Hayatımızın seçimleri

Beş yılda bir değil, her an... Tek lideri biziz. Sonuçları önceden tahmin edilemiyor, anketlerle ölçülemiyor. Rakibi, propagandası, yasakları yok. İşte kesin olmayan sonuçlara göre hayatımızın seçimleri...

Hayatımızın seçimleri

En çok ilişki seçimleri ile ilgili pişmanlıklar yaşıyoruz galiba...
İlk sevgilinizle bugün bir araya gelseniz, beş dakika bile geçiremeyeceğinizi görür şaşırırsınız. Ama gelin görün ki o zamanki sizin kalbinize ilk nefes üflendi; ilk aşk, ilk kıpırtı sizin için büyük bir uyanıştı. Seçimin kutsallığını o anla değerlendirmek gerekiyor. Belarus’ta yaşayan bir kıza aşık olmuştum... Uçağa biniyordum, 30 saatliğine yanına gidiyordum. Aynı dili bile konuşmuyorduk, bir bankta oturup karşılıklı ağlıyorduk. Sonra ben geri dönüyordum. Bir arkadaşım sordu: “Evlenecek misiniz? Çocuklarınız olacak mı?” Ona dedim ki, “Sinemaya gitmeyi çok seviyorsun. Ama o film bitmiyor mu, bitiyor. Patlamış mısır yemeyi de çok seviyorsun ama o da sonunda bitiyor.” Hayat da böyle... Biz bir seçim yaptığımızda illa beş sene sonraki bizimle aynı paralelde gitmesi gerekmiyor o seçimin. Ama biz biraz öyle bekliyoruz. Her şey biraz durağan ve güvende olsun istiyoruz. Oysa bugünkü seçimim bugünkü ben için doğrudur. Yarınki ben için yanlış olması onun kutsal olmadığı anlamına gelmez.

Parmağı hep dışarıda olanlar var bir de... “O beni terk etti, o bana yalan söyledi, o beni işten kovdu” diye...
Her zaman için dış dünya ile ilişki kurduğumuzda oradaki özgür iradelerin seçimleri bizleri etkiler. Ama şöyle bir nokta var: Dışarıdaki insanların yaptıklarından dolayı mutsuz bir hayat yaşamazsınız, mutsuz bir an yaşarsınız. Eğer genel bir mutsuzluk yaşıyorsanız, aynaya bakmanız gerekir. Bu asla size bir yük vermek anlamında değil. Tam tersine mutluluğun başkasının elinde değil, senin elinde demek...

Dışarıdakilere neden çok fazla suç bindiririz? ‘Neden Türkiye’de doğdum, neden kadın oldum, neden erkek oldum?’ deriz ya hep...
Binlerce insanla çalıştım; kadını, erkeği, azınlığı, eşcinseli... Herkes kendi dünyasında sahip olduklarının en kötü olasılık olduğunu düşünüyor. Kadın baskıdan şikayet ediyor, erkek hep güçlü durmak zorunda olmaktan... Görüyorum ki kurban psikolojisi köklerine kadar bilincimizi ve bilinç ötemizi istila etmiş. Bunu yapmayın. ‘Benim karakterim bu’ deyip bırakmayın. ‘Benim burcum bu’ deyip bırakmayın. ‘Benim annem-babam böyle’ deyip bırakmayın. Bunların ötesine geçebilirsiniz. İnsanlar aslında dışsal nedenlerden dolayı mutsuz olmadıklarını fark ettikleri anda kendilerini çok kötü hissediyor. ‘Bu araba neden bu yöne gidiyor?’ deyip sinirleniyorsun ama direksiyondaki senmişsin meğer... Yön seçimini sen yapmışsın. Bununla yüzleşen insan bir anda bu idrakten kaçmak isteyebiliyor. Halbuki o idrakteki amaç kendini yargılamak değil; anlamak, analiz etmek ve sonra harekete geçmek...

