Burçin'in gerçekliği

Sessizlik lütfen. Onu duymak, anlamak ve tanımak için önce dinlemek gerek. Doğru zamanda doğru adımlarla sessiz ve derinden ilerleyerek kendine güçlü bir yer edinen Burçin Terzioğlu yaptığı işe tüm kalbiyle odaklanıyor. Biz de onun kalbinin tam attığı yerden başlıyoruz sohbete.

Burçin'in gerçekliği

Röportaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Cem Talu

Oynadığı karakterlerle yaşayan bir kadın o. Hepsine kendisinden bir parça ekleyen, karşılığında da onların öğreteceklerine kalbini her daim açık tutan Burçin Terzioğlu, ektiği tohumların ürünlerini toplamaya başladığı bir dönemde olduğunu söylüyor. Yaptığı meslekle şekillenen hayatının içinde boğulmadan, özünü kaybetmeden, nefes almayı unutmadan, yaşam gayesi ile hayallerini bağlayan köprünün arayışından vazgeçmeden ve en çok da realist bakış açısını bırakmadan yoluna devam ediyor. Hayatının kontrolünü elinde tutmasını bildiği kadar birbirinden farklı rollerde bu kadar başarılı olması da kendi kendisi üzerindeki hakimiyetine bağlanabilir. Çok zeki bir kadın olduğu her halinden belli oluyor... Düşüncelerini kelimelere dökerken o kadar derinlere gidebiliyor ki anlattıklarını bir kenara not almak istiyorsunuz. Ancak durumu özelleştirmek istediğinizde bu kez açılmak o kadar kolay olmuyor. Çok geçmeden de özel hayatını bizlerle değil sadece kalbini açtığı kişiyle paylaşmak istemesini anlayışla karşılıyorsunuz. Zira bu kararın savunma mekanizmasını çalıştırmakla değil yaşadığı ilişkinin samimiyetiyle alakalı olduğuna inanıyorsunuz. Açıkçası onu anlıyorum, seni çok mutlu eden birinden ya da durumdan sesli bir şekilde bahsetmek büyüyü bozabiliyor. Keza onun ağzından da sohbetin bir noktasında şu kelimeler dökülüyor; “Ben masal seven ve mutlu sonlara inanan insanlardanım hala.” Ne istediğini bilen ve irdeleyen yapısıyla tezat oluşturacak derecede aşkın günümüzde boynu bükük kaldığına inananlardan. Öyle güzel özetliyor ki halet-i ruhiyemizi; kalp sesimiz direncimizi kırmasın diye aşktan korkar olduğumuz, velhasıl boğuluruz diye duygularımızı derinlere inmeden yüzeysel yaşadığımız gerçeğini tokat gibi çarpıyor. O an anlıyorsunuz ki o aşkın değerini bilenlerden, aşka tutunanlardan, aşkı arayanlardan ya da bulanlardan... Gerisi onun özeli ama bu sözleri belki bazılarımız için alarm tuşuna basmış, uyanma vaktini hatırlatmıştır. Güzelliği, kendinden emin duruşu ve sahici samimiyet duygusu ona bahşedilenler; sükunete, düzene ve yalnızlığa olan düşkünlüğüyse çocukluğundan bu yana ona dair değişmeyenler... Benim için değişense, bugüne dek yaptığım söyleşilerde karşımdakilerin kendini doğru ifade etmek, bazen de daha fazla tanınmak için sarf ettikleri onca söze inat Burçin’in yaptığı az ve öz açıklamalar oluyor. Çılgın kalabalıktan uzakta geçirdiğimiz gün sona ererken Burçin Terzioğlu’nun gerçekliğine dair bir not da ben düşüyorum aklıma; böylesine minyon bir kadının duygularına karşı bu denli korkusuz oluşu onu sadece ekranlarda değil hayatın her anında devleştiriyordu.

 Televizyon izleyicisinin artık sınırsız alternatifi var. ‘Poyraz Karayel’in hikayesini seyirci için bu denli güçlü ve ilgi çekici kılan şey sizce ne?

Son iki sezondur gerçekten hangi projenin neye göre sevildiği ya da bir diğer projenin neye göre izlenmediği bir muamma benim için de. Poyraz Karayel’in ikinci sezona taşınmasına ve iyi reyting almasına sadece tek bir sebep gösteremem ama öncelik senaryonun kıvrak zekası olsa gerek. İçinde bol bol edebiyat barındıran replikleri, vicdanlı ve yaşayan karakterleri var. Oyuncu kadrosunda, ‘Yorgun düştüm, ben biraz dinleneceğim’ demeyen, oynadığı karakterden asla elini çekmeyen insanlar var. İyi ve yaratıcı bir rejisi ve kurgusu var. Bunların çok derinindeki sır, bence bir kader ortaklığı yapılıyor olması… Bu ekipten birçok kişi senelerdir biriktirdiğini ortaya koymak için zamanın geldiğini biliyordu. Bu ortak amaç bizim işimize daha çok sarılmamıza sebebiyet verdi ve yakaladığımız enerji ekranlardan seyirciye ulaştı galiba.

 Oyunculukta dönüm noktanız sizce ne oldu?

Oyunculuk serüvenimde farklı dönüm noktalarım oldu. Jenerik sıralamasında önde yazılmaya başladığım ilk projem ‘Fırtına’da da, Türkiye’nin nefesini tutarak izlediği ‘Ezel’e sonradan dahil olduğumda da, enerjisiyle bambaşka bir Burçin gördükleri bir önceki işim ‘Merhamet’te de yeni kapılar açıldı bana. Hepsi bugünkü yerime gelişim için bir sihir kutusuydu. Keyifle açtım hepsini. Tadını çıkarıp izleyenlere bunu yansıtmaya çalıştım. Ama net olan şey ‘Poyraz Karayel’in bende büyük bir evrilmeye sebep oluşuydu. Senelerdir ektiğim tohumların ürünlerini toplamaya başladığım bir süreçteyim. Beni mutlu eden dönüşler alıyorum. Her geçen sene, her geride bıraktığım karakter bana çok doğru eşlik etmiş olduğundan kendimi şanslı hissediyorum ve şansımın daim olması için her gün dua ediyorum.

Oyunculuğa ilk başladığınızda kendinize şimdi olduğu kadar inanıyor ve güveniyor muydunuz?

Kendime çok güvenen biri gibi mi duruyorum? Tam tersi ben bunun eksikliğini çektiğimi düşünüyorum hep. Baş koyduğum işlerde azmetmeyi ve hedefim olmasını seviyorum tabii. Daha iyi olmak gibi bir amacım hep var. ‘Şu anda kendime çok güveniyorum’ gibi bir cümle asla kuramam, ukalalık tabanına inşa edilmiş bir söz hissi veriyor bana. Sadece ilk yıllar yolun başında emekliyordum, şimdi ise yürümeye başladım diyelim. Önceleri sadece önüme bakıyordum yolu iyi görüp düşmemek için, şimdi ise yürümeyi çözdüğümden kafamı kaldırdım, çevremde olup biteni görebiliyorum. Bir gün gözlerim kapalı koşabilirsem o zaman bu sorunun cevabını yenileriz.

 Kendiniz ya da hayatınız hakkında tek bir şeyi değiştirebilecek olsanız bu ne olurdu?

Tüm yaşadıklarımdan çıkarmam gereken dersler, öğrenmem gereken olaylar var diye düşünüyorum. Kendimde fiziksel ve ruhsal olarak değiştirecek birçok şey var tabii. Ama beni ben yapan da onlar. Böyle iyiyim. Hayatım hakkındaysa, annemin bir sağlık sorunu olmuştu, onun ve bizim yaşamımızı zorlayacak uzun bir süreç yaşadık. Galiba sadece onu değiştirmek isterdim ama dediğim gibi yaşanan o durum da bana başka bir direnç geliştirdi. Sevdiğin için dökülen her gözyaşı sana başka bir tutunma gücü getiriyor.

Kadere inancınız ne kadar?

Başa çıkması zor durumlar karşısında kabullenme gücü veren ya da belki yaptığımız seçimlerin sonuçlarına razı gelme şeklimizin bendeki adı kader… Yaşadığımız her şeyin önceden belli olduğu, bizim bir piyon gibi yazılanları oynadığımızı düşündürten bir algısı var. Bazen derin sorgulamalara düşüyorum kendi içimde bu konuyla ilgili, bazen de kader deyip daha çabuk atlatıyorum olayları. İnanmak işime geliyor galiba.

Ruhunuzda, aklınızda, kalbinizde çocukluğunuzdan sakladığınız neler var?

