Akdeniz’de bir huzur adası: Malta

Şimdi, dümeni kırıp tam yol Akdeniz’e ilerlemenin zamanı. Malta’nın tatlı ışığı altında sere serpe uzanan gökyüzü mavisi pırıl pırıl sularına dalmaya, sayısız güzellikteki bakir koylarını keşfetmeye ve 7 bin yıllık tarihi ile zamanı durdurmaya hazır olun.

Akdeniz’de bir huzur adası: Malta

Yazı: Müjde Taşçıoğlu

Akdeniz’in mavi suları üstünde süzüldükten 2.5 saat sonra artık yavaş yavaş alçalmaya başlıyoruz. Göreceklerim karşısındaki sabırsızlık ve heyecandan kudurmuş halimle, yolcu koltuğunda yerimde duramıyorum. Birkaç fotoğraf çekmek için cama yapışmak mantıklı. Zira ülkenin bütününü bir fotoğraf karesine sığdırmak mümkün.

Malta üç adadan oluşan küçük bir ülke. Gozo ve Comino ise, bu çekirdek aileyi tamamlayan diğer üyelerden. Başkent Valetta, Anıt Taş Tapınakları ve kaya içine oyulmuş yeraltı odası Hipogeum ile ülke tarihinin bir kısmı UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne girmeyi başarmış.

Adada yaşamın başlaması Neolitik Dönem’e kadar uzanıyor. Hatta Gize’deki ünlü Mısır piramitlerinin yapımından en az bin yıl önce adada yerleşim olduğuna dair kanıtlar var. Ardından Fenikeliler, Kartacalılar, Romalılar, Bizanslılar, Araplar ve Kudüslü Aziz John Şövalyeleri’nin elinde büyüyor Malta.

Malta’nın büyük oyuncuları
Fatih Sultan Mehmet’in Rodos’u kuşatmasına rağmen zafer ile evine dönememesinin ardından, Kanuni Sultan Süleyman Rodos’u alıyor ve adadaki şövalyeleri Malta’ya gönderiyor. Artık şövalyeler için Osmanlı büyük bir tehdit. Osmanlı’nın Akdeniz’deki ilerleyişini durdurmak ve deniz ticaretini baltalamak şövalyelerin en büyük isteği. Denizciliği, ziraatı ve taşımacılığı çok iyi biliyorlar. Bu da, Akdeniz’de sözü geçen ve para kazanan büyük bir güç olmalarını beraberinde getiriyor. Dini bütün Hristiyanlar ne var ne yok malını mülkünü ortaya koyuyor, tüm servetlerini bu tarikatın ayakları altına seriyor. Aziz John Şövalyeleri’nin askeri direnmeyi sağlamasının yanında, kutsal topraklardaki hakimiyeti arttırması ve haç ziyaretlerini kolaylaştırması en büyük gayelerden oluyor. Malta hakimiyetini iyiden iyiye sağlayan Aziz John Şövalyeleri 1530’dan 1798’e kadar uzun bir dönem adayı yönetmeyi başarıyor. Ülke, altın çağını şövalyeler sayesinde yaşıyor.

Akdeniz suları yine çalkalanmaya başlıyor. Bu defa da sahnede yerini alan Fransızlar, adayı gözüne kestiriyor. Ancak, 1798’de şövalyeleri püskürtmeyi başaran Napolyon Bonapart’ın hakimiyeti uzun sürmüyor. Son olarak, yayılmacı güçlerden İngilizler 1800 yılında adayı ele geçiriyor. Maltalılar 1964’e kadar İngilizlerden çok şey öğreniyor. Özellikle eğitim, hukuk ve kamu yönetimi bunların başında. En nihayetinde 1974 yılında bağımsızlığını ilan eden Malta Cumhuriyeti, 2004 yılında artık Avrupa Birliği’ne resmen üye oluyor.
Ülkenin tarihini silip süpürüyorum ve otel odasına bavulumu attığım gibi dışarıdayım. Ada havasına ve yaşamına iyi gider diye düşündüğüm tiril tiril kumaştan bir elbise, başıma da geniş kenarlı hasır bir şapka ile tamamım.

Keyfine varmalı

Malta yazın güneşin her gün ortalama 12 saat parladığı, kışın ise 5-6 saat boyunca yüzünü gösterdiği bol güneşli bir ülke. Kırmızı kayalık koyları, kurak tepeleri, yoğun dinginlikteki gevşek tavrı fazla özgün ve çekici. Eskinin doğa ile uyuşması Malta’yı tek vücut haline getirmiş. Yabancı, yaratıcılıktan yoksun, alakasız yapılaşma örneğine rastlamak zor.

Malta çeşitli su sporları için uygun bir destinasyon. Özellikle dalıcılık ve rüzgar sörfünü deneyimlemek ya da mavi bayraklı korunaklı plajlarını keşfe çıkmak, tamamen baştan çıkarıcı.

Haritada ilk bulmak istediğim yer, bir Dünya Mirası olarak tescillenen başkent Valletta. Burası ülkenin can damarı. Malta’da nereye gitmek isterseniz isteyin, ulaşım ağını birbirine bağlayan noktanın Valletta oluğunu göreceksiniz. Şehre girmek için korunaklı, yüksek sur duvarlarıyla çevrili ana kapıdan adımımı attığım gibi Cumhuriyet Meydanı’ndayım. Bir zamanlar güçlü bir savunma ve yaşam alanı olan bu şehirde su ve kanalizasyon şebekesinin yüzyıllar öncesinde düşünülmüş olması, hava dolaşımına imkan verecek planlamaya sahip olması, birbirini dik açılarda kesen paralel caddelerin yarattığı kolaylık ve barok mimari örneği ile bir eda bir üslup dersi veriyor bana. Carvaggio resimlerini daha önce hiç görmemiştim, ihtişamlı Aziz John Katedrali’nin içinde sergilendiğini öğrendiğimde ‘bir taşla iki kuş’ mantığı, seviniyorum. İyi bir manzara için Baraka Bahçeleri, Ulusal Arkeoloji Müzesi’nde gördüğüm Hagar Qim Tapınakları’dan getirilen ‘Şişman Kadın Heykeli’ Valletta’da gördüğüm en iyi yerler oluyor.
Valletta ana terminalden bindiğim otobüsün son durağı Mdina. Burası Malta’nın en yüksek tepesine kurulmuş, etrafı surlarla çevrili antik bir şehir. Ortaçağ’da Mdina için ‘soylular şehri’ denmesinin haklı nedeni de Maltalı soylu ailelerin burada yaşamasıymış. Sur girişi turist kaynıyor. Önce gözüm çok korkuyor ama ara sokaklara dalınca keyfim yerine geliyor. Bir anda büyülendim galiba. Yolun sonunun nereye çıkacağını bilmeden dar, kıvrımlı ve güneşi kesen gölgeli yolları bende sihir etkisi yarattı. Sokak aralarına saklanmış şirin kafe ve restoranlarda soluklanmak keyif veriyor. Beyaza çalan sarı taşların bütünlüğünü bozan tek şeyin ise, değişik kapı tokmağı figürlerine sahip renkli bina kapılarının olduğunu söyleyebilirim. Şimdilerde ise, değişim geçirmemeye direnen bu huzurlu şehir ‘sessiz şehir’ olarak anılıyor.

Mdina’dan yaklaşık 10-15 dakika yürüyüş mesafesinde bulunan Roma kökenli Rabat’a varmak çok kolay. Ülkenin sembolü haline gelmiş rengarenk cumbalı evlerin en güzel örnekleri burada. Ören yerleri ve arkeolojik zenginliği ile övünen Rabat’ta asırlar boyunca dini tarikatlar yaşamış. Aziz Paul ve Aziz Agatha Yeraltı Mezarları inanılmaz.
Aziz John Şövalyeleri’nin ilk yurdu olan Üç Şehirler (Cospicua, Senglea, Vittoriosa) görülmeye değer yerlerden.
Ülkenin kültür ve tarihini yeterince içime sindirdiğimi düşünerek konakladığım bölge olan Sliema’ya geçiyorum. Burası otelden çıkıp karşı şeride geçtikten hemen sonra, istediğim yerde kolayca denize atlayacağım uzun bir sahil şeridini barındırıyor. Yolun devamında gelen Saint Julien’s şehri ise, bir efsane. Sanırım gördüğüm yerler arasında akşam güneşinin yakıştığı en tatlı yer burası. Sliema ve Saint Julien’s şehirleri, Malta’nın ana tatil kasabaları. Gecesi gündüzü ile eğlencenin yakıştığı, birbirinden farklı kafe ve restoranların, alışveriş alanlarının ve ülkenin en yeni otellerinin bulunduğu yerler.

