İlişkilerimizde beslenelim

Yavaş ebeveynlik felsefesi insanın kendi içinde huzurlu bir halde olmasını salık verir. O huzur size yavaşlık verir. Anksiyetenizi belli bir seviyede tutmak, zihninizin daha berrak çalışmasını sağlar ve daha uyumlu olursunuz; kendinizle ve çocuklarınızla. İç huzurunu yakalamak için içimizde olanlar kadar içinde yaşadığımız ortam da etkilidir.

Pınar Mermer

Pınar Mermer


İlişkilerimizde beslenelim

Şu an Avrupa’nın en sakin başkentlerinden birinde Stockholm’deyim. Parklarda, otobüste, müzede, restoranda, metroda insanları inceliyorum. Özellikle de ebeveynleri... Kendilerinden memnun, çocuklarıyla ve çevreleriyle uyum içinde görünüyorlar. Parklar geniş ve temiz. En çarpıcı olanı ise parkların en az bir çocuklu babalara ev sahipliği yapıyor olması. Bu ülkede babalar en az anneler kadar çocuk bakımında aktif rol alıyor. Hatta geçen gün parkta sohbet ettiğim bir İsveçli anne, babalar ve anneler işten birlikte izin alıp çocuk bakımını üstlenirse ekstra ödeme aldıklarını söyledi.
Babalar bebekleri sling’de taşıyor. Puset kullanmak için her şey düşünülmüş. Her yerde puseti park etmek için alanlar var. Toplu taşıma öyle gelişmiş ki, arabalar çok az.

Yeşillik alabildiğine... Çocuklar için etkinliklikler her yerde. Hele yazın hava da güzelse, tüm çocuklar dışarıda! Böyle yerlerde yavaşlık kolay değil mi? İşimizi kolaylaştıran bir sistemin içinde anksiyeteden arınmak, anı yaşamak kolay. Ben de böyle düşündüm önce. Etrafınızı kaplayan sakinlik bulutundan uykunuz bile daha sık gelebilir bu ülkede! İstanbul’daki gibi sürekli cin gibi olmak zorunda değilsiniz ne de olsa!

Burada yaşayan arkadaşlarım ve okuduğum makalelerden çıkarımlarım biraz farklı oldu sonradan. Burada özellikle kışın zaten pek de yakın olmayan insan ilişkilerinin iyice uzaklaştığı, insanların küçük ailelerinin içinde son derece izole hayatlar sürdüğünü anlıyorum. Altı yıldır Stockholm’de yaşayan ve buradaki hayatından son derece memnun olan arkadaşım şöyle dedi: “Buradaki insanlar kendileriyle ve mesafeli insan ilişkileriyle alay etmek için şöyle bir hikaye uydurmuşlar. İsveçli bir kadın ormanda koşu yapıyormuş. Başka bir kadın da karşıdan geliyormuş. Bir kadın ormanın ortasında diğerine selam verdiği için diğeri polisi aramış!” Yani ıssız bir adaya düşsen ve yanındaki şanslı kişi İsveçli olsa selam vermeden önce bir düşünmek gerek!

Benim gözlemim insanların kibar ve sevimli olduğu yönünde. Parkta tanıştığım anne, 15 dakika içinde kendi ve çocuklarıyla ilgili bilgiler vermekten çekinmedi. Onun da kaygısı, beş yıldır çocuklar için işi bıraktıktan sonra, iki yaşındaki çocuğunu kreşe bırakmaktı. “Çalışmak bana iyi gelecek ancak sabah 8.30’da kreşe bırakacağım. Üçte babası alacak, ben de dörtte eve geleceğim. Sence bu iki yaşındaki bir çocuk için çok uzun zaman değil mi?” diye sorduğunda, sosyal medyadan gelen sorular veya danışanlarımın hikayeleri aklıma geldi. Çocuklarını günde bir veya iki saat gören ebeveynlerimizi düşünürken, karşıdaki annenin sıkıntısı da hiç hafif gelmedi. Bilakis, hangi ülkede, nasıl hayatlar yaşarsak yaşayalım, bebeğimizi yanımızda istememiz, garip bir sıcaklık saldı içime. Anne-baba kafası değişmiyor işte. Ben anneyi babadan ayırmayı sevmediğim için ebeveynlik sözcüğünü kullanıyorum. Bu açıdan İsveçliler’le pek bir uyuştum. O yüzden anne-baba kafası diyorum.

Yavaş ebeveynlik yapabilmek ve sakin kalabilmek için ebeveynlerin devletten ve toplumdan yeterli desteği alabilmesi önemli. Hem anne hem babanın çocuk bakımına katılması ise başlı başına işleri kolaylaştıran bir olay. Ancak ilişkiler kısmı eksik olduğu zaman sağlıklı olabilmek için gereken gücü bulamayız. İsveçliler’in yoğun antidepresan kullanımını da, özellikle kışın izole yaşantılarını da havanın soğuk ve karanlık olmasındansa eksik ilişkiler ağına bağlasam çok mu ileri gitmiş olurum?
Yani yavaş ebeveynlik yapacaksak hangi şartlarda bulunursak bulunalım, önce duygusal besinimizi ilişkilerimizden alsak, psikolojik olarak sağlıklı hissetsek daha kolay olmaz mı işimiz? Havalar nasıl olursa olsun, iyi ilişkiler ağı sayesinde bizim havamız hep güzel olmaz mı? Ne dersiniz?