Saklamak kelimesi çok doğru gerçekten. Hani elinde olan bir şeyi bir yere saklarsın ve defalarca düşünüp aramana rağmen bulamazsın. Sonra bir an, çok alakasız bir durum, bir koku, bir görüntü aklına gelir ve gidip bulursun derinlerde gömülü olanı. Çocukluklarımız da böyle bir şey galiba. Halının altına süpürdüğün, unuttum diye düşündüğün duygular, yaşanmışlıklar bir anda su üstüne çıkar ve her şey gözler önüne serilir. Her insan gibi benim de çocukluğumda sandıklara kilitlediğim birçok olay var ve bu yaşıma etki eden yansımasıyla da yüz yüze geliyorum iyi ya da kötü. Düzene, yalnızlığa, disipline, sessizliğe olan düşkünlüğüm o yaşlardan bu günlere yanımda taşıdığım, taşırken daha da önemsediğim takıntılarım mesela.

Çocukluğunuzda kurmuş olduğunuz gelecek hayali ile bugünkü Burçin’in kurduğu hayal arasındaki en büyük fark ne?

Çok uzun bir hayatın seni beklediğini, ailenin hep yanında durduğunu, paranın sadece eğlenmek için gerektiğini, en büyük derdinin ertesi günkü sınav olduğunu düşündüğün bir çerçeveden bakarken hayata, hayaller de çoğunlukla pembe tonlarda kuruluyor tabii. Sonra büyüyorsun ve renkler koyulaşıyor. Gerçeklerle tanışmaya başlıyorsun. Kariyer, yaş, iş derken çok hızlı geçiyor zaman, artık yetişemiyorsun ve evet büyümüş, hayatla birlikte yüklerini kuşanmış oluyorsun. İşte çocukluk ve olgunluk sürecinde kurduğun hayallerin arasındaki farklar da bu sebeple uçurumlarla setleniyor. Geleceğe yönelik düşlediğim en büyük net olan şey, ne olursa olsun her şeye rağmen sevdiklerimle çevrili bir hayat yaşayıp mutlu olabilmekti. Hala ‘rağmen’lere rağmen mutluyum. Hayalim, hayal kadar güzel bir şekilde, benim en kıymetli duygum olarak içimde duruyor.

Gençlikte neyi mutlaka yapmış olmak gerek?

 Beyin, beden daha taze ve verileceklere açken, kök salmadan, özgürlük sadece bizim hizmetimizdeyken daha çok insan tanımak, daha çok yer görmek, daha çok bilgi depolamak lazım. Ama gerçekten bir şeyi çok yapmak istiyorsan her yaşta yapabilirsin. Önemli olan kendinle hayat arasındaki bağı koparmamış olmak. Yaşlılar evinde tanışıp 90 yaşında evlenenler, hayatlarının üçüncü çeyreğinde yeni bir dans, yeni bir dil öğrenenler tanıyorum. Her yaştaki insan her yaştaki insana umut olabilir, yeter ki yaşam gayemiz olsun.

Sizce ‘eski aşklar’ günümüzde neden yaşanmıyor? Eksik olan ne? Ya da korktuğumuz bir şey mi var?

‘Eski Aşklar’ Türk Sanat Müziği’nde şarkı ismi gibi ya da bol reytingli bir dizi adı… Belki biraz çevremde gördüklerimden, belki biraz farkına vardıklarımdan bir şeyler söyleyebilirim bu konuyla ilgili. Artık devir tüketim devri, aşk ise üretim ister. Devir kargaşa devri, aşk dinginlik ister. Devir alma devri aşk vermek ister. Ne yazık ki artık her bireyin öncelik sırası kendi olmuş durumda. İşimizi karşımızdaki kişiden daha önce tutuyoruz. Yaşam savaşından o kadar darbe almış ve nasır tutmuş ki derimiz, kabalaşmış ve sertleşmişiz. Gardımızı indirip aşktan yana da bir darbe almaya korkar olmuşuz. O yüzden direncimizi kalp sesimizin kırmasına izin veremiyor ve mantığı devreye sokuyoruz. Derine inmeye çekiniyoruz boğuluruz diye, yüzeysel takılıyoruz. Mecnun’un Leyla’sına, Kerem’in Aslı’sına yaptığı masallarda kalmış çoğumuz için. Ben masal seven ve mutlu sonlara inanan insanlardanım hala. Kimimiz değer vermiyor bulduğu aşka, kimimiz aşkı aramıyor bile. Ve bir azınlık var ki tuttu mu bırakmıyor. Aşk eskide mi kaldı ya da eski aşklar nerede kaldı bilmem ama günümüzde çoğumuz yüzünden aşkın boynu bükük kaldı. Aşka saygı duyuyorum, aşığa da. Kalp kırmışlıklarım ve çok da kırılmışlıklarım var. Benim verebileceğimden çok fazla değeri hak ediyor bu duygu. Çaba sarf ediyorum ama aşkımın arkasında durup elinden tutup hayata karışıyorum. Benim aşk adına verdiğim emek, işe yeni başlamış çırak tecrübesinde.

