Ceyda Düvenci ile çok özel

Her insan gibi bir mücadelesi var. Birazcık virajları keskin. Zorlukları ve iniş çıkışları bol oldu. Pes etmemesi gereken bir hayat; daha da çok başında... Ama tüm yalnızlığıyla, tüm kalabalığıyla güzel bir hayat… Bu yorumları biz değil Ceyda Düvenci kendi hayatı için kendi yapıyor.

Ceyda Düvenci ile çok özel

İlk kez kötü bir karakteri canlandırıyorsunuz. Nasıl aranız Deniz karakteriyle? Seviyor musunuz?
Aslında oynadığınız her rolü sevmekle yükümlüsünüz, ne oynarsanız oynayın. Çünkü hiçbir insan kötülük yapmak için doğmuyor. Dolayısıyla, seviyorum tabii Deniz karakterini. Aslında çok yalnız ve güçsüz bir kadın. Evet, çok zengin bir adamla evli ama bir evlilik sözleşmesi yapmış ve yarınının garantisi yok. Bir zamanlar mankenmiş ve sonra deformasyon olmuş ve o kariyeri geri kazanamamış. Sonra da bundan dolayı bir şeyleri ispatlamaya çalışıyor ama kimse dönüp bakmıyor. Çünkü ‘patronun karısı’ hali var. Kin ve hınç dolu bir kadın olduğu için herkese kötü davranıyor. Kimse de sevmiyor tabii. Çok anlayamıyorlar bu nedenlerden ötürü öyle olduğunu. Gerekçelerim var benim de sevmek için Deniz’i... Ve kötü bir karakteri oynamak çok enteresan geldi bana. Evet ilk kez oynuyorum. Seyirci de ‘Senden kötü nasıl olur? Nasıl oynuyorsun?’ tepkileri veriyor. Farklı bir boyut.

Genelde pek çok oyuncunun seyirciyi ters köşeye yatırma, mesela katili veya kötü bir karakteri canlandırma arzusu oluyor değil mi?
Şöyle oluyor; ‘masum suratı var’ deniliyor, kimse yakıştıramıyor ve konduramıyor ama siz oyunculuğunuzu hiç beklenmedik bir yerden gösterme arzusu hissediyorsunuz bir yerlerde… Dolayısıyla da böyle bir rol gelince ezber bozmak gibi bir durum oluyor.

Dizideki genç oyuncularla aranız nasıl peki?
Aras da, Hazal da, diğer genç oyuncular da muhteşem... Hepsini çok seviyorum ve çok da iyi anlaşıyorum hepsiyle. Çok disiplinliler bir kere.

Sizin döneminize, o zamanki genç oyunculara göre arada farklar var mı?
Çok fark var ama ben şanslıydım, çalıştığım genç oyuncularla ilgili. Bir kere son 10 senedir riskli bir döneme girildi. Bir anda şöhret oluyor herkes. Anlık şöhretler var… Kimseyi kırmadan söylemek istiyorum ama oyunculuğun ünlü olmak için kullanıldığını hissediyorum ve görüyorum. Çok fazla yakışıklılık ve güzellik üstüne kurulu cast sistemleri var. Bir anda şöhret olan 18 yaşındaki gencin büyük bir olgunlukla bunu hazmetmesini ve devam etmesini bekleyemezsiniz. Bu çok büyük bir haksızlık olur. O yüzden onlara hiç kızamıyorum. Dolayısıyla sektöre giren 50 genç oyuncu varsa, bunların 10’u çok bilinçli devam ediyor. Diğer 40’ına da çok yazık oluyor. Altı boş bir şöhretle yaşıyor, sonra bir anda unutuluyorlar. Sonra unutulunca ne yapıyorlar? Vay hallerine... Kim yardımcı oluyor mesela onlara çok merak ediyorum. Çok korunaklı bir sektör de değil bu. Çalışma saatleri, senaryonun uzunluğu, iş sağlığımız… Çok büyük paralar dönüyor gibi konuşmalar yapılıyor ama halbuki böyle bir şey söz konusu değil. Kamera arkası gerçeği var; bunu herkes unutuyor. Bir de birazcık hafifletildi bizim mesleğimizin altı. Eski saygınlığının da kaldığını düşünmüyorum. İnsanlar ‘çok kazanıyorsunuz bir de şımarıksınız’ tavrına girmeye başladı. Sosyal medyanın da buna çok etkisi var. Halbuki öyle değil ki, çok zor bizim mesleğimiz. Gecesi yok, gündüzü yok, tatili yok. Mesela sabah sekizde sete gidip, ertesi gün öğlen 12’de setten çıktığımı biliyorum ama bunu anlatamıyorsunuz kimseye. Çünkü görüntüde bir kutunun içinde bir sürü insanız ve bir anda şöhret oluyoruz, deli gibi paralar kazanıyoruz, ‘vur patlasın çal oynasın’ yaşıyoruz...

