'Empati' duygunuz ne durumda?

Karşınızdaki kişi ile empati kurmayı becerebiliyor musunuz, yoksa tam bir empati yoksunu musunuz? Peki, empati kurabilmek bir yetenek mi yoksa seçim mi?

'Empati' duygunuz ne durumda?

Yazı: Ayşegül Uyanık Örnekal

Karşınızdaki kişinin sevincinden de üzüntüsünden de kendinize pay çıkarıyorsanız, empati yeteneğiniz gelişmiş demektir. Ama sıkıntı içindeki kişiyi anlamak yerine ona ahkam kesiyorsanız, şapkanızı önünüze koyup düşünmenin vakti gelmiş olabilir! 

Kişinin kendini başkalarının yerine koyabilmesi ve bu yolla onun duygu, düşünce, tutum ve yaşantısını anlayabilmesi “empati” olarak tanımlanıyor. Ancak bu durumun onaylamak, karşı tarafı durmadan kabullenmekle karıştırılmaması gerekiyor. Günlük dilde kullanımı ve empati denilince akla bu ya da buna benzer şeyler gelse de bunları yapıyor olmak, karşınızdakine böyle davranmak empati yapıldığı anlamına gelmiyor. 

Empati kavramına ilişkin sorularımızı yanıtlayan Üsküdar Üniversitesi NP Etiler Polikliniği’nden Uzman Klinik Psikolog Orçun Aykol, insanların günlük yaşamda empati ile sempatiyi sıkça karıştırdığının altını çizerek, “Sempati dediğimizde karşımızdakinin duygusal durumunu, örneğin üzüntüsünü şefkatle karşılamaktan bahsedilebiliyor. Ancak empatide asıl olan karşı tarafı anlayabilmek!” diyor. 

BAZI KİŞİLER İÇİN EMPATİ YOKSUNU TABİRİ KULLANILIYOR. EMPATİ KURMAK BİR YETENEK Mİ, YOKSA SEÇİM Mİ? 
Günlük dilde empati yeteneği söylemiyle sık karşılaşılıyor. Ancak empati bebeğin dünyaya geldikten sonra ebeveynle ilişkisi veya iletişimi sonucu kazanılan, gelişen ya da azalan bir özellik. Anne-babanın bebeğin ihtiyaçlarına uygun zaman ve biçimde yanıt vermesi empatinin gelişmesinde büyük önem taşıyor. 

Yapılan çalışmalar, bebeklerin birlikte bulunduğu ortamda ağlamaya başlayan bir bebekten sonra diğerlerinin de ağlamasının empati işareti olduğunu gösteriyor. Buradan hareketle empatinin bir seçim olmadığı, gelişimsel olarak anne-babanın tutumlarıyla geliştirilen bir özellik olduğu düşünülebilir. Ancak empati her durumda gösterilemeyebiliyor. Örneğin, araştırmalara göre fiziksel olarak ağrı ya da acı hissedildiğinde insanlar empati yapamıyor. Buna benzer olarak ruhsal sorunların yaşandığı dönemlerde empati azalabiliyor. Depresyon, anksiyete, yoğun öfke ve benzeri gibi... 

Öte yandan empatinin biyolojik yönlerine de değinmek gerekiyor. Ayna nöronların keşfiyle empatinin tanımında ve bununla ilgili bilimsel çalışmalarda büyük yol katedildi. İtalya’da bir grup araştırmacı, el ve ağızlarıyla bir şey tutan maymunları izleyen fakat bir şey tutmayan maymunların da aynı beyin bölgelerinde aktivite olduğunu gösterdi. Benzer şekilde, kötü kokuya maruz kalan birinin görüntüsünü izleyen insanlarda da aynı beyin bölgesinde elektriksel aktivite saptandı. Bu çalışmalar tat alma, deri aktivitesi gibi çok çeşitli alanlarda tekrarlandı. Karşısındaki kişinin ortaya koyduğu aksiyonu sadece izleyen diğer kişinin nöronlarındaki aktiviteyi nitelemek için “ayna nöron” kavramı kullanıldı ve bunların 12 ay içinde geliştiği belirlendi. 

AŞIRI EMPATİ KURMAK DOĞRU MU? BU KİŞİNİN KENDİ YAŞAMI İÇİN PSİKOLOJİK AÇIDAN BİR TEHDİT OLUŞTURABİLİR Mİ? 
Aşırı empati diye bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bu, bahsettiğim “sempatiyi” veya yine empati kavramı ile çok karıştırılan “özdeşim” kavramını akla getiriyor. Sempatinin kökensel anlamına bakıldığında, “birlikte acı çekmek” olduğu görülüyor. Kimi zaman aşırı empati yaptığını söyleyen kişiler, karşısındakilerin dertlerini, acılarını sürekli kendi dertleriymiş gibi hissettiklerinden bahsedebiliyor. İşte burada akla sempati geliyor. Diğer taraftan özdeşim durumunda da sadece duygu anlaşılmıyor, bunu hissetmeye devam ediliyor. Yine şefkat, onaylama gibi kavramlar da empati yerine kullanılabiliyor. Ancak bu kavramlar birbirinden ve empatiden çok farklı şeyleri betimliyor. Empatiyle, sadece kişinin üzüntüsünü, acısını değil, belli bir durumdaki öfkesini, endişesini ya da sevincini de anlamaktan bahsediliyor. Buradaki anahtar kelime hissetmek değil, anlamak oluyor! 

