Biraz İspanya, biraz Fransa BASK

İspanya’nın kuzeyi, Fransa’nın güney batısı… Gücünü bu arada kalmışlığından alıyor aslında. Özerk bir bölge. Her adımınızda telefon şebekenizden mesaj geliyor. ‘Fransa’ya hoşgeldiniz; İspanya’ya hoşgeldiniz!’ Telefonumun kafasını karıştıran bu bölge, benim ruhumu yumuşattı!

Biraz İspanya, biraz Fransa BASK

Renault’nun yeni otomobili Captur’ü test etmek için yola çıktık. Kim mi? Türkiye’de yayımlanan birçok kadın dergisinden isimlerle beraberdik. İlginç olan ilk şey buydu bu gezide; otomobilden çok iyi anlayan, otomotiv sektörünün ‘pir’leri değil, bu otomobilin Türkiye’ye geldikten sonra kalbini çalacağına inandıkları ‘kadınlar’la yola çıktı Renault. Kesinlikle iyi fikirdi! Otomobille ilgili yazdığım bölümde neden böyle düşündüğümü daha iyi anlayacaksınız. 
San Sebastian
İspanya sınırlarında yer alan, sınırlarına girer girmez de sakinliği ile göze batan bir kent. Beyaz kumdan bir plajı ve hayattan keyif almayı çok iyi bilen insanları var. Kumsala neredeyse günün her saati yolumuz düştü. Her seferinde kalabalığa bakıp; ‘Bu insanlar yaşıyor!’ dedik. Dalga sörfü yapanlar, köpeğiyle  koşanlar, güneşe teslim olup yatanlar… Hava karardığındaysa karşımıza bambaşka bir manzara  çıktı: Gençler! Ve büyük keşif; pinchos ve patxaran! Pinchos barlar hemen her sokakta karşımıza çıkıyor. Bu barlarda bar masasının üzerinde yer alan onlarca atıştırmalık var. Dilediğinizi seçiyor, afiyetle yiyorsunuz ki özellikle deniz ürünü konusunda çok iyi olduklarını  söyleyebilirim. Ve patxaran; bize göre ‘paçaran’; yemek sonrası içtikleri bir çeşit erik likörü. İçerisinde anason da var… Pek tatlı bir şerbet gibi geliyor ama fena çarpıla bileceğinizi söyleyeyim.
Biarritz
Uzunca bir yol aldık ve herkes otelde biraz dinlenmek istiyor. Napolyon’dan kızı prenses Eugenie’e hediye edilmiş bir sarayda kalıyoruz; Hotel du Palais… Okyanus kenarında, oldukça  nostaljik ve çok çok şık bir otel. Plajdaki kalabalığı görünce ‘dinlenme’ fikri aklımızdan hemen uçup gidiyor ve uzunca bir yürüyüşe çıkıyoruz. Sörf tahtaları üzerinde dans edenleri görünce de yazı damarlarımızda hissediyoruz. Akşamsa artık herkes tuz kokusuna doymuş olarak yatağın yolunu tutuyor.

St.Jean de Luz
Bir gece San Sebastian’ın tadını çıkardıktan sonra ertesi gün rotamızı Fransa sınırlarındaki St. Jean de Luz olarak belirliyoruz. Aslında amaç  burada bir mola verip Biarritz’e devam etmek ama St. Jean de Luz öyle 10 dakikada veda edebileceğiniz bir yer değil. İnanılmaz bir huzuru var. Çok şık insanlar, şahane sokak kafeleri, keyifli bir plajı, şık dükkanları var... Hızlı bir tur ve bol bol fotoğraf çektikten sonra, kahvelerimizi de içip yola devam ediyoruz. Bask’a çok kısa süreliğine gitseniz bile sakın burayı görmeden dönmeyin. Bence gezinin yıldızıydı! 
Yollardayız
Renault CaptuR ile maceramızdan da bahsedeceğim tabii ki… St. Jean de Luz, Biarritz arasında kalan bölgeyi otomobillere atlayıp kendi kendimize turlayacağız. Her otomobilde iki kişi ve bir navigasyon cihazı var. Bilmediğiniz bir ülkede, dijital bir sese kulak vererek; dağ, tepe gezmek çok keyifli. Captur de bu konuda oldukça destekçi. Yazının başında bahsettiğim kadın dergilerinin oraya gitme amacına gelince; her ne kadar Bask trafik açısından İstanbul’un 1000’de biri kadar olmasa da bence tam bir şehir otomobili test ettik. Oldukça sevimli, renkleri de tam bizlik. Hızlı hareket ediyor, geniş bir bagaja sahip ve tabii ki çok büyük olmaması park kolaylığı sağlıyor. Bence onunla tanıştığınızda siz de seveceksiniz.Bilboa ve Guggenheim
İstanbul’dan havalandık… Üç buçuk saatlik uçuş sonunda Bilbao Havaalanı’na indik. Otel yolunu tutmadan ilk durağımız Bilbao’daki Guggenheim Müzesi oldu. Ününü mutlaka duymuşsunuzdur. Nervion Nehri’nin kıyısında bulunan bu müze; modern sanatın en iyilerine ev sahipliği yapıyor. Aslında sadece mimarisi bile yeterince ‘sanat’ içeriyor; ne de olsa Frank Gehry tarafından tasarlanmış. Bilbao’ya gidip bu müzeyi görmezseniz büyük hata yaparsınız.