Özellikle Instagram’da herkes çok kolay yorumda bulunuyor gerçekten. Sosyal medyanın öyle bir handikabı var galiba… Herkes kendinde fotoğrafların altına olumsuz yorum yapma hakkını buluyor... 

Evet, maalesef. Ben onları da anlamaya çalışıyorum. Sonuçta biz de bir televizyon ekranıyla onların salonlarına, odalarına giriyoruz. Bizleri kendilerinden biri olarak görüyorlar. Bunda bir sakınca yok elbette. Benim 20’nci yılım ve beni hep evlerinden biri gibi sevdikleri ve benimsedikleri için mutluyum, kendimi iyi hissediyorum. Ama sosyal medyanın bu kadar yoğun olmadığı zamanlarda, gördükleri yerde çok olumlu diyaloglar kurup, çok güzel şeyler paylaşabiliyorduk. Şimdi sosyal medya denilen mecra ortaya çıktı ve çok kırıcı olmaya başladılar. Paylaştığım bir fotoğrafın altına yazılan bazı yorumları okuyunca çok kırılıyorum, silince de azar işitiyorum, yazanlar tarafından. Görmeyince de ‘sen bizi kaale mi almıyorsun?’ gibi yorumlar yapılıyor. Cevap verince de özürler geliyor. Onları da o konuma sokmak istemiyorum. Niye kendilerini kötü hissetsinler! Çok garip… Sosyal medya beni çok kıstırdı yani... Ama tabii ki çok uzun zamandır destek veren, her yeni projemde sürekli güzel yorumlarıyla da en az benim kadar 
heyecanlanan takipçilerimin de olduğunu bilmek mutluluk veriyor.

Sosyal medya bizi yanıltıyor. Aslında hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değil, değil mi?
Evet, hiç kimsenin hayatı dışarıdan göründüğü gibi değil ve ben şunu iddia ediyorum ki; ne kadar varlığın varsa ne kadar rahat görünüyorsan, bir o kadar dertlisin aslında. Yani hiçbir şey kolay değil. Artık hayat bizden karşılıklı olarak biraz daha empati ve sevgi istiyor diye düşünüyorum. Keşke biraz daha kalp gözüyle baksak…

Biraz önce kariyerinizin 20’nci yılı olduğundan bahsettiniz. Bugün yaptığınız iş nasıl bir haz veriyor?
İlk başladığınızda nasıldı? İlk beş sene kadar çok farkında değildim. 18 yaşındaydım. O yüzden şimdi 18 yaşındaki gençlere hiçbir şey diyemem. Çünkü eminim çok keyif alıyorlar. Benim şansım şu; bu kadar popülarite yoktu. Ben yırttım bir şekilde. Onlara çok acımasız davranıldığı zaman üzülüyorum. Bizim gibi şanslı değiller. İnsanlar ‘biz seni örnek alıyoruz’ demeye başladıklarında ya da ‘çocuğum oldu adını Ceyda koydum’ demeye başladıklarında anladım ben durumu... ‘Eyvah, bir dakika ben ne yapıyorum, nasıl bir meslekteyim de tanımadığım insanların hayatına dokunabiliyorum?’ dedim. ‘O zaman bu iş daha layığıyla ve daha doğru yapılmalı’ dediğim zamanlar çok sonraydı yani. 25 yaşıma doğru... Şimdi çok seviyorum çünkü hayatımı verