Bir hikaye, iki yıldız Selin Işık & Yılmaz Kunt
Ekrana sığmayan yetenekleri ile muhteşem uyumları bir arada, yetenekli harmoni sahne ışıklarının odağında. Selin Işık ve Yılmaz Kunt, yeni hikayeleri ‘Yelda’ ile hem kariyer yolculuklarında yıldızlarını parlatıyor hem de dikey dizi formatıyla yeni bir deneyimin başrollerini üstleniyor.


Baran Alışkan
Kendini yeniden yaratmayı, her zaman gelişmeyi ve dönüşmeyi ilke edinmiş iki yıldız ile kendi hikayelerinin ilk gününden bugüne, hayallerinden iç dünyalarına uzanan bir yolculukta zarafetle bize eşlik ediyor. Yeni maceralarının, yeni yolculuklarının ve yeni projelerinin ilk adımında hayallerinin peşinde iki genç yıldızla özel bir ilk buluşma.
Elele Mayıs - Haziran 2025 sayısından
RÖPORTAJLAR CEYDA GÜNSÜR, BARAN ALIŞKAN
FOTOĞRAF NURDAN USTA
STYLING MOWE.İSTANBUL
SAÇ VOLKAN BAYAR
MAKYAJ HİDAYET KORKMAZ
FOTOĞRAF ASİSTANI SELİM KILIÇ
STYLING ASİSTANI NEGAR AGHEBATKHEIR
“En büyük hedefim, her rolün içinde yeniden dönüşmek.”
-SELİN IŞIK
Bugünlerde nasılsınız, nasıl gidiyor hayat?
İyiyim, teşekkür ederim. Hayat şu sıralar biraz kendime dönüp hem ruhumu hem de mesleğimi beslediğim bir süreçte. Her yeni sahne, her yeni his beni biraz daha dönüştürüyor.
Sizi yakından tanıyabilir miyiz? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Neler yapmayı severdiniz?
Ankara’da doğdum. Sessiz, kendi halinde ama hayal kurmayı çok seven bir çocuktum. Genelde kalabalıkların içinde kaybolmak yerine kendi dünyamda karakterler yaratır, aynanın karşısında onlara can verirdim. Oyun gibi başlasa da aslında içimde birikenleri ifade etmenin yoluydu sanırım. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi ve saatlerce hayal kurmayı çok severdim… Hâlâ da severim.
Oyunculuk serüveniniz nasıl başladı?
Lisede içimdeki o ifadeye duyduğum ihtiyaç iyice görünür olmaya başlamıştı. Sadece izlemeyi değil, anlatmayı da çok istiyordum. Bu hissin peşinden gittim. Sadri Alışık’ta başladım eğitime, ardından Ankara Sanat Tiyatrosu’yla sahneye olan bağım derinleşti. İlk kez kameranın karşısına geçtiğimde hem çok heyecanlandım hem de sahneye ait hissettim. Sanki orada olmam gerekiyormuş gibi… Oyunculuk benim için sadece meslek değil; kendimi tanıma, anlamlandırma, bazen de iyileştirme alanı oldu.
Bugüne kadar Siyah İnci, Kazara Aşk ve TV tarihinde adeta bir fenomen olan Eşkıya Dünyaya Hükümdar gibi dizilerde başarılı oyuncular ve duayenlerle birlikte rol aldınız. Geriye dönüp baktığınızda sektöre ilk adım atan Selin’le bugün arasında ne farklar görüyorsunuz?
Çok şey değişti… En başta kendime güvenim. İlk zamanlar hep bir şeyleri ‘doğru yapma’ telaşı vardı içimde. Şimdi ise bir sahnede ‘ne hissediyorum’ sorusu daha çok yer kaplıyor. İçgüdülerime daha çok güveniyorum artık. Her proje, her karakter bana başka bir yönümü gösterdi. O ilk adımı atan Selin biraz daha kırılgandı belki, şimdiki halimse daha farkında, daha cesur ama hâlâ aynı tutkuyla devam ediyor.
“Hayatın bazen en güzel sürprizleri plansız anlardan çıkıyor. Bu yüzden artık akışla kalmayı da öğraenmeye çalışıyorum. Kontrolü bırakmak zor ama bazen çok özgürleştirici.”
Şimdiki aklınızla ona neler söylerdiniz? Neyi yapmak ya da yapmamak için hayatı geri sarardınız?
