Ya kötü hissedersem?

Neden ‘hayır’ diyemiyorum? Neden uzun açıklamalar yapıyorum? Neden kavga ediyorum el kadar çocukla? Neden güç savaşına giriyorum? Neden içim sıkıla sıkıla hiç içime sinmeyerek ‘tamam’ diyorum?

Pınar Mermer

Pınar Mermer


Ya kötü hissedersem?

Çocuğuma ‘hayır’ dediğimde kalbimde bir sızı…Ya kötü hissederse? Özgüveni kırılırsa? Bastırmış gibi mi oluyorum çocuğu? Hakkını savunamazsa? Pısar kalırsa? “Çok hayır demeyin” diyorlar zaten. “Evet deyin” diyorlar. E diyeyim de şimdi her şeyi istiyor, uykuya gitmiyor, tuvaletin kapısını pat diye açıyor, üç dondurma beş çikolata istiyor, vermeyince vuruyor. Vurmasına hadi izin veriyorum da o kadar şeker çikolata yenmez ki.  Vermeyince ağlamaktan içi çıkıyor çocuğun. Yazık, üzülmesin diye mecbur veriyorum. Vermeyince uzun uzun açıklama yapıyorum. “Olmaz annecim” diyorum “Bak büyüyemezsin, küçücük kalırsın yemeğini yemeyip bunları yersen” diyorum. “Büyürüm ben” diyor. “Uykuya gidelim annecim, uykun var mı?” diyorum. “Yok uykum, cin gibiyim ben” diyor.  “Vurunca insanların canı acır” diyorum. “Acısın” diyor. “Düşersen bak kolun bacağın kırılır” diyorum. “Kırılmaz, güçlüyüm ben” diyor. Ne yapacağımı şaşırdım.

Neden ‘hayır’ diyemiyorum? Neden uzun açıklamalar yapıyorum? Neden kavga ediyorum el kadar çocukla? Neden güç savaşına giriyorum? Neden içim sıkıla sıkıla hiç içime sinmeyerek ‘tamam’ diyorum?
Şu sorudan başlayalım: Bana hayır denildiğinde ne oluyor bende? Ne hissediyorum?
İkinci sorumuz: Ben neden ‘hayır’ diyemiyor, hakkımı savunamıyor ve siniyorum?
Üçüncü sorumuza gelmeden önce ilk ikisinin birbiriyle ne kadar bağlantılı olduğunu  görüp hayretlere düşüyoruz.

Bana ‘hayır’ dendiğinde, kalbimde bir sızı oluyor. (Bkz. yazının ilk cümlesi- demek ki bu sızı tanıdık) Çocuğuma ‘hayır’ dediğimde sanıyorum ki o da tıpkı benim gibi kalbinin tam ortasında hissedecek reddilmenin acısını. Beni reddetti. Beni istemedi. Onun için yeterince önemli olsam yapardı. Başkası olsa kesin kabul eder ama bak bana nasıl şak diye ‘hayır’ dedi. Beni gerçeken sevse ‘hayır’ der miydi? İnsan biraz çabalar. Ben oysa onun için neler yaptım? Hala da yapıyorum. Ne vardı ki idare ediverseydi?
Meali: Benim sınırlarım geçirgen, onunki niye değil? Ben sevdiğimi kendimden ödün vererek kanıtlıyorum. O da öyle yapsa ya?
Yani diyorsun ki ben kendimden ödün vere vere, kendim falan bırakmadım ortada. Tükenmiş, kızgın, yalnız ve yorgun hissediyorum. O da öyle yapsa ya? Sevgi için bunlara değmez mi? Sevgi zaten böyle bir şey değil mi? Bir insanı seviyorsan onu sürekli memnun etmeye çalışırsın onu kötü hissettirmezsin.

Kötü hissettirmek… Yani sen diyorsun ki bir insanı, senin davranışın iyi veya kötü hissettirir.  Bu hislerin, hissin sahibiyle bir ilgisi yoktur?
Peki aynı davranış niye birinde iyi birinde kötü hislere sebep olur? İşin kötü tarafı, aynı davranış niye bir gün bana iyi hissettirirken bir gün kötü hissettirir?
Demek insan böyle… Ne zaman ne hissedeceği hangi durumda ne tepki vereceği belli olmuyor. O zaman ne yapalım?

Buldum!
İnsanların nasıl hissedebileceğini tahmin edelim! Mesela gözlerinden okumaya çalışalım, tahmin yürütelim. “Böyle bir durumda ben ne isterdim?” diye düşünelim. Evet bu kesin yardımcı olur. Bingo! İlişkilerin formülünü çözdüm.

Olur, yapalım. Haydi bu formülümüzü bir duruma uyarlayalım. Mesela arkadaşımız hasta ve yorgun. Gözünden anlıyoruz zaten. Aferin bize. Tahmin de yürütüyoruz. Kimbilir kocasıyla kavga mı etti?  Bir de ‘ben olsam ne isterdim’i yerleştirelim ki formülü doğru uygulamış olalım. Ben olsam kahve isterdim ve bana iş yaptırılmasın isterdim.
Arkadaşımın etrafında dört döndüm. “Sen dinlen, ben yaparım” dedim. “İyi görünmüyorsun, al şu çayı iç” dedim.

