosyal olsun’ var. Pakette adamın karakterine dair bir şey yok. Erkekler de bunu bildiklerinden, olduklarından farklı görünmeye çalışıyor. Evlendikleri zaman da kadınlar ‘çıktığım adam bu değildi’ diyorlar. Adam değişmedi. Sadece kendini paketlemişti. İletişim çağındayız ama iletişimsizliği yaşıyoruz. Geldiğimiz nokta da yanlış” diyor Sinan Akyüz ve ekliyor; “Kadınlar kendi hayatlarındaki erkeğin dışındaki adamlara ‘bunların hepsi aldatır’ diyor ama bunu diyen kadın ‘benimki yapmaz’ da diyebiliyor. ‘Yapmaz’ diyen kadınların kocalarının aldattığını çok gördüm. Mantık şu, kadınlar erkeğe ‘yakalanma’ diyor. Bence kadınlar şüphelendiği şeyin arkasından gitmemeli. Yoksa ‘Beni aldatıyor mu? Şu anda ne yapıyor? Bir kadınla mı? gibi şüphelerle ömür geçmez. İlişkiyi de ömrünü de bitirirsin! Erkekler fıtratları gereği aranan tipler. Bu serüvenci ruh, erkeğin tek eşliliğine çok müsaade etmez. Kadına baktığımız zaman kadınlar tek eşliliğe daha müsait. Çünkü çocuk onu doğuran annenin. Kadın bedeninden bir parça çıkardığı zaman dişiliğini bir noktada unutabiliyor ve annelik görevini üstleniyor.” Sözün özü erkeğin tek eşli olması ve tek eşli kalması yine kadının elinde…  

Metres ilişkisi yürür mü? 
Menfaate dayalı metres ilişkileri uzun sürmüyor, bu tip ilişkiler yürümüyor çünkü o tip kadınlar bir süre sonra evdeki kadına dönüşüyor. Yani sürekli istekte bulunuyor. Zaten erkek birinci kadının isteklerinden bıkmış. Paraya dayalı olduğu için kadın üçüncüsüyle, dördüncüsüyle de olabiliyor. Bu ilişkiler ancak aşka dayalıysa ve adam da gerçekten seviyorsa yürüyor. İlk başlarda metres durumuna düşen kadınların çoğu adamın evli olduğunu bilmiyor. Adamlar kendilerini maskeliyor. ‘Bana zaman tanı, evde mutsuzum, cinsel hayatımız yok, senelerdir sevişmiyoruz’ diyor. Bunların hepsi yalan. Çünkü evdeki kadın da bir dönem aşık olduğu kadın. Evlilik, ister kadın ister erkek olsun insanın bir tarafını yok ediyor. Birbirinize benzemeye başlıyorsunuz, ilişkilerin üzerine ölü toprağı atılıyor. Dışarıdaki insana karşı şehvet evdekine karşı şefkat başlıyor. Kitapta da bu var. Aslında bir kadın metres olmayı asla kabul etmiyor. O adamın kalbinde her zaman ilk kadın olmayı istiyor ve ikinci kadın olduğunu bilse o adamın yanında bir saniye durmuyor.

“İlişki ne kopacak kadar kötü ne kalacak kadar iyidir”
Psikiyatrist Prof. Dr. Mehmet Sungur, “Sadakatsizliğe kabul edilebilir bir neden bulmak neredeyse imkansız fakat tüm sadakatsizliklerin benzer olduğunu, tümünün arkasındaki motivasyonun aynı olduğunu söylemek de yanlış olur. Bu kitap, üç bacaklı sadakatsizlik dediğim türü anlatıyor. Evliliğin normalde iki bacağı var, evlilik içindeki sorunlar arttıkça bu iki bacak yükü taşıyamaz hale geliyor. Dengeyi koruyabilmek için sadakatsizliğin paylaşıldığı kişi, üçüncü bacak olarak devreye giriyor. Burada sadakatsizliği yapan kişi için eşiyle olan ilişkisi ne kopup gidecek kadar kötü ne de kalacak kadar iyidir” diyor ve üç kişili ilişkilerde yozlaşanların psikolojik halleriyle ilgili olarak; sadakatsizliği yapan kişinin, bunu kiminle paylaşıyorsa, sorumlulukları, çocukları, geçmişi gibi nedenlerle evliliğinden vazgeçmeyeceğini söylüyor. Ama gerçek şu ki; hem eşinin hem de sevgilisinin taşıdığı farklı özelliklere ihtiyacı var ve ikisi de hayatında kalsın istiyor. O kişiye göre evde yaşanan sorunlardan uzaklaşma ve evliliğin her şeye rağmen devam etmesi, ancak ikinci ilişki sayesinde sağlanıyor. Sadakatsizliğin üç kişi açısından da yıkıcı etkileri var. Sadakatsizlik bir karar. Aldatma ise bu kararın sonucunda ortaya çıkan olaylar dizisi, dürüstlük dışında kalan davranışlar ve söylemler. Sadakatsizlik ortaya çıktığında eşler hala evli kalmaya karar verirlerse -ki evlilik öncesi sadakatsizliğe uğrarsa insanların yüzde 90’ı boşanacağını söylerken, bunu yaşadıklarında yüzde 75’i evliliğini devam ettirme kararı alıyor- bu başa çıkılması çok zor bir sorun. Psikiyatrist Sungur, bu durumda ilişki devam etse de, ilişkiye aksettirilen anlamın kaybolduğunu söylüyor. “Partnerlerin ikisinin de dünyaya bakışı değişiyor; bunu yas tutmayı gerektiren bir kayıp süreci gibi algılamakta fayda var. Güven üzerine kurulu eski ilişki ölüyor ve bunun yasının tutulması gerekiyor. Önce şaşkınlık, şok, inkar, öfke, umutsuzluk ve çaresizlik yaşanıyor. Sadakatsizlik yapan için en önemli kayıp kimlik kaybı oluyor. ‘Artık ben eski ben değilim’ diyor. Özel olma duygusu yitiriliyor. Kendine saygı kayboluyor. Sadakatsizliğe uğrayan eş yapmayacağı pek çok şeyi ‘eşimi tekrar kazanabilirim’ düşüncesiyle yapmaya çalışıyor. Düşünce süreçleri üzerinde kontrol kaybı yaşanıyor, ‘aynı şeyleri düşünmekten kendimi alamıyorum’ gibi... Davranış kontrolü kaybı, sürekli mail’ine, telefonuna bakma isteği yaşanıyor. Kişi kendi değerlerine uymayan şeyler yapmaya başlıyor. Adalet ve kontrol duygusu yitiriliyor. Hatta bazen yaşam isteği kayboluyor.” Öte yandan sadakatsizliğin paylaşıldığı kişi ilişkisine çok emek veriyor. Partneri bekar olsa, istediğinde buluşabilecekken evli biriyle birlikteyse toplum açısından ‘yuva yıkan kadın’ rumuzunu taşımak zorunda kalıyor. Sadece eşinden ve çocuğundan ayırdığı zamanlarda beraber olmak, genel yerlere gidememek gibi birçok ‘fedakarlık’ yapıyor ve büyük emek harcıyor. Kadınlar evli olduğunu öğrendikleri erkekleri bu yüzden terk edemiyor. Emeklerinin boşa gittiği duygusuyla kopmaları zorlaşıyor.