"Her anın tadını çıkar"
Yine geç teslim edilen bir yazıyı okumak üzeresin. Yazmak kesinlikle iyi geliyor aslında, asla yanlış anlama ama aklımda konular uçuşsa da bir türlü satırlara dökemiyorum. Acemilik diyelim.
Ceyda Düvenci
Önce hemen yazma anımı betimleyeyim sana, artık o da bir klasik oldu. Bahçedeyim. Hava parçalı bulutlu, dantel masa örtümün üstüne en sevdiğim dergilerimi yaydım, fonda yeni keşfim Matthieu Bore çalıyor. Spotify’dan açıp dinlemeni tavsiye ederim. Günlerden Cumartesi. Melisam terapide. Ali öğlen uykusunda. Tam da şu anda kuş sesleri arasından horoz ötüyor. Sütüm kaynıyor; önce kaymak, artanından yoğurt yapacağım. Ev nadir sessiz ve sakin anlarını yaşıyor. Güneş bir ısıtıyor, bir bulutların arkasına saklanıyor. Karşımda kıpkırmızı sarmaşık gül, etraf yemyeşil. Okurken ‘oh be!’ dediğini duyar gibiyim. Evet haklısın, harika bir ortam ve çok huzurlu. Ama inan bana bu kadar kolay sanılan anlar çok da kolay olmuyor. Aklının boş, koşturmanın hiç olduğu zamanları yaratmak nedense gün geçtikçe güçleşiyor. Hep böyle anların hayalini kurup bir türlü gerçekleştirmeyi beceremiyoruz. Bu aralar buna kafayı taktım arkadaş. Daha önce de sana farkındalık meselesinde yazmıştım. Farkındalık ve özşefkat meselesini okudukça ve araştırdıkça kapılar açıyor önüme. Dünden beri de kendime böyle anlar yaratıp tadını çıkarmak konusunda kendime söz verdim. Ve sanırım iki gündür de sözümü tutuyorum. Bu tür konularda iki saatlik istikrar bile kutlanmaya değer bence. En son tiyatro turnesi ve kızımın doktor kontrolleri için Amerika’daydık. Ve tabii ki yine sevdiğim dergi ve kitapları topladım kitapçıdan. Bu yazımda da sana onlardan alıntılar ve ödevler paylaşmayı planlıyorum. Ama öncesinde kendime bu sözleri neden verdim ondan bahsetmek istiyorum. Biraz sıkıntı duyduğum birkaç gün geçirdim. Sıkışmış, kıstırılmış hissettim. Fikirlerimi, haksızlığı, duygumu özgürce ifade edemediğim anlar yaşadım. Bu anlar beni hem korkuttu hem de düşündürdü. Düşünceler de otomatik olarak düzen ya da hayat içinde yaşananlar yerine zihnime, kalbime ve bedenime odaklanmam gerektiğini hatırlattı bana. Gerçek huzur ve özgürlüğün bende başladığını hatırladım. Sonra da yine hayata fazla karışmaktan, bitmek bilmez plan, programlar yüzünden yine kendime odaklanmaktan ne kadar uzaklaştığımı fark ettim. Bunun üstüne de sosyal medyada (Instagram’da) bir yazı yazdım. “Hiç mi yorulmuyorsun? Güçsüz kalmıyor musun?’ sorularınıza cevap; evet yoruluyorum ve güçsüz hissettiğim zamanlarım var. Hayatı, insanları, olanları düşünüyorum. Nefes alamadığım zamanlar oluyor benim de; senin gibi, herkes gibi. Ve dedim ki kendi kendime: Biricik Ceyda, sakince dur, güzel bir müzik aç, en sevdiğin yemekleri pişir, evden hiiiiç çıkma, seni mutlu edecek şeyler yap, yaz, oku, çocuklarınla zaman geçir, sevgilinle baş başa kal, uyu, sessizliği dinle, yürüyüş yap, yoga yap. Bakalım hayat sana neler söyleyecek?”
Bu yazı birçok şeyi unutmamam ve kararımı uzun süre uygulamam için. Ve iki gündür de buna odaklanarak yaşıyorum arkadaş. Şimdi okuduğum bir dergide diyor ki;
Zaman
nefes almak
öğrenmek
yaratmak-üretmek
kendini sevmek
nazik olmak
ayna olmak
akışına bırakmak
zamanı.