Kendine güven, düşündüğünden çok daha güçlüsün’ derdim. O ilk adımları atan halim, hep birilerine onaylatma ihtiyacı hissediyordu. Şimdi biliyorum ki iç sesin en gerçek pusula. Geriye dönüp baktığımda, her deneyimin beni büyüttüğünü görüyorum. Belki daha az kendimi sorgulardım, ama hiçbir adımı silmek istemem. Çünkü her biri beni bugünkü ben yapan tuğlalardı.
Diziler dışında Çılgın Dershane Üniversitede ve Kazara Aşk gibi filmlerde de sizi izledik. Hangisi ağır basıyor? Beyazperde mi, televizyon mi?
Bu vesileyle küçük bir düzeltme yapayım; ‘Çılgın Dershane Üniversitede’ filminde yer almadım, ama internette hâlâ öyle görünüyor. Aynı şekilde doğum yılım ve doğum yerim konusunda da bazı yanlış bilgiler dolaşıyor. Ben 1998 doğumluyum ve Ankara’da dünyaya geldim. Beyazperde ve televizyon ise bambaşka deneyimler. Televizyondaki hızlı tempo ayrı bir heyecan, sinema ise daha derin ve yoğun bir alan. Ben hikâyenin ve karakterin bana hissettirdiklerine göre bağ kuruyorum. Nerede o gerçeklik hissine yaklaşıyorsam, orası bana daha yakın geliyor.
Rol modeliniz var mı? Projelerde birlikte yer aldığınız isimler arasında ilham aldığınız oyuncular kimlerdi?
Tek bir rol modelim var diyemem ama birçok kişiden ilham alıyorum. Birlikte çalıştığım oyunculardan set disipliniyle, duruşuyla beni etkileyen çok kişi oldu. Bazılarının sahneye hazırlanışını izlemek bile başlı başına bir dersti. Oyunculukta sürekli öğrenen bir yerde kalmayı seviyorum. Her karakterden, her insandan bir şey alıyorum içime. Sanırım beni en çok besleyen de bu açık olma hali.
Karşılıklı oynamayı hayal ettiğiniz yerli ya da yabancı bir oyuncu var mı?
Kesinlikle var! Yabancı olarak Natalie Portman ve Florence Pugh çok ilham aldığım isimler. İzlerken bir oyuncu olarak değil, sanki onların yaşadığı hikâyenin içindeymişim gibi hissediyorum. Bizden bir isim olarak da Haluk Bilginer’le bir gün aynı sahneyi paylaşmak isterim. Onun o doğallığı, sahnedeki varlığı çok etkileyici… Karşılıklı oynamak eminim ki hem heyecan verici hem öğretici olurdu.
“Yelda hayata karşı çok güçlü bir duruş sergileyen ama içten içe kırgın bir karakter. Hayatta kalmak için strateji geliştirmiş, ama kalbi hâlâ sevilmek isteyen bir kadın. Onunla benzer yanlarımız var.”
Dikey dizi Yelda’da başroldesiniz. Okuyucularımız bu satırları okurken de yayınlanmaya başlamış olacak. Heyecanlı mısınız? Farklı bir konsept ve bir ilk olacak bu projede yer almak nasıl bir duygu?
Çok heyecanlıyım! Dikey format hem izleme alışkanlıklarına hem de anlatım diline yeni bir soluk getiriyor. Türkiye’de böyle bir projede başrolde olmak benim için gurur verici. Hem teknik olarak farklı hem de duygusal anlamda güçlü bir deneyim yaşadım. Yelda karakteriyle böyle bir formatta izleyiciyle buluşmak çok özel. Gayet heyecanlı ve mutluyum.
Yelda’da canlandırdığınız karakterden bahseder misiniz, benzediğiniz yanlar var mı?
Yelda hayata karşı çok güçlü bir duruş sergileyen ama içten içe kırgın bir karakter. Hayatta kalmak için strateji geliştirmiş, ama kalbi hâlâ sevilmek isteyen bir kadın. Onunla benzer yanlarımız var; ben de zaman zaman güçlü görünmek zorunda kaldım. Ama duygularını bastırmadan yaşayan biriyim. Yelda’nın içsel çatışmalarıyla bağ kurmam bu yüzden kolay oldu.
