Bağırmak istemiyorum ama…

Kendi yanlış inançlarımızı fark edince, davranışlarımız da değişecek. Kendi dinlenme, keyif yapma, yakınlık görme, sakinleşme ihtiyaçlarımızı karşılayınca çocuklarımızın ihtiyaçlarına da daha kolay odaklanabileceğiz.

Pınar Mermer

Pınar Mermer


Bağırmak istemiyorum ama…

Birçok ebeveynin bana başvurma sebebi benzer: “Annem-babam gibi ebeveynlik yapmak istemiyorum. Ancak başka türlüsü nasıl yapılır bilmiyorum. Zorlandığım zamanlarda içimden annem/babam çıkıyor sanki. Bağırıyorum, kıyaslıyorum, eleştiriyorum, tehdit ediyorum, öfkemi kontrol etmekte zorlanıyorum. Ben farklı olmak istiyorum ebeveynlerimden. Çocuğumla ilişkimi bozmak, onu travmatize etmek istemiyorum. Bana da iyi gelmiyor bu hallerim. Sonrasında çok üzülüyor, pişman oluyorum.”

Öncelikle bize neyin iyi gelmediğini bilmemiz, durumdan rahatsızlık duyabilmemiz ne değerli! Ya “Bize de vurdular, tehdit ettiler, odaya kapattılar, hatta evden dışarı bile attılar ama ne kadar iyiyiz bak. Demek ki bunlarda bir sakınca yok!” deseydiniz? Nerede olduğunu hatırlamıyorum ama şöyle bir şey okumuştum: “Şiddetle büyüdük ve bak iyiyiz. Demek ki bunda bir sakınca yok”diyen birisine yanıt olarak “İyi değilsiniz. Çocuklara şiddet uygulanabileceğini düşünen bir insana dönüşmüşsünüz. Demek ki iyi değilsiniz” diyordu bir diğeri.

Bugün, fiziksel şiddetin çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri üzerinde birçok araştırma var. (Gerschoff, 2002; Zolotor et al. 2008)

Şiddet bir insan hakları problemi aslında ve hiçbir çeşidi -çocuğa veya yetişkine- kabul edilemez. Bizim gibi  okulda, evde, sokakta, televizyonda hatta sosyal medya aracılığıyla şiddete maruz kalmış, başa çıkma yöntemi olarak şiddeti içselleştirmiş bir neslin, çocuklarını şiddetten uzak yetiştirmeye çalışması kolay değil.

Ebeveynler genellikle çocuklarını kontrol etmek için şiddeti kullanırlar. Anne-babaların çocuklarını terbiye etmek gibi bir misyonu yok oysa. Çocuklar terbiye edilecek vahşi yaratıklar değiller. Önce bu bakış açısı üzerinde çalışmak gerekiyor. Ebeveynliği, çocuklara büyürken eşlik etmek, zorlandıkları zaman onlara yardım etmek olarak tanımlarsak, şiddetin zaten böyle bir ilişkide yeri olmadığını fark ederiz. Örnek verirsem daha iyi anlaşılabilir demek istediğim.

Bir çocuk, diyelim ki dört yaşlarında. Bağırıyor, yere düşüyor, elindekileri atıyor. Bir çok kez uyardınız, işe yaramadı. Tehdit ettiniz, bana mısın demiyor. Televizyona oyuncak atıp yere düşürmesi bardağı taşıran son damla oldu. Bağırdınız. Kolundan tutarak odaya götürdünüz sertçe. Hatta belki vurdunuz ve hakaret ettiniz. Siz de bu noktada çileden çıktınız ve onun iyi bir dersi hak ettiğini düşündünüz. Ertesi günlerde onunla konuşmadınız ve komşulara, arkadaşlarına, babaanneye, dedeye bu olayı anlattınız. Ona bu yaptığını sık sık hatırlattınız.

Çocuğunuz sizce ne hisseder? Kendini kötü hisseden bir çocuk iyi davranışlar içine girebilir mi? Çocuk ya içine kapanacak ya da işi iyice pişkinliğe vuracak. Size öfkesi artacak. Kardeşine şiddet gösterecek. Hatta siz hala ders almadığını, nerede yanlış yaptığınızı düşünüp duracaksınız.

Geriye dönüp bakalım. Bu senaryoda, “Çocuk zaten duygusal ve fiziksel şiddetin olduğu bir evde büyümüş bu yaşa kadar” diyebiliriz. Diyelim ki böyle değil, bir seferlik bir tepki ya da nadiren oluyor.

