O küçük kız çocuğuyla konuştun mu hiç?

Kendi bebekliğinizle karşı karşıya gelseniz ne yapardınız?

Yonca Tokbaş

Yonca Tokbaş


O küçük kız çocuğuyla konuştun mu hiç?

Karşınızda kendi bebekliğiniz, çocukluğunuz dursa ona nasıl davranırdınız? Döver miydiniz onu? Söver miydiniz ona? Kucaklayıp sever miydiniz yoksa? En çok neye ihtiyacı var peki bu çocuğun? Şefkat mi? Sevgi mi? Onaylanmak mı? Sevilmek ve beğenilmek mi? Sıralaması ne ihtiyaçlarının sizce? En çok ihtiyacı olan, en birincil ihtiyacından başlayarak tek tek sıralayın.... 

Siz kendinizle tanışık mısınız?
Yani kendinizi hatırlıyor musunuz?
Çocukluğunuzu, çocukken nasıl olduğunuzu?
Ya da bir durup o günleri, o günlerdeki kendinizi düşünüyor musunuz?
Bir beş dakika ayırın kendinize.
Lütfen.
Geçin aynanın karşısına, bakın kendinize.
Ha kendinizi göresiniz mi yok?
Oldu.
Sorun değil.
Oturduğunuz yerden kendinize bakmadan, şu soruları sorun ve lütfen sorulara cevap verirken kendinize hani sanki minnacık yeni doğmuş bir bebekmişsiniz gibi davranın. O bebek, sizden duydukları ile ya gülecek ya ağlayacak sanki.
Yüzündeki ifadeden etkilenir ya çocuklar, bebekler veya ses tonundan, öylesine dikkat edin.
Kendinizi aynen öyle görün. Çocuk kendinizi düşünün, hatırlayın.
Sorular gelsin şimdi.
Cevaplar için kendinize zaman verin azıcık.
Durun düşünün, öyle cevap verin. Acele etmeyin.
Bu size ayrılmış özel bir zaman.
Ta kalpten verin cevaplarınızı!
Harbiden...
Ben soruların altlarına uyduruk örnekler verdim.
İsterim ki, o örnekler sizin vereceğiniz cevaplara kılavuz olsun ve sakın etki altında bırakmasın sizi.
Cevaplar size ait, sizin cevaplarınız olsun...
O çocuk kalbinizden gelen cevaplar olsun.
Peki bu çocuğun hayatta en çok önemsediği değerler ne mesela?
Dürüstlük mü? Aşkı mı? Özgürlük mü? Adalet duygusu mu?
Sıralaması önemli değil, saçma filan diye de düşünmeden sayın gitsin. Kimse görmüyor, duymuyor nasıl olsa. Çocukluğunuzla baş başasınız şu anda...
Nedir acaba değerleri bu çocuğun?
Her neyse o değerler, bir düşünün lütfen... 2-3 dakika.

Peki bu sıraladığı değerler hakkında başkalarına karşı nasıl, kendine nasıl? Yani mesela adaletse en önemsediği değer, başkalarına karşı ne kadar adil? Diyelim 1’den 10’a kadar 7 verdik... Peki ya kendine karşı? Aynı derecede adil mi? Yoksa 3-5 mi?

Bu çocuk şu hayatta en çok neyi önemsiyor peki? Açık sözlülüğü mü? Doğayı mı? Hayvanları mı?

Peki neye tahammül edemiyor? Bu çocuğu en çok ne çileden çıkartıyor? Yalan mı? Entrika mı? Şiddet mi? Kandırılmak mı? Verilen sözlerin tutulmaması mı?

Neyi inanılmaz özenerek izliyor, hangi büyüğünün en çok nesini kendine örnek alıyor? Bağımsızlığını mı, ilişkilerini mi, arkadaşlığını mı, işteki başarısını mı? Neyi?

En büyük hayali nedir bu çocuğun? Ne olmak ister mesela büyüyünce?

Peki bu çocuk sizce dünyaya ne amaçla gelmiştir? En çok ne işe yarar? Nasıl bir şey yaparsa hem dünyaya hem kendine bir faydası olabilir? 

Bu çocuğun en ama en önemli gücü nedir? Gülümsemesi mi? Açık sözlülüğü mü? Özgünlüğü mü? Cesareti mi?

Peki demin söylediği gücünü en çok ne zaman kullanmaya ihtiyacı oluyor?

Bu çocuk kendinde en çok neleri takdir ediyor? Kendine baktığında beğenip gurur duyduğu şeyler nedir mesela?