Rol arkadaşınız Yılmaz Kunt’la çekimlerde de gayet uyumluydunuz, aranızdaki sinerji tüm ekibe yansıdı. Set ve dizi çekimleri oldukça eğlenceli geçmişe benziyor…
Yılmaz’la enerjimiz gerçekten çok uydu. İkimiz de karakterlerimize çok sahiplendik, bu da sahnelere yansıdı. Sette çok eğlendik.
Sizce ünlü olmanın en iyi ve en zor yanı ne?
En güzel yanı, insanların seni bir karakterle özdeşleştirip duygularını seninle paylaşması. O bağ, her şeyin ötesinde bir anlam taşıyor. Zor yanıysa; bazen sadece dışarıdan görünen halinle değerlendiriliyor olmak.
Kariyerinizde “ulaşmak istediğim nokta bu” dediğiniz bir hedefiniz var mı?
Aslında oyunculukta kesin bir durak yok bence. Her rol yeni bir yolculuk. Ama hayalim; duygusu derin, sınırları zorlayan, insana dokunan karakterlerle iz bırakmak. Hem Türkiye’de hem de yurt dışında hikâyeler anlatmak, uluslararası projelerde yer almak istiyorum. Ama en büyük hedefim, her rolün içinde yeniden dönüşmek.
Plan yapanlardan mısınız, yoksa hayatı geldiği gibi yaşayanlardan mı?
İkisinden de biraz var bende. Plan yapmayı seviyorum çünkü yön duygusu veriyor. Ama hayatın bazen en güzel sürprizleri plansız anlardan çıkıyor. Bu yüzden artık akışla kalmayı da öğrenmeye çalışıyorum. Kontrolü bırakmak zor ama bazen çok özgürleştirici.
Oyunculuk dışında sanatın farklı bir alanında yer almayı düşünüyor musunuz?
Açıkçası şu an tüm odağım oyunculukta. Ama sanatın her dalına ilgim var. Müzik, dans, sahne tasarımı gibi şeyler beni hep heyecanlandırmıştır. Belki bir gün başka bir alanla da yollarım kesişir, ama şu anda içimde en çok konuşan şey oyunculuk.
Hem dünya hem Türkiye, farklı bir süreçten geçiyor. Kimi zaman birçoğumuz umutsuzluğa düşebiliyor. Sizin böyle çıkmaza düştüğünüzü hissettiğiniz zamanlarda çıkış için bir motivasyonunuz var mı?
Zor zamanlardan geçiyoruz hem bireysel olarak hem kolektif olarak… İnsan bazen gerçekten hiçbir şeye gücünün yetmediğini hissediyor. Ben böyle anlarda küçük şeylere tutunuyorum. Bunlar bana ‘hala güzellik var’ hissini hatırlatıyor. Ve bu da az da olsa yetiyor çoğu zaman. Umut büyük şeylerde değil bazen, o minicik anlarda saklı.
Genç bir kadın olarak oyunculuğa başladınız. Şimdi karşımızda güçlü, kendinden emin ve ne istediğini bilen biri var. Başarılı bir kadın olmanın olmazsa olmaz kuralları neler? Bu konuda hayat düsturunuz nedir?
Teşekkür ederim, bu çok güzel bir iltifat. Ama hâlâ öğreniyorum ve şekilleniyorum aslında. Bence bir kadının başarılı olması için önce kendi sesini duyması gerekiyor. Dışarıdan gelen beklentiler, kalıplar çok fazla… Ama neyi neden istediğini bildiğin sürece kimse seni kolay kolay sarsamıyor. Benim düsturum şu: Kimseden onay bekleme, kendi içinden geleni duy ve onunla yürü.
Kendinizi en çok hangi duygu biçimlendirir; özlem mi, merak mı, mücadele mi?
Merak diyebilirim. Hayata, insana, duygulara karşı içimde hep bir keşfetme arzusu var. Mücadele de hayatın içinde zaman zaman oluyor elbette, ama sürekli bir savaş halinde olmak istemiyorum. Daha çok akışta kalmak, anlamaya çalışmak ve yolda gelişmek istiyorum. O yüzden beni en çok büyüten duygu merak galiba… Ne olacak diye değil, ne var diye bakmak gibi.
Gerçek aşkı bulmak zor mu? Simone de Beauvoir “Sahici aşk iki ayrı özgürlüğün karşılıklı tanınması temeline oturmak zorundadır; seven kadın da, erkek de, o zaman hem kendi varlığını, hem de karşısındakinin varlığını duyacaktır,” demiş. Bu konuda fikriniz nedir?