EMPATİ KURMAK ŞART MI? 
Anne-babamız doğduğumuzda bizimle ve ihtiyaçlarımızla empati kurmasaydı hayatta kalmamızın çok zor olacağını düşündüğünü belirten Uzman Klinik Psikolog Orçun Aykol, bu soruyu şu sözlerle açıklıyor: “Bu bizim isteyerek ve kontrolümüzde olan bir şey değil, biyolojik tarafı da var. Duruma, duyguya, çevresel koşullara göre değişen, artan ya da azalan bir özellik. Empati olmazsa kişi yalnızlaşıyor, duyguları, yaşantıları anlaşılamadığı için kendisini anormal hissedebiliyor. Empati sayesinde ise kendini daha kolay kabul ediyor, sosyal uyumu artıyor, motivasyon ve öfke kontrolü sağlıyor.” 

BİR DE BUNUN TAM TERSİ EMPATİ YOKSUNLARINDAN SÖZ EDİLİYOR. BU KİŞİLERİN EMPATİ KURAMAMASI İLİŞKİLERİNİ NASIL ETKİLİYOR? 
Anti-sosyal kişilik bozukluğu olan bireylerin empati yoksunu olduğu biliniyor. Böyle kişilerin hiçbir koşulda karşı tarafın duygu, düşünce veya tutumlarını anlaması beklenmiyor. Bu kişilik bozukluğunda, bireyin vicdani yetilerinden söz edilemiyor. Anti-sosyal kişiler, sadece kendi istekleri doğrultusunda, diğerlerini hiç önemsemeden ve güçlü manipülasyonlar kullanarak davranıyor. Hukuk, sosyal kurallar ve benzerleri onlar için önem taşımıyor. Tahmin edileceği üzere bu kişilerin ilişkileri kısa süreli, yüzeysel, haz ve heyecan üzerine kurulu oluyor. Karşı taraf sadece bu duyguları karşılayacak biri gibi düşünülebiliyor. Bu özellikler empatinin anahtarı olan karşı tarafı  anlayabilme ile birlikte düşünülürse, anti-sosyal kişilerin ilişki ve empati kuramadığı net biçimde görülebiliyor. Diğer taraftan, empatinin biyolojik temelleri dikkate alınırsa, beynin belli bölgelerindeki hasarlarla ortaya çıkan hastalıklarda da empati yoksunluğuna rastlanabiliyor. 

KARŞISINDAKİNİN SORUNLARINI, SIKINTILARINI ANLAMAYAN KİŞİ YAŞANAN HER DURUMA ELEŞTİREL YAKLAŞABİLİR Mİ? YAŞANANLARI NASIL YORUMLAR? 
Evet, eleştirel yaklaşıyor. Buna ek olarak karşı tarafı anlamadığı için yargılayıcı, nasihat veren bir role bürünüyor. Karşısındakini dinlemeyip, sadece kendisinden ya da deneyimlerinden bahsediyor. Böyle biriyle ilişki kurmak çoğu kez öfkeye veya üzüntüye yol açabiliyor. 

EMPATİ KURAMAYANLAR BUNUN EKSİKLİĞİNİ HİSSEDEBİLİR Mİ? 
Hissedeceklerini düşünüyorum çünkü empati kuramayan kişiler gerek sosyal gerekse yakın ilişki kurmakta zorlanıyor ve giderek yalnızlaşıyor. Bununla birlikte, diğer kişilerle çatışma halinde olma ihtimalleri de artıyor. Kendilerini diğerlerinden farklı ya da anormal hissedip, öfke ve mutsuzluk düzeyleri yükseliyor. 

KARŞISINDAKİNİN DURUMUNU BİLMESİNE, BUNUN FARKINDA OLMASINA RAĞMEN KİŞİ NEDEN ONUN YERİNE KENDİNİ KOYARAK DÜŞÜNEMİYOR? BU BİR NEVİ BENCİLLİK OLARAK NİTELENDİRİLEBİLİR Mİ? 
Bu tek başına bencillikle açıklanamaz! Çünkü bazen karşı tarafın yaşadığı olay ya da hissettikleri kişinin iç dünyasında bir yere dokunabiliyor, kendi deneyimlerini anımsatabiliyor ve bundan bazen bilinçli ama çoğu kez bilinçdışı olarak, savunma mekanizmalarıyla uzaklaşmaya çalışabiliyor. Diğer taraftan empati yapabilmek için öncelikle bireyin kendini tanıması, duygularının, yaşantılarının, deneyimlerinin farkında olması gerekiyor. Böylece karşısındakini de tanıyıp, onu anlayabiliyor ve empati yapabiliyor. Empati burada üçüncü basamakta duruyor. Psikoterapistler terapilerde de aslında bunu yapıyor. Kişinin kendi yaşantılarını, duygularını, deneyimlerini ve bunların ortaya nasıl bir psikolojik hastalık çıkardığını gösteriyor. 