Cevaplarınızı ister bir kağıda yazın, ister kafanızda kendinize kısık sesle verin... Dileğim ve amacım ne biliyor musunuz? Çocukken henüz önyargı dolu cümlelerden yaralanmadan hayallerimiz ve biz neydik, o halimizi bir hatırlamak. İçimizdeki o çocuğu hatırlarsak, belki kendimize daha az vahşi davranırız. Veya belki o günlerden bugünlere geldiğimizde arada neyi kaybettik ve onu nasıl kazanabiliriz diye azcık da olsa kafa patlatırız... Dahası, belki, o çocuğu yeniden bulursak, onun neleri sevdiğini, nelere dayanamadığını bilir ve adını koyarsak yeniden, kendimize karşı çok daha adil ve iyi davranabiliriz...

YONCA’NIN CEVAPLARI MI?
Karşımda ben çocuk olarak duruyor olsaydım eğer, ne mi yapardım bu sorular karşısında? Kendimi dizlerimin üzerine atar, Yonca’yla aynı boy seviyesine iner, önce ona sımsıkı bir sarılır öperdim. Bağrıma basardım o küçücük kafasını. Başını okşardım. “Çocuk amma çok hırpalıyorsun daha şimdiden kendini, dur sakin ol, daha çoook zamanın var. Büyüyeceksin daha. İstediğin her şeyi yaparsın sırasıyla; ama önemli olan kendini bu kadar üzmeden yapmak. Hem sen daha çocuksun, çocukluğunun tadını çıkart. Kimsenin yaptıklarından yapmadıklarından sen sorumlu değilsin ki! Üzülme, kıyamam senin o kocaman gözlerine...” derdim. Dizlerini okşardım. Çok dikkatsiz koştuğumdan hep çok düşerdim, çok yara bere olurdu dizlerim. Biraz okşamak iyi gelirdi sanki. Bir de kızmazdım ona. “Çocuksun aklın tabii beş karış havada, hayal dünyanda dolaşırken çat çat düşüyorsun. Olsun... Çocuklar düşe kalka büyür, oynamana bak...” derdim. Sonra çocuk bana yalan söyleyen, beni kandıran sözüm ona arkadaş sandıklarıma; “Siz benim güvenimi sarstınız. Size kırgınım. Bir daha sizinle oynamak yerine bana dürüst olan arkadaşlarımla oynayacağım...” derdim. Ama onlar sayesinde dürüstlük benim için ne kadar önemliymiş anladığımdan dolayı, teşekkür ederdim. ‘Bana sürekli bunu şöyle yap, onu böyle yapma, bunu giy, şunu çıkart, bu oraya uygun değil, o sana hiç yakışmamış’ diyerek aralıksız olarak beni şeklimle yargılayanlara da bildiğin nanik yapar dilimi çıkartırdım. E çünkü ben bunların ne demek olduğunu bilmiyorum ki. Çocuğum! Ama bana böyle yapıldığında anlamadım ne kadar incindiğimi. Büyürken kendimi anlamsızca yargılamama neden oldular. Yeni farkına vardım. Mesela bir arkadaşımın ağzı çok büyük, saçları turuncu, öbürünün ise boyu çok kısa ama hepsini seviyorum ve geri kalan şeyler de umurumda değil. Keşke bana hep ‘daha’lardan bahsedenler, gülen gözlerimi görmeyi tercih etselerdi, önce kendilerine baksalardı... Sonra saçlarımı okşardım. “Aferin sana çocuk, sürekli çabalıyorsun iyi bir şeyler için, çalışkansın” derdim. Sonra yanaklarımdan bir makas alırdım.
O küçük kız çocuğuyla konuştun mu hiç? - Resim : 1
“Afacanlıklarını bırakma, sana çok yakışıyor” derdim. Şu arkadaşının attığı kazığa rağmen, kazıkçı olmadın ya, bu da bir başarı derdim. “Dizlerindeki yaralar sayesinde amma komik anıların var” derdim. “Sana safsın diye laf sokanlara, sen de fazla kartsın” demek isterdim. Uzun lafın kısası, kendimi başkaları yüzünden dövmezdim. Sarıp sarmalar öperdim. Kendimi alır kucağıma, gözlerimin içine bakar, bağrıma basar, “Koy başını, rahat ol... Canın istiyorsa hıçkırıklarla ağla, bu kalp senin” derdim. Bana kızanlara, çocukça hallerimi görmezden gelip kalbimi kıranlara... Ama ben daha çok küçük bir kız çocuğuyum... Demek isterdim... En son kendinize ne zaman bir çocuğa verdiğiniz değeri, şefkati, ihtimamı gösterdiniz? Size de kendime de bunu sormak isterdim... Ve gidip kendime bakkaldan bir küçük çikolata alıp armağan eder, oturup şuracıkta bir yerde ağzıma yüzüme bulaştırarak yerdim...