Zor, çünkü hem kendini tanımayı hem karşındakini olduğu haliyle görmeyi gerektiriyor. Ama imkânsız değil. İki kişinin birbirine gerçekten alan tanıdığı, baskı kurmadan ama bağ kurarak yürüyebildiği bir ilişki bence gerçek aşkın en sade ve en güçlü hali. Bazen birine bakınca ‘ben buradayım, sen de olduğun gibi kalabilirsin’ demek yeterli oluyor. O huzur çok şey anlatıyor.
Mutlu giden bir ilişkiniz var. Bu işin sırrı sizce ne, günümüzde kimsenin kimseye müdanası kalmamışken siz bunu nasıl başarıyorsunuz?
Bence en büyük sırrı, birbirini dinlemek. Anlaşılma çabası, küçük şeyleri büyütmeden çözme hali çok önemli. Biz birbirimize alan tanımayı, hem birlikte olmayı hem de ayrı bireyler olarak kalabilmeyi önemsiyoruz. İlişki bir ‘tamamlanma’ değil, iki tamam insanın yan yana yürümesi gibi geliyor bana.
Set olmadığı bir günde sadece kendinize vakit ayırdığınızda neler yapmayı seversiniz?
Evde sakin bir gün geçirmeyi seviyorum. Sevdiğim bir müzik eşliğinde önce bir kahvaltı, sonra biraz sessizlik… Bazen hiçbir şey yapmadan öylece kalmak bile yetiyor. Dışarı çıkacaksam kitap okumak, biraz nefes almak. Kendimle baş başa kalabildiğim o anlar bana gerçekten iyi geliyor.
Bakım ve güzellik ritüelleriniz var mı, yoksa makyajını bile çıkarmadan uyuyanlardan mısınız?
Genel olarak cildime özen gösteririm. Temizlik ve nemlendirme benim için olmazsa olmaz. Kendime bakım yapmak, sadece dış görünüş değil, kendimi iyi hissetme hali gibi geliyor.
Stilinizi nasıl tanımlarsınız? En çok neye para harcarsınız?
Rahat ama özenli diyebilirim. Abartıdan uzak ama detayda şıklığı seviyorum. Bazen tek bir aksesuar ya da bir kot-tişört kombininde bile kendimi iyi hissettiğim oluyor. En çok para harcadığım şey kesinlikle ayakkabı. Genellikle de alırım ve çoğunu da giymem dolabımda durur.
İstanbul’da kendinizi en huzurlu hissettiğiniz, en sevdiğiniz yer neresi?
Moda sahili diyebilirim. Denize karşı oturmak, yürümek, biraz müzik dinlemek bana çok iyi geliyor. Kalabalık ama bir yandan da kendi iç sessizliğini bulabildiğin bir yer gibi geliyor bana orası.
Bir sabah uyandığınızda buradan gitmeye karar verseniz gideceğiniz yer neresi olurdu?
Ege olurdu hiç tartışmasız.
Bu yaz için planlarınız neler, tatil için hangi rotaları seçtiniz?
Çok net bir plan yapmadım ama deniz kenarında bol bol dinleneceğim bir yaz olsun istiyorum. Kalabalıktan çok doğaya yakın, sakin yerler beni daha çok çekiyor.
TEK BAKIŞTA
Hiç kimsenin bilmediği bir yönü?
Mükemmel yalnız kalırım. Ve bundan hiç şikâyet etmem.
Hayatının kitabı?
Siddhartha diyebilirim. Dönüp dönüp okuyorum, her defasında başka bir cümle beni çarpıyor.
‘Asla’ diyeceği bir şey?
“Ben böyleyim.” Çünkü kimse hep “öyle” kalmak zorunda değil.
En sevdiği yemek?
Yaprak sarması.
Neyi affetmez?
Kendini üstün görmeyi. Kimse kimseden büyük değil.
Sabah uyanınca ilk kimi arar?
Erkek arkadaşımı ararım, eğer o anda ondan uzaktaysam.
İzlemekten bıkmayacağı film?
Before Sunrise. O diyaloglar, o gerçeklik… hep iyi gelir.
Bir şehir olsaydı?
Ayvalık.
Çantasında olmazsa olmazı?
Parfüm ve dudak nemlendirici. Sürmesem de bulunsun.
En çok dinlediği müzik grubu?
O anki ruh durumuma göre ama Mor ve Ötesi diyebilirim.
Hayat mottosu?
Ne olursa olsun, kendi iç sesini duy.