Böyle işte sevgili takipçim... O gün bugün ve ben yorgun düşünce kendimi sevip şımartmayı seçiyorum. Zihnim, kalbim ve bedenim, ortak ahengine geçene kadar da bunu yapacağım. Çünkü şefkat her şeyin ilacı. Ve en güzel şeyler gerçekten kendini sevdiğinde başlar. Her duyguyu hissetmeye hakkımız var. Geldiği gibi karşılayıp ağırlamalı... Sakin gün, hoş geldin! Bakalım neler hissedecek ruhum...
Ve tabii ki ödevler var. İstersen sen de yap çünkü çok zevkli. İlk ödev, yazabildiğin kadar güzel anları yaz. Koca koca paragraflara gerek yok. 1-2 cümle yeter. Maksat güzel anlar hatırlamak.
• Oğlumla uyuduğum bir an
• Kızımla kitap okuduğum bir an
• Mutfağımda yemek yaptığım bir an
• Tam da şu an. Müzik, yazı yazan ben, bahçede oynayan oğlum, karşımda kamerasıyla çekim yapan kocam, koca bir bardak suyum
• Sevgilimin koynunda akşam sessizliğinde izlediğim film
• Dostlarla bahçede kurduğumuz uzun sofralar
Vay be arkadaş; düşünmek, hatırlamak ve yazmak bile acayip mutlu etti, içim ışıldadı. İnan bana bu ödevler boşa değil. Bir de mesela Flow diye bir dergi var, bayılıyorum. Yurt dışına gittiğimde mutlaka alıyorum. Son sayısında ek olarak bir defter çıktı. Kapağındaki yazı enteresan; ‘Kendini ne kadar iyi tanıyorsun? Yazı yazarak kendini daha iyi tanı.’ Aşırı ilginç geldi bana. İçerik daha da ilginç. Flow dergisi her ay böyle defterler vermeye başladı. Bu üçüncü defter, mini kurs diyorlar adına. Bu sayıdaki amaç kendini dinleyip içinden geçenleri yazmak.
Yöntemi var. Sessiz bir ortamda önüne boş bir sayfa koyuyorsun ve 20 dakika düşüncelerini ‘dinleyip!’ kağıda yazıyorsun. Üç önemli şey var süreçte:
• Duyduğunu yazmak
• Yazdığını dinlemek
• Ve kendine şu soruyu sormak: ‘Bununla ne demek istiyorum?’
Duyduğunu yazmak: Düşünceler gün içinde sanki beynimizin içinde biri varmış da konuşuyormuş gibidir ya... İşte tam olarak onun konuştuklarını yazmaktan bahsediyor. Duygu ve imgeleri de kelimelerle anlamlandırın diyor. Her düşüncenin bir sesi mutlaka vardır. Onu yazıp duyun diyor. Aslında biliyor musun arkadaş? Tam da bu aşamada psikoloğumla yaptığım son seans geldi aklıma. Kalp ve zihinde iki ayrı ses olduğunu konuştuk son seansta. Bir tanesi daha patron kılıklı, hayatın ve toplumun dayattıklarından konuşan endişeli, aceleci, tatmin olamayan ses ve diğeri daha içten, sakin, akışında, anda, huzurlu olan ses. Ve bu ödev defteri de diyor ki, hepimizin farklı iç sesleri var, haklı, haksız yok. Hepsini duy ve yaz.
Yazdığını dinlemek: Yazdıklarını yargılama ve okuma. En önemli kural. Bu yazma biçimine ‘zekayı duymak’ diyorlarmış. Linda Trichter Metcalf bulmuş. Mesela diyor ki, anneannenin bir mobilyası aklına gelirse yaz, belki de arkasından onunla yaşadığın bir an ve o an konuştuklarınızı hatırlayacaksın. Onu da yazmaya devam et.
Bununla ne demek istiyorum: Aklından bir kelime ya da bir cümle geçtiğinde, ‘Ne demek istiyorum?’ sorusunu sor, duyduğunu yaz diyorlar. Böylece anı ve duyguların ard arda sıralanırmış.
Ya işte böyle arkadaş, sana da düşünüp uygulayacağın bir şeyler yazmış oldum. Şahane bir yaz olsun. Her anın tadını çıkar.
Sevgiyle.