Şimdiki soru sürekli işinden şikayet edenlere, ‘parası çok az, çok çalıştırıyorlar, mobbIng yapıyorlar’ diyenlere gelsin...
İş hayatı için yanıtlıyorum ama ilişkiler için de durum paralel... Firmaların insan doğasına uygun olmayan yönetim şekilleri tabii ki olabilir ama şunu görüyorum ki aynı kafa yapısını X firmasından Y firmasına geçirdiğinizde değişen bir şey olmuyor, şikayetler aynı kalıyor. Ben de kapitalist bir ülkede, ailemin ilaç masraflarını karşılamak için bu düzenin gerektirdiklerini yapmaya çalışmış bir çocuktum. Ve şunu öğrendim ki, kısa vadede farklı yollar sonuç veriyor gibi görünse de bunlar çökmeye mahkum. Bana göre iyi bir emek, iyi bir zihin yapısı ve kararlılık aşkla birleştirilip yoğrulduğunda uzun vadede kesinlikle muhteşem sonuç veriyor. İyi bir zihin yapısında olduğunuzda, iyi niyetli olduğunuzda, tepenizdekiler ne kadar baskılarsa baskılasın iyi sonuçlar alıyorsunuz. İnsanlar kendi cehennemlerini yaratır. Sizi baskılamaya çalışmak için emek veren, sizin odağınızı kaçırmaya çalışan kişi er ya da geç tükenir, sizin yaptıklarınız değer bulur. Kısa vadede demiyorum. Ama uzun vadede iyi bir zihin yapısı emek, 
kararlılık ve aşkla birleştiğinde yüzde yüz sonuç vereceğine inanıyorum.

Seçim yapmaya ne zaman başlıyoruz?
Fizyolojik bir gerçekten bahsedeceğim. Sperm ile yumurta birleştiği andan itibaren hücresel zeka bölünme sürecinde yaşama ve üremeyi anneden bağımsız olarak yapmaya başlar. Genetik kodlarımız hücresel zekamızla birleşiyor ve biz artık özgür bir iradeye sahip oluyoruz. Genelde çocukların seçimleri olmadığı düşünülür ama bedenlerindeki bütün biyokimyasal reaksiyonlar çocukların kendi beyinlerinin seçimi. O nedenle seçimler anne karnından itibaren başlar diyorum. Burada annelere bir sorumluluk yüklemek ama yük yüklememek istiyorum. Mesela hamilelik haberini alıyorlar ve büyük bir panik içinde davranmaya başlıyorlar. Oysa çocuğun ilk tanıdığı enerji şefkat olmalı. Diyorlar ki, ‘Ama biz çocuğumuzu çok seviyoruz.’ Onlar sevdiğini ifade eden ama korkuyu seçen anne-babalar aslında. Bir çocuğunuz olacaksa tabii ki doktora gideceksiniz, önlemlerinizi alacaksınız, gereken tetkikleri yaptıracaksınız ama o süreç bir anne ve baba için çok kutsaldır. Bunun kutsallığından kayıp endişesine odaklanırsanız çocuğun hayatında zorlanacağı anlar yaratabilirsiniz. 

Korkuyu seçmekten bahsettiniz. Temel mesele korkuyu ya da sevgiyi seçmek mi?
Tohum düşünce de deniliyor ama ben tohum his ya da kök his diyorum. Kök his dediğimiz şey aslında bizim yaptığımız hareketin alt katmanındaki his... Seçimi hangi duygu ile yaptığımız... Duyguyu bulduğunuzda orada neyi seçtiğinizi de görüyorsunuz. Ayrılma sürecinde insanlar geliyor örneğin. İşinden, eşinden, ortağından ayrılacak... Onlara çok olumsuz olduklarını, önce sakinleşip, nötr hale gelip sonra seçim yapmalarını öneriyorum. O kadar öfkeli ki ‘Hayır, ben şimdi ayrılmak istiyorum’ diyor mesela. Öfke ile seçim yapıyor. Evliliği hiç savunan bir insan değilim ama şöyle diyorum: “Ne olur önce zihnini dingin, barışçıl ve sevgi dolu hale getir. Ondan sonra bir karar verdiğinde pişmanlık duymazsın.” Ama zihin yapısı öfkede, hırçınlıkta, hınç almada, zarar vermede ise yaptığımız aslında bir korku seçimi oluyor. Bunun da size vereceği tek şey yıkım. Ne yazık ki çoğumuz seçimlerimizi öfkeye dayandırıyoruz. Düşünün; bir ayrılık planlıyorsunuz. Güzel zamanlarınız da oldu, birbirinize hizmet etmediğiniz zamanlarınız 
da... Karşılıklı oturup dediniz ki, “Birbirimizi eskisi kadar geliştirmiyoruz. Bu süreci sonlandıralım.” Geriye dönüp baktığınızda saygı duyarsınız, o kişinin varlığı size güç verir çünkü güzel bir özgür bırakma ritüeli yaşanmıştır. Ama aynı ayrılış seçimini öfkeye, hınca, tepkiye dayandırdığınızda ya terk etmiş ya da terk edilmiş olursunuz ve bu yaranız hep kanar.

En çok şikayet ettiğimiz insanları da biz mi topladık etrafımıza? 
‘İnsanlar çok dedikoducu, mutsuz, benim enerjimi çalıyor’ diyorsanız bilin ki bu da sizin seçiminiz... ‘Nasıl olur, dışarıdakinin negatif olması benim seçimim mi?’ diyorlar. Evet, sizin seçiminiz. Keyifli, oyunlar oynayan, şakalar yapan enerjik bir adamım. Benim yanımda sürekli şikayet eden, somurtan bir insan görür müsünüz? Görmezsiniz. Çünkü onun istediği dedikoduyu, homurdanmayı, kurban bilincini ben ona sunamam. Sportif sportiflerle gider, mutlular mutlularla gezer, gece hayatını sevenler onlarla çıkar, dedikoducular da dedikodu yapanlarla... Bu sizin seçiminiz. Aynaya baktığınızda ne görüyorsanız etrafınız az ya da çok size onu gösterir. En başta belirtiğim bilinçli olarak kol kasını oynatmak gibi değil ama. Kendini strese boğup kalp atımını hızlandırmak gibi bir seçim bu... Fark ettiğiniz an bilinçli seçimlere dönebilirsiniz. 

‘Bugün işe arabayla değil metroyla gideyim’ diye bir seçim yaptık ve hayatımızı olumlu anlamda değiştirecek bir insanla tanıştık. Buradaki seçimi hangi aşamada yapmış oluruz?
O sırada nerede olduğunuz değildir aslında seçim. Metrodayken karşılaştığınız insanların gözünün içine bakabilmek ve hatta selam verebilmenizdir. Bir durumu oluşturmak için sonsuz bir emek, iyi bir zihin yapısı ve bolca aşk ve kararlılık varsa, o durumu oluşturacak insanlar size bir yoldan mutlaka gelir. Merkezimiz için halkla ilişkiler uzmanı almaya karar verdiğimiz gün bir arkadaşımın arayıp “Ben işten ayrılıyorum. Artık inanmadığım işler yapmak istemiyorum. Sizin için gönüllü çalışabilir miyim?” demesi gibi. Onun gönüllü çalışma isteği, konuya aşkla yaklaşması, o zihin yapısında olması bizimle profesyonel olarak çalışmaya başlamasını sağladı.