“Her versiyonumun bir öncekinden daha iyi olması için uğraşıyorum.”
-YILMAZ KUNT
Bugünlerde hayatınızda neler oluyor? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Yoğun ama iyi hissediyorum. Üretken geçen bir dönemdeyim. Bir yandan ‘Yelda’ seti, bir yandan da yeni projeler için heyecanlı görüşmeler var. Kendime daha çok zaman ayırmaya başladım; bu da ruh halime olumlu yansıyor.
Ankara’da başlayan hayat maceranız şimdilerde İstanbul’da sürüyor. Çocukluk yıllarınızdaki deneyimlerden bugüne hangi miras kaldı? Bir Ankaralı olarak İstanbul’da yaşamaya tam anlamıyla adapte oldunuz mu?
Ankara bana sağlam bir temel verdi. Aileyle, dostlukla, gerçeklikle kurulan güçlü bağlar… İstanbul’a ilk geldiğimde adaptasyon zorladı tabii ama artık kendi alanımı, kendi düzenimi kurdum. Ankara’nın dinginliğiyle İstanbul’un hızını dengelemeyi öğrendim diyebilirim.
Hayatı öngörülemeyen maceralarla dolu, dinamik, uzun ve heyecanlı bir yolculuk olarak yorumluyoruz... Bize katılır mısınız? Siz, bu serüvendeki kendi rolünüzü nasıl tanımlıyorsunuz?
Kesinlikle katılıyorum. Ben bu yolculukta hem gözlemci hem de oyuncuyum. Bazen kontrolü bırakıp akışa güveniyorum, bazen direksiyona sıkıca sarılıyorum. Ama her halükarda öğrenmeye açık kalmaya çalışıyorum.
‘Best Model of Turkey’ yarışmasında kazandığınız birincilikle tanıştık ilk kez… Bu başarı ve deneyim hayatınızda nasıl bir etkiye neden oldu? Henüz katılmaya karar verdiğinizde ne bekliyordunuz, sonuçlandıktan sonra neler hissetmiştiniz?
O dönem sadece denemek istedim, kendimi tartmak. Yarışmayı kazandığımda hem çok şaşırmış hem de “şimdi ne olacak?” demiştim. Beni oyunculuğa götüren ilk yol buydu. Şans gibi duran şey, aslında çalışmaya hazır bir ruh halinin karşılığıydı.
Modellikten oyunculuğa geçiş yapmaya nasıl karar vermiştiniz? Karar ve uygulama aşamasında nasıl bir dönüşüm süreci yaşadığınızı anımsıyor musunuz?
Kamera önü beni hep kendine çekti. Modellik yaparken dahi reklam setlerinde gözüm yönetmenlerde, oyunculardaydı. Oyunculuk eğitimi aldım, denemeler yaptım, çok çalıştım. Bu bir geçiş değil, dönüşümdü aslında. Çünkü başka bir dil öğrenmek gibi zaman, sabır ve cesaret istiyor.
İlk oyunculuk deneyiminizde geleceğe dair belirlediğiniz bir hedef, bir hayal var mıydı? Bugün o hedefin veya hayalin neresindeyiz?
Vardı, hala da var. O zamanlar bir karaktere ruh vermek, bir hikayeye dokunmak istiyordum. Şimdi bu hayalin içindeyim ama hala yolun başı gibi hissediyorum. Her rol, yeni bir başlangıç çünkü.
Her senaryoda farklı bir karaktere bürünmek gibi zorlayıcı bir mesleğiniz var. Söz konusu karakterlere dönüşebilmek için kendinden uzaklaşanlardan mı, yoksa o karakteri kendine katanlardan mısınız?
Ben karakteri önce sindirmek isterim. Onun geçmişini, travmalarını, hayallerini düşünürüm. Uzaklaşmak yerine, empatiyle yakınlaşmak bana daha doğru geliyor. Set dışında da karakter üstümde biraz kalır, kolay bırakmam.
“Sinan ve Yelda’nın ilişkisi sıradan bir aşk hikayesi değil. İçinde hesaplaşmalar, yüzleşmeler, dönüşümler var.”
Bugüne dek buluştuğumuz Ömer, Baba, Baş Belası, Kırmızı Oda, Afili Aşk, Bahtiyar Ölmez, Gülümse Yeter gibi yapımları da göz önünde bulundurduğunuzda sizde en çok yer eden, özel bir anlam taşıyan bir yapım oldu mu?
‘Gülümse Yeter’in bende yeri ayrı. İlk göz ağrım. Ama ‘Kırmızı Oda’da yer almak da bambaşka bir derinlik kattı bana. Hikayenin içindeki gerçeklik, oyunculuk sınırlarımı zorladı.
Gelelim ‘Yelda’ yapımına… Dikey dizi formatında buluşacağımız Yelda’yı başrollerinden biri olarak nasıl anlatırsınız? Yelda’da bizi neler bekliyor?
‘Yelda’, farklı bir dünya. Dikey formatın getirdiği tempo ve sadelik, hikayeye başka bir yoğunluk katıyor. Sinan ve Yelda’nın ilişkisi sıradan bir aşk hikayesi değil. İçinde hesaplaşmalar, yüzleşmeler, dönüşümler var.
Dikey dizi formatı, alışılmışın dışında ama heyecan yaratan bir format. Sizce bu format neyi daha iyi kılıyor, anlatılan hikayeyi nasıl farklı hale getiriyor? Nasıl bu yapımın bir parçası oldunuz?
Dikey format daha minimal, daha içten. Seyirciye ‘buradasın’ duygusunu daha net veriyor. Bu yapımın senaryosunu ilk okuduğumda bir solukta bitirdim. Karakterle anında bağ kurdum. Sonrası hızlı gelişti zaten.
Yelda’da ‘Sinan’ karakterine hayat veriyorsunuz. Sinan Ergüçlü, nasıl bir profil? Onu en yakından tanıyanlardan biri olarak sizden dinlemek isteriz. Ayrıca Yılmaz ve Sinan bir araya gelebilseydi nasıl anlaşırlardı sizce?
Sinan dışarıdan sakin ama iç dünyası fırtınalı biri. Hesaplaşmaları çok. Eğer Yılmaz ve Sinan otursa, sessizlik ağır basardı önce. Sonra birkaç cümleyle çok şey konuşulurdu. Anlayışlı bir dostluk olurdu bence.
Başrolleri paylaştığınız Selin Işık ise ‘Yelda’ olarak karşımıza çıkıyor. Selin Işık ile partner olmak nasıl bir deneyimdi? Sizce uyumunuz izleyiciye nasıl yansıyacak?
Selin’le çalışmak çok rahatlatıcıydı. İyi bir uyum yakaladık. Sahnede birbirini desteklemek çok önemli, Selin ile bu dengeyi sağladık. Uyumumuz ekrana da geçecektir diye düşünüyorum.
Yelda’nın hikayesi çok yakında izleyicisiyle buluşacak ama biz öncesinde küçük bir ipucunun peşindeyiz. Yelda ve Sinan arasındaki maceraya dair mutlaka dikkat etmemizi istediğiniz özel bir ipucu var mı?
İzleyiciye ‘birini sevmenin yeterli olup olmadığını’ sorgulatacak. En çok da bir sırrın yüküyle nasıl yaşanır, onu gösteriyor. Detay vermem zor ama Sinan’ın bir kararı, hikayenin kaderini değiştiriyor diyebilirim.
Setteki Yılmaz ile özel hayatındaki Yılmaz aynı kişiler mi? Bulunduğunuz ortam, durum veya mekan sizi nasıl dönüştürüyor, hangi ruh haline sokuyor?
Sette daha kontrollü, daha disiplinliyim. Ama temel değerlerim her yerde aynı; saygı, samimiyet ve işine sahip çıkmak. Ortam değişince modum değişebilir ama özüm aynı kalır.
Yeni jenerasyon bir oyuncu olarak sizler, sektörde ve oyunculukta bir dönüşüm, değişim yaratacak mısınız?
Yeni jenerasyon daha bilinçli, daha sorgulayıcı. Sadece popülerlik değil, nitelikli işlerle var olmak istiyor. Ben de bu dönüşümün bir parçası olmaktan mutluyum. Kalıcı olmak için derinleşmek şart.
İlk bakışta soğuk ve mesafeli bir imaja sahip olduğunu düşünenler var. Halbuki biz ne kadar eğlenceli ve içten biri olduğunuza şahidiz. Tıpkı böyle hakkınızda doğru bilinen yanlışlar, hiç peşinizi bırakmayan önyargılar oldu mu, var mı?
‘Çok mesafeli biri’ gibi bir algı oldu hep. Oysa tanıyanlar bilir; gülmeyi, paylaşmayı, açık iletişimi severim. Soğuklukla karizma karıştırılıyor bazen sanırım.