Akdeniz’de bir huzur adası: Malta - Resim : 1


Malta mutfağı
Malta mutfağının çok karakteristik bir tarzı olduğunu söyleyemem. Adada orijinal seçenek olarak tavşan güveci, balık turtası öneriliyor. Onun dışında daha çok İtalyan mutfağı ve deniz mahsullerinin benim için iyi bir tercih olduğunu söylemeliyim.
Listede görmek istediğim yerler arasındaki Marsaxlokk için çok şey duymuştum. Mavi, sarı ve kırmızı boyalı renkli sandallar ile süslenmiş gerçek bir balıkçı kasabası burası. Her pazar sabahı balık pazarı için tezgahlar yan yana sıralanıyor. Nüfus az, etraf dingin. Herkes işinde gücünde; balıkçılar ağlarını tek tek kontrol ettikten sonra denize açılıyor, salaş balık lokantaları bir yandan salına salına akşama hazırlanıyor. Anlık bir karar ile planın dışındayım. Geceyi Marsaxlokk’un kolları arasında geçirmek kesin kararım.

Akdeniz’de bir huzur adası: Malta - Resim : 2

Cennet köşeleri
Malta ile yetinmedim, bir de küçük takımadaları benim olsun istedim. Yanımda getirdiğim şnorkel ve su altı kamerasını bez çantama atıp, bu defa da Malta’nın en küçük takımadası Comino’nun yollarına düştüm. Malta’dan Comino’ya yarım saatte bir küçük tekneler kalkıyor. Yaklaşık 15 dakika süren bu yolculuğun sonu inanılmaz. Tekne, adanın meşhur koyu Blue Lagoon’da (Mavi Göl) durur durmaz insan yığını iskeleye boşalıyor. Beyaz kumlu taban, Nil yeşili suyu ile burası cennetten bir köşe gibi. Vay canına!

Malta’dan sonra ikinci büyük ada konumundaki Gozo, son durağım. Malta’dan buraya ulaşmak 25 dakikayı buluyor. Ada su altı güzellikleriyle dolu mercan resifleri, mağaraları ve nadir balık türlerini görebileceğiniz Avrupa’nın en iyi dalış noktalarından biri. Kıyı ve tekneden olmak üzere toplamda 14 dalış güzergahı belirlenmiş. Gozo, plaj ve koylarının en popüleri ise hiç kuşkusuz Dwejra Koyu. Zamanla jeolojinin ve suyun yaratmış olduğu doğal oluşumun sonucundaki Azur Penceresi, Sarp Falezler, İç Deniz ve Küflü Kaya adada en çok konuşulan yerlerden. Ramla, Dahlet Qorrot Koyları ise, şnorkelin canını çıkardığım diğer en iyi noktalardan. Modern yaşamın getirdiği yükü, yerli halk Gozo’da atıyor. Burası bir nevi kafayı dinlemek, enerji depolamak hatta yenilenmek için harika bir yer. Daha ilk günden Malta’yı gönlüme koyacağımı anlamıştım. Pişmanım; dört gün değil en az bir hafta buraya çivi çakmalıydım.

Akdeniz’de bir huzur adası: Malta - Resim : 3

Nerede kalabilirsiniz?

Saint Julien’s’de Hotel Juliani Butik Otel, Marsaxlokk’ta Port View Guest House ve Marsalforn Gozo’da Maria Giovanna Guest House önerebileceğim adresler.  

Dipnot
•    Dini koyu Katolik, para birimi euro, resmi dili Maltaca ve İngilizce.
•    Trafik akış yönü; soldan.
•    Otobüs şoförleri çok agresif araç kullanıyorlar.
•    En büyük gelir kaynakları; turizm ve dil okulları.
•    Otomobil, elektrik ve su pahalı. İçme suyunu denizden arındırdıkları sudan elde ediyorlar.
•    Malta’da hiç dağ, orman, göl ve akarsu yok.