Kendimizi çocuğun eşlikcisi olarak gördüğümüzde, onun ihtiyaçlarına odaklanabiliriz.

Akşam bu kadar geç bir saatte, neden hala uyanıktı çocuk?

Sizin geç saate kadar oturma ihtiyacınız var. Tüm gün yoruluyor, bari birkaç saat ailece vakit geçirmek istiyorsunuz. Ancak çocuğunuzun ihtiyacı uyumak ve dinlenmek. Yorgunluktan mantıklı düşünme becerisini yitiriyor ki dört yaşta zaten beyin hala bu beceriler üzerine çalışıyor.

Çocuğunuz yorgunluğundan dolayı enerji patlaması yaşamadan önce onu alıp yatağa gitmek, güzel bir kitap, sakinleştirici bir şarkı, belki biraz masajla uykuya dalmasına yardımcı olmak gerekiyordu.

Sonra sessizlik, sakinlik veya sohbet  ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz. Hatta çocuğunuzun yorgun olduğu saatlerde değil de daha iyi olduğu saatlerde ailece zaman geçirmek için planlama yapabilirsiniz.

“Uyumuyor ne yapayım? İstemiyor” mu diyorsunuz?

Eşlik etmek bazen ihtiyacının ne olduğunu ve  nasıl karşılayacağını bilmeyen birine destek olmayı gerektirir. İhtiyacı uyku ve eğer uyumasına yardım etmezseniz, o zaman ona iyilik yapmış olmazsınız.

Uyanık kaldığı zaman yaşayacaklarınız ve ertesi güne sarkacak onca problem yerine, erken uykuya gitmek, keyifle uykuya gitmeye kafa yormak, enerji harcamak daha sağlıklı değil mi?

Diyelim ki her şey yolunda gidiyor gibi duruyor ama çocuğunuz yine de bir anda beklemediğiniz bir şey yaptı. Nasıl davranacağını bilemediği için yaptığı bir hareketi, “Bilerek yaptı, inadına yaptı, gözümün içine baka baka yaptı” demeye yatkınız değil mi? Biz büyürken bunları duymadık mı? “Sen anneyi çıldırtmaya mı çalışıyorsun çocuk! Ne inat çocuksun sen! Senin gibi evlat düşman başına!”

Bilerek yapıyor, inadına yapıyor… Aynı ağızdan değil ama aynı yanlış inançlardan çıkıyor bu cümleler. Kaynak orada yani, yanlış inançlarda: “Çocuk vahşi, terbiye edilmesi gereken, doğası gereği inatçı,  gıcık ve kötü huyludur.”

Çocuk bunların hiçbiri değildir. Siz de değildiniz, anne-babanız ve onları ataları da böyle değildi. Bu inançlar nesilden nesile geçerek bize kadar ulaştı.

Şimdi değiştirmek epey zor değil mi? Eskiden, “Çocuklar görülmeli ancak duyulmamalı” denirdi. Yani etrafta sessizce gezen hayaletler olmalı, ebeveynleri ‘çıldırtmamalı’lardı.

Ebeveynler birer yetişkindir. Yetişkinlerin duygusal olgunluk konusunda epey yol kat etmiş olmaları, çocuklar veya yetişkinlerin hoşlanmadığı davranışları karşısında çıldırmamaları gerekir. Çocukların görevi ebeveynleri çıldırtmamak değildir. Ebeveynin görevi sakin kalmaktır.

Böyle baktığımızda, kendimizi iyi tanımamızın ve kendimiz üzerinde çalışmanın iyi ebeveynliğin baş kuralı olduğunu fark ediyoruz. Kendi yanlış inançlarımızı fark edince, davranışlarımız da değişecek. Kendi dinlenme, keyif yapma, yakınlık görme, sakinleşme ihtiyaçlarımızı karşılayınca çocuklarımızın ihtiyaçlarına da daha kolay odaklanabileceğiz.

Sakin olduğumuz zamanlarda başkalarının kötü olduğunu, çocuklarımızın da kontrolsüz, terbiyesiz olduğunu, daha da kötü olacağını düşünmeyi bırakırız. Şiddet göstermemizin, sakin çözümler bulamamamızın bir nedeni de olumsuz senaryolarımızdır. Çocuklarımız canavarlara dönüşmeyecek ve biz kötü ebeveynler değiliz. Biraz yavaşlayalım. Geçmiş yaşantıları, başkalarının beklentilerini, öğrenilmiş çaresizliği koyalım bir kenara. O zaman nasıl görünüyor dünya? O zaman nasıl görünüyor çocuklarımız?