Daha önce kendinize itiraf etmediğiniz fakat bir şekilde kabullendiğiniz ve yüzleştiğiniz kendiniz hakkında bir gerçek var mı?
Dürüstlük önemlidir. İnsanın önce kendine dürüst olması gerekir. Ben de kendimle çok savaşırım. Zaman zaman kendinizi yetersiz hissettiğinizde bu durumu kendinize bile itiraf etmek istemezsiniz ya, işte ben öyle zamanlarda kendime ayar veririm. Neyi eksik hissediyorsam ya da neden rahatsızlık duyuyorsam üstüne gider ve o hissiyatı yok etmek adına kendimle hesaplaşırım. Güçlü görünmeye çalışmak yerine; zorlandığım konuyla alakalı üstüne giden ve çözümü bulmadan yaşamın içine karışmaktan hoşlanmayan biri oldum hep.
Yılmaz Kunt’un sıradan bir günü nasıl geçiyor? Vazgeçemediğiniz rutinler, olmazsa olmazlarınız var mı?
Sabah sporu, kahve, biraz sessizlik… Set varsa yoğun bir tempo. Yoksa köpeklerim, film izlemek ve konsol oyunları oynamak diyebilirim. Akşamları ise sevdiklerimle vakit geçirmek favorim.
Gün içinde içinizden en çok geçirdiğiniz ‘o düşünce’ nedir? İç sesinizin kronik bir gündemi var mı?
“Daha iyisini yapabilir miydim?” Bu soru hep var. Ama artık kendimi daha az yargılamayı öğreniyorum.
Kimse yokken, tek başınıza ve konfor alanınızdayken nasıl biri oluyorsunuz ve neler yapıyorsunuz?
Evdeysem müzik açarım, yemek yaparım. Sessizliği seviyorum. Bazen sadece tavana bakarak hayal kurarım. Yalnızlığın bana iyi geldiği zamanlar çok.
Eğer sizi ‘dünyanın en mutlu insanı’ yapacak bir dilek hakkınız olsaydı, bu hakkınızı nasıl bir dilekle değerlendirmeyi seçerdiniz?
Zamanı durdurabilmek isterdim. Bazen bir anın sonsuza kadar sürmesini istersin ya… O yüzden.
Sizi kimsenin tanımadığı kalabalık bir odaya girdiğinizi varsayalım mı? O odada var olmaya gözlem yaparak mı, iletişime geçerek mi başlarsınız? İlk 15 dakikada sizi ne yaparken bulabiliriz?
Önce gözlemlerim. Kim ne hissediyor, kim ne anlatıyor… Sonra birinin yanına giderim ama doğal olarak akar bu. İlk 15 dakikada beni kahve alırken ya da biriyle hafif gülümseyerek konuşurken görebilirsiniz.
Hayata dair bir meydan okumanız var mı? Sizi sürekli motive eden o ateşleyici güç nedir?
Kendi potansiyelimi keşfetmek. Bu, bitmeyen bir mücadele. Her versiyonumun bir öncekinden daha iyi olması için uğraşıyorum.
Kendinizi ‘keşke’ insanı mı, yoksa ‘iyi ki’ insanı mı olarak görüyorsunuz?
Eskiden keşke insanıydım, şimdi ise ‘iyi ki’ye geçmeye başladım. Çünkü yaşanan her şey, beni ben yaptı.
Yılmaz Kunt nasıl bir sevgilidir? Romantik mi, yoksa duygularını içinde yaşayan gerçekçi biri mi?
Sadık, dikkatli, düşünceli. Çoğu zaman belli edemediğimi düşünüyorum ama hislerim derindir. Sevdiğime alan tanırım, yanında güçlü dururum.
“Ben karakteri önce sindirmek isterim. Onun geçmişini, travmalarını, hayallerini düşünürüm. Uzaklaşmak yerine, empatiyle yakınlaşmak bana daha doğru geliyor. Set dışında da karakter üstümde biraz kalır, kolay bırakmam.”
Aşk, herkes tarafından başka şekilde tanımlanan, yaşanan özel bir his. Sizin romantik dünyanızda aşk tam olarak neyi temsil ediyor? Sizin bir etkileyen, kendi çekim alanına sokan ‘o şey’ nedir?
Güvende hissetmek. Ama aynı zamanda heyecan. Birlikte gelişmek, büyümek. Aşkta hayranlık da olmalı, karşılıklı.
Alya ile mutlu bir beraberliğiniz olduğunu biliyoruz. Yine başrolü olarak bu aşkı nasıl tanımlarsınız? Nasıl başladı ve nasıl sürüyor? Size göre bu aşkın temelinde yatan en önemli değer nedir?
Birlikte olmanın ötesinde, birlikte üretmek çok kıymetli. Alya, çok özel bir insan. Bu ilişki gerçek, sahici, içinde emek ve anlayış var. Başlangıcımız da kendiliğindendi, devamı da öyle. Güzel bir akıştayız.
Peki, sizi siz yapan en önemli değer nedir? Her ne olursa olsun vazgeçmeyeceğiniz, sizden, ruhunuzdan söküp alınamayacak bir kavram, değer var mı?
Dürüstlük. İçine sinmeyen hiçbir şeyi yapmamak. O öz saygıyı kaybetmediğin sürece, hep kendinsin.
Hayat yolculuğunda duygulara mı, mantığa mı daha çok ağırlık verirsiniz? Karar alma aşamasında hangisine direksiyonu teslim ediyorsunuz genellikle?
İlk içgüdü hep duygular, sonra mantık devreye girer. Ama finalde, karar genellikle ikisinin ortasında bir yerde olur.
Tamamen fit ve sağlıklı bir görünümünüz var, şüphesiz. Sporun hayatınızda önemli bir yer aldığını da biliyoruz. Spor ve egzersiz rutininizi merak ediyoruz… Özel bir diyetiniz var mı?
Haftada en az 4 gün spor yaparım. Ağırlık, kardiyo, esneme… Beslenmeye dikkat ediyorum ama katı değilim. Dengeyi kurmaya çalışıyorum.
Mutfakta yetenekli olduğunuzu biliyoruz… Yemek yapmak ve mutfakta vakit geçirmek nasıl hissettiriyor? ‘Mükemmel’ olarak tanımlayacağınız bir menüde, masada neler olurdu?
Terapi gibi geliyor. Genelde sabahları bana ait bol proteinli tariflerimi yaparım. Et konusunda iddialı olduğumu söyleyebilirim. Menünün başlangıcında burrata, ana yemekte ev yapımı fırın makarna ya da bonfile. Yanına da güzel bir kırmızı şarap…
Gelecek için hazırladığınız bir ‘yapılacaklar listesi’ var mı?
Var. Bir yandan kariyerim adına uluslararası işlere açılmak, bir yandan da özel hayatımda daha sade, huzurlu bir düzen kurmak.
Son olarak, bir ‘zaman kapsülü’ sorusuyla vedalaşacağız… Muhtemelen gerçekleşecek gelecekteki Yılmaz Kunt röportajımızda hangi soruyu, neden sormalıyız?
“Bugünkü Yılmaz, 5 yıl önceki Yılmaz’ın hayalini gerçekleştirdi mi?” Çünkü bu soru zamanla yüzleşmenin en doğru şekli olabilir.
TEK BAKIŞTA
İmza kokusu nedir?
Oud ve sandal ağacı.
Hayatının kitabı?
Siddhartha – Hermann Hesse.
‘Asla’ diyeceği bir şey?
İhanet.
En sevdiği yemek?
Anne köftesi.
Neyi affetmez?
Yalana dayalı bir samimiyet.
Sabah uyanınca ilk kimi arar?
Menajerimi ya da annemi.
İzlemekten bıkmayacağı film?
Scarface.
Hayran olduğu bir oyuncu?
Joaquin Phoenix.
Baş ucunda olmazsa olmazı?
Su ve çizgi romanlarım.
En çok dinlediği şarkı/albüm?
Pink Floyd – Wish You Were Here.
Hayat mottosu?
Olduğun kişi ol. Kim olduğunla barış.
Dikey dizi nedir?
Akıllı telefon ekranlarına özel olarak 9:16 oranında, yani dikey formatta çekilen dijital dizi formatıdır. İzleyicinin mobil cihaz kullanımı sırasında doğal izleme alışkanlığına uygun şekilde tasarlanmış ve yaratıcı anlatım tekniklerine sahip yapımlardır. Genellikle kısa süreli bölümlerden oluşur. Youtube Shorts, Instagram, TikTok gibi platformlarda yayınlanan dikey diziler, dijital çağın yeni hikaye anlatım biçimlerinden biri olarak dikkat çekiyor.