Birini çok sevmek her zaman kendinden bir parça da olsa vazgeçmek mi demek?

 Devreye egolar, bencillikler, güvensizlikler girmiyorsa… Bahsettiğimiz, tüm duyuların, tüm saflığın ve kalbinse sorun yoktur. Birini sever ve karşısındaki için bir parçasından vazgeçerse zaten kimse yarım kalmaz bütünlemeye devam eder. Her giden parça bir diğer parçayı getirir sevdiğinden sana. Belki daha önemli olan doğru kişi için vazgeçmektir birazından. Yanlış seçimler yüzünden yeri dolmaz diye düşündüğümüz parçalarımız da bizimle aynı kayba sahip başka biri tarafından hazırdır doldurulmaya. Dert kendinden vazgeçmek değil, dert ‘keşke’lerle dolu bir hayat geçirmektir.

Erkeklere güveniyor musunuz?

Dünyaya geldiği cinsiyetle, salgıladığı hormon nasıl bir fark yaratıyorsa, iki insan arasında yetiştiriliş şekli, ne görüp ne duyarak büyüdüğü, neleri ve kimleri örnek alarak ergenliğini atlatıp erkekliğe ya da kadınlığa geçtiği, ne gibi kötü deneyimler yaşadığı, ne derece açık yaralarının olduğu gibi noktalarda önemli bir etken oluyor kişinin davranışlarında. Güven gibi mesela… Farklı çalışan bir düşünce yapımız olduğu kesin ama ben güveni cinsiyetle sınıflandırmıyorum. Kadınların zamanla edinilmiş kıvrak bir zekaları olduğunu düşünüyorum. Buna da sebebiyet veren erkekler mi bilemiyorum.

Kendinizi dişi mi maskulen mi buluyorsunuz?

Maskulen.

Bir kadında seksapel nelerde gizlidir?

Bakışta, kokuda, gülüşte, ses tonunda, gizemde… Bunları yönetebilmek için de en önemlisi zekada gizlidir.

 Hayatta yalnız kalmaktan korkar mısınız? Çocuk sahibi olmak, anne olmak size fikir olarak yakın geliyor mu?

Genelde yalnızlığı sevmeme rağmen, ölüm gibi istemeden sevdiklerinin elinden kayarak gitmesiyle yalnızlığa itilmek zorunda kalmak tabii ki tercih edilir bir şey değil. Çocuk sahibi olmak gibi önemli konular için hayırlısı diyebiliyorum. Dünyaya bir can getirmek çok zor değil, zor olan bir ömür ona olan sorumluluklarını yerine getirmek. Umarım doğru zamanda, doğru insanla birlikte yaşarım evlat sevgisini.

En çok ne yaparken kendinizi özgür hissedersiniz?

Uçağa binip başka bir ülkeye giderken özgürlük için başlangıç zili çalmaya başlar benim için.

Bu aralar kafanızı en çok ne meşgul ediyor?

Ülkenin ve dünyanın durumu… Dünyanın her tarafında yaşanan terör olayları. İnsanların aileleriyle hayatta kalabilmek için savaştan kaçmak adına yaşadıkları dramlar.

Ölümsüz olmak ister miydiniz?

Asla… Ölümsüz olmakla ilgili kaçırdığımız küçük bir şey oluyor. Her şeyin bir son kullanma tarihi var. Ömrü uzasın diye eklenen her şey sağlığımızı bozuyor. Bence bizim de ömrümüzün bir kullanım süresi var. Bu süre boyunca faydalı işler yapmış, insaniyet adına vazifelerimizi yerine getirmiş sevgiye doymuşssak, sirkülasyona saygı duymak gerek. Sırada bekleyenler var. Dünya hepimizi taşımaz yer açmak gerek ardımızdakilere. Ben alışverişim bitince usul usul vedalaşmayı isterim bu bedenimle.

Şu an gözlerinizi kapattığınızda hayalinizde canlanan ilk görüntü nedir?

Turkuaz deniz, beyaz kum, güneş… Fotoğraf çok net!

Sırada sizi neler beklediğine dair bir tahmin yapmanızı istesem...

Şimdiye kadar kendimle ilgili bir öngörü hiç yapmadım. Şimdi de yapmayacağım galiba. Şu an durduğum yerden daha ileride belki de aynı yerde… Ya da yön değiştirmiş başka yolda, bilemiyorum ama başarılı, huzurlu ve sağlıklı olayım yeter. Daha ne isterim.

 

Etiketler: #Burçin Terzioğlu