ÇEVRENİN UYARILARI YA DA KENDİ FARKINDALIĞININ ARTMASI SONUCU KİŞİNİN EMPATİ KURMA YETİSİNİ SONRADAN GELİŞTİREBİLMESİ MÜMKÜN MÜ? 
Evet mümkün ama önce kendini tanıması gerekiyor. Daha sonra iletişim ya da ilişkide açık uçlu sorular sorarak, yargılamadan kaçınıp sadece yorum yaparak, karşı tarafı göz teması kurup dinleyerek, hızlı yargıya varmayarak ve geçmişi iyi analiz ederek geliştirilebiliyor. 

EMPATİ KURAMAMAK İŞ, AİLE VEYA İKİLİ İLİŞKİLERİ NASIL ETKİLİYOR? 
En başta ilişki kurmak zorlaşıyor ve giderek yalnızlaşma, çaresizlik başlıyor. Yalnızlık arttıkça bazen depresyon gibi sorunlar baş gösterebiliyor. Yakın ilişkilerde çatışmalar artıyor. Örneğin eşler arasında çok küçük sorunlar, beklentiler bile anlaşılamıyor ve bunlar büyük çatışmalara, güç savaşına hatta boşanmalara gidiyor. İlişkilerde öfkeyi en çok tırmandıran, karşımızdakinin bizi anlamadığını fark etmemiz oluyor. Çiftler arasında sık sık “Beni anlamıyor” şeklindeki yakınmalar da bu nedenle ortaya çıkıyor.

Ne yaşadığımı bilmeden eleştirdi durdu! 
12 yıllık evliliğimin bitmesinin ardından hayatımda yeni bir başlangıç yapmak için yaşadığım şehri de değiştirmeye karar verdim. Yeni bir iş, yeni bir şehir, yeni bir ev ve yeni insanlar... Arkadaşlarım bana bu denli radikal bir karar almanın yanlışlığından bahsedip dursa da ben yolumdan vazgeçmedim. Yeni hayatımın başlangıcında ilk yapmam gereken yeni bir iş bulmak oldu. Neyse ki bu aşamayı sorunsuz atlattım. Şimdi sıra konuşabilecek birileriyle tanışmaktaydı! Aslında yabancılarla iletişim kurmakta çok zorlanan biri değilim ama başımdan geçen olaylı ayrılık süreci ve bozulan psikolojik durumum sanırım çevreye karşı biraz daha temkinli yaklaşmama yol açtı. İlk arkadaşlarım yeni iş çevrem oldu. Hepsi çok yardımseverdi. Yeni bir şehre yerleşmemin zorluklarını en aza indirmek için ellerinden geleni yaptılar. Bana çok yardımcı ettiler. Zaman içinde birlikte yenen öğle yemekleri, şirket etkinlikleri derken hatırı sayılır bir arkadaş grubum oldu. İşte onunla da bu arkadaş gruplarından birinde tanıştım. İlk zamanlar pek fazla sohbet etmiyor, sadece aynı ortamı paylaşıyorduk. Birkaç seferden sonra konuşmaya başladık. Başlarda çok fazla özel hayatıma ilişkin soru sormaması, geçmişimle ilgilenmemesi hoşuma gitti. İlişkimiz biraz ilerledikten sonra ise açıldı ama bu kez de sözleri beni çok yaralamaya başladı. Hep eski eşimin haklı, benim haksız olduğumu söyleyip, ne yaşadığımı bilmeden beni yargılayan şeyler söyledi. Kendi hiç evlenmemiş olmasına rağmen evlilik hayatına dair ahkam kesmeye başladı. Ben ondan haklı-haksız ayrımı yapmasını beklemiyordum. Sadece beni olduğum gibi sevse yeterdi. Bir süre sonra eleştirileri o kadar arttı ki dayanamadım ve ona neden boşandığımı anlattım. Evet, eski eşim beni aldatmıştı hem de kuzenimle. Bu gerçeği unutmak için elimden geleni yapsam da artık yeniden yüzleşmek zorunda kalmıştım. O ise tüm bunlara rağmen neden aldatıldığımı sorgulamam gerektiğini söyleyip duruyordu. Çünkü bu şekilde içinde bulunduğum durumu daha rahat atlatabilirmişim. Benim yaşadıklarımı bir tarafa atıp, aldatan tarafı adeta haklı bulmaya başladı. Bu bardağı taşıran son damla oldu. Böylesine sığ düşünen, karşısındakinin ne yaşadığını bilmeden ahkam kesen, destek yerine köstek olan birine harcayacak bir dakikam bile yoktu. Onu terk ettim. Nedenini anlamadı ama ben günlerce anlatsam da anlayabileceğini düşünmüyorum. Bu yaşadıklarım gelecekteki ilişkilerimi nasıl etkiler bilmiyorum ama şu an yalnız olsam da inanın çok huzurluyum.
Nagihan G. 

*Formsante - Temmuz 2016