Seçime az bir zaman kalan şu günlerde ülke genelinde yoğun bir gerginlik ve öfke görüyoruz. Bu tabloda bireysel olarak hepimizin yansıması var mı? 
Siyasi bir görüşün temsilcisi değilim, insani görüşü anlatıyorum ve doğaya, insan haklarına, karşılıklı farklılıklara hoşgörülü olan bir gelecek istiyoruz. Daha adil paylaşım olduğu, herkesin refahının arttığı bir süreç... Ancak Türkiye’de sarkaç hep bir tarafın gücü ele geçirip diğer tarafı ezmesi üzerine kurulu... Şu anda ne yazık ki ciddi bir kalabalık çok öfkeli. Solcusu da dindarı da çevrecisi de... Hepimiz birbirimize karşı düşmanlığı deneyimliyoruz. Karşılığında da bunun yansımalarını alıyoruz. Aslında farklılıklarımızla bir bütünüz ve dünyaya karşı bütün farklılıklarımızla yapbozun parçası olmak ve güzel bir tablo yaratabilme borcumuz var.Yazı: Yaprak Çetinkaya

Hayatımızın her anında ‘oy kullandığımız’ gerçeğini İnsana Güven’in kurucusu Metin Hara’ya sorduk. Şu tespiti çarpıcıydı: “Bu araba neden bu yöne gidiyor diye sinirleniyorsun ama direksiyondaki senmişsin meğer... Yön seçimini sen yapmışsın. Bununla yüzleşen insan bir anda bu idraktan kaçmak isteyebiliyor. Halbuki o idrakteki amaç kendini yargılamak değil; anlamak, analiz etmek ve sonra harekete geçmek...” En klasik sorudan başlayalım. Hayat bizim seçimlerimizin bir sonucu mu? Bugün burada konuşuyor olmamız da ‘seçimler’ kategorisine girer mi yoksa daha büyük seçimler mi önemli olan? Bana göre bütün alanlarda seçim bizimdir. İnsanlar seçimi sadece kol kaslarını uyarmak gibi düşünür. Yani istemli olarak seçmek ve anında tepki almak... Ama hayatta ancak belki yüzde birlik alanda bu şekilde seçimler yaparız. Bugün buraya gelmeniz sizin için elbette bilinçli bir seçim. Ama daha derindeki mekanizma bu kadar direkt bir neden-sonuç ilişkisi içinde çalışmaz. Örneğin kalp atımı... Şu an hepimizin kalbi atıyor. Ama ‘atsın dursun, atsın dursun’ demiyoruz. Ama aslında bu seçimi de biz yapıyoruz. Mesela ben art arda 10 tane kahve içsem direkt olarak bir seçim yapmıyor gibi gözüksem de aslında kalbimi yormayı seçmişimdir. Daha mutlu olduğum, mutluluk hormonları salgıladığım bir hayat seçmiyorsam seçimimle kalbimi direkt olarak etkilemiyormuşum gibi gözükse de aslında uzun vadede kalbimi yormayı seçiyorumdur. Yani aslında hayat bilinçli seçimlerimizin bilinç ötesi seçimlerimizle birleşmesinin bir sonucu. Bilinç ötesi seçimler de nasıl hissettiğimiz, kendimizi nasıl bir zihin yapısına soktuğumuz ve bunun ötesindeki birçok alandır. Sonuç olarak evet, hayatta her şeyi biz seçeriz.

Öyle bir şey söyleyin ki, ‘Yok artık bunu da insan kendi seçmiş olamaz’ diyelim.
Hastalıklar... ‘İnsan kanser olmayı da seçer mi?’ diyorlar. Evet insan bilinçli olarak kanser olmayı seçmez. Ama sürekli alkol, sigara tüketip, sürekli stres altında hissedip mutsuz olan insan aslında hastalık seçimi yapar. Dışsal olarak iyileşmeyi istediğini söylese de aslında sonucu etkileyecek bilinçötesi seçim her zaman negatife gidendir. Yani mesele otomobille giderken “Hayır, ben duvara çarpmayı seçmiyorum” demek değil, direksiyonu doğru zamanda sağa kırmak şeklinde bir seçim yapmak.