Aldı çantasını, çıktı gitti.
İnsanları anlamıyorum.
Kabalar.
İnsanlıktan anlamıyorlar.
Çocuğum da böyle.
Nankör.
Yok size iyilik miyilik.
Ne haliniz varsa görün.
Yemek de yok akşam evde.
Gelsin aklınız başına aaaaa.

Tık tık tık. Hanımefendi bi bakar mısınız? Anneniz çıkmış içinizden onu yerine geri koyar mısınız?

Reddilmeye dayanamayan, insanlar memnun olsun diye uğraşan, sonunda alınan, kırılan, bozulan kimdiyse geçmişinizde, onu yerine koyun.
Siz öyle olmak zorunda kaldıysanız çocukken sevilmek ve kabul edilmek için, çocukluğunuzu de koyun yerine.

İkisini de karşınıza oturtun hatta. Konuşun onlarla. “Sevgi böyle bir şey değil” deyin. “Saçımızı süpürge etmeden de kabul edilebiliriz” deyin. Önce kendinize ‘hayır’ deyin madem. Hayır dostum , kanının son damlasına kadar başkaları için yaşamana izin veremem. Senin bir hayatın var. Tek bir hayatın var ve onu  keyifli yaşayacaksın. Ne şefkatli bir ‘hayır’ değil mi? Hiç can yakmıyor. ‘Hayır’ın da hayırlısı var demek ki… Acıtmayanı…

Arkadaşım hastaysa kendi söyleyebilir. Kötü hissediyorsa bunu ifade edebilir. Sorabilirim, “Senin için yapabileceğim bir şey var mı?” diye. Varsa var der, yoksa yok der.

Bu gerçek bir iletişim. Şeffaf… Ben şeffaf değilim ama. Ben zahmet olmasın diye “İhtiyacım yok” derim. Ya arkadaşım da öyle yapıyorsa?

O onun yolculuğu… Onun öğrenmesi gerekenler var demek ki… Tıpkı senin gibi… Karşıdakine değil kendi istek ve ihtiyaçlarına odaklanırsan  insanları yargılamayı, kendini insanların gözünden  değerlendirmeyi azaltacaksın zaten. Neden? Çünkü kendi işine bakıyor olacaksın.

İnsan  kendine iyi gelenlerin planını yaparken karşıdakinin gözünün üstünde kaşı mı var yoksa bana mı öyle geliyor gibi sağlamalara girişmez.

Çocuğum da “Hayır, bir çikolata daha yiyemezsin, şimdi uyku zamanı” dediğimde niyetime, sesime ve bedenime bakar.

Reddedilmenin acısını kendimde görüp kabul ettiğim anda, kendime şefkat gösterebildiğim, kendimle bağlantımı koparmadan durabildiğim zamanlarda, ‘hayır’larım  hayırlı olabilir. Can yakmayandan yani… Tutarlı , kararlı, şefkatli…
Empati de yapabilirim: “Biliyorum uyumakta zorlanıyorsun. Hepimize olur bazen. Şimdi sana şarkı söyleyeceğim. Rahatça sabaha kadar uyuyacaksın.”

Benden memnun değil çocuğum. Ter içinde kaldı ağlamaktan. Salona götürsem biliyorum sağa sola çarpacak, düşecek, daha çok ağlayacak. En iyisi uyuması. Çok yorgun. Evet. Mutsuz ama. Üzgün. Onu mutlu etmeliyim. Beni sevmediğini de söyler şimdi. Al bak, “Git” diyor. İyi bozdum çocuğu. Ne biçim anneyim ki ben? Su getireyim? Vereyim çikolatayı, çürüsün dişi mişi napayım? Yeter ki sussun. Yeter ki sussun benim içimdeki vicdan muhasebesi. Yeter ki sussun “Yetersiz annesin” diyen ses.

Kaç yaşında girdi içime bu ses? Anne babamı, öğretmenimi, kendi çocukluğumu alıp karşıma bir kez daha konuşmam gerek.

Artık bir yetişkinim. Bir anneyim. İçimdeki çocuğa sarılıp kendi çocuğum için en iyisini yapmam için yetişkin tarafımın bana yol göstermesini istemem gerek.

İçimdeki yaralı çocuk şefkat görünce, ona “Merak etme seviliyorsun ve yeterlisin, bazen kendimizi kötü hissederiz ve bu normal. Yavaş yavaş geçecek” dediğimde yetişkin olabiliyorum.

Beş dakika tuvalete gidip içimdeki çocuğa sarılıp geri geldiğimde, kendi çocuğumun başını okşayıp “Haydi uykuya. Sabah kendini çok iyi hissedeceksin. Şimdi bir güzel dinlen” diyebiliyorum.