Dış sesle iç ses nasıl aynı şeyi söylemeye başlayacak?
Pozitifliğin bir olumlama süreciyle olmasından ziyade, kendini idrak etme ve anlama süreci ile ortaya çıkması gerektiğini düşünüyorum. Yani pozitiflik bir ‘zorla yapma’ halinden ziyade negatif olma sürecinden sıyrılıp kendin olma süreci. Bizler zaten bir kaplan saldırmadığı sürece pozitif zihin yapısında yaşaması gereken pozitif varlıklarız. Bilinç ötesini etkilemenin en değerli yolu ise harekete geçmek, sadece konuşmak değil. ‘Birini seviyorum’, ‘Ben sağlıklı yaşamak istiyorum’ diyebilirsiniz. O zaman sevdiğinizi söyleyin, kalkın spora gidin, dans edin, zararlı besinler tüketmeyin. Hepimiz başka bir dünya istiyoruz ama kimse kendi dünyasına bile yeterince sevgi üfleyemiyor. Eğer söylediklerimiz, hissettiklerimiz ve yaptıklarımız paralel olursa bu sorudaki bütün anlam karmaşası erir.

Hayatımızdaki her şeyin kendi seçimlerimizin sonucu olduğunu bilmek bazılarının ‘hepsi benim suçum’ diye kendini yıpratmasına neden olabilir mi?
Sufizm’de ‘sırlamak’ kavramı vardır. Sırlamak, bilgileri ve bilinçleri insanların idrak mertebesine göre açmaktır. Birçok kitapta da böyle bu. ‘Aşkın İstilası’ kitabımda da böyle. İçsel yolculuğuna henüz hiç başlamamış insanlar oradan çok güzel bilgiler alır. Biraz yolculuk yapmış olanlar kendi bildikleri ile harmanlayacakları bir süreç yaşar. Daha da ileri seviyedekiler o kitapta italik karakterle yazılmış cümlelerin kalbindeki işleyişini hisseder. Bu, birçok değerli bilgi ve ezoterik öğretide de var. Şimdi belirli bir idrak şemasındaki insanlara siz, ‘Sen her şeyi kendin seçiyorsun’ dediğinizde bu zihinlerine tam oturmuyor. Ama evet, her şeyi biz seçiyoruz. Bir bilgeye soruyorlar, ‘Nasıl bu kadar bilgesin?’ diye. İki kelime ile yanıt veriyor: Doğru kararlar. ‘Nasıl bu kadar doğru karar verdin?’ Tek kelime: Tecrübe. ‘Nasıl bu kadar tecrübeli oldun?’ İki kelime: Yanlış kararlar. Hepimizin seçimleri her zaman istediğimiz noktaya varmayabilir. Ben kendi zihnimi şöyle rahatlatıyorum; bir seçimim beni beklediğim noktaya vardırmış olmayabilir ama bana zaman kaybettirmesine, acı vermesine rağmen deneyim kazandırdıysa ben kendimi karlı sayıyorum. Üç dövmem var. Biri palyaço, biri ölümsüzlük sembolü, diğeri de bir kız suratı. Palyaço ile kız suratını 13 yaşındayken yaptırdım. ‘Anlamı nedir?’ diye soruyorlar. Bir anlamı yok. O yaşta ilgi çekmekti amaç. ‘Pişmansın o zaman’, diyorlar. Hayır, değilim. ‘Niye sildirmiyorsun o zaman?’ diye soruyorlar. ‘Şimdiki Metin olsa koluna palyaço dövmesi yaptırmaz ama pişman değilim’ diyorum. ‘Laf ebeliği yapma’ diyorlar. Hayır... 13 yaşındaki Metin birçok seçim ve birçok hata yaptı. Doğru seçimleri de yanlış seçimleri de onu buraya getirdi. Gelebildiğim nokta mükemmellikten uzak ama içsel anlamda gelişimimden mutlu olduğum nokta. O nedenle 13 yaşındaki Metin’in verdiği kararları, yaptığı seçimleri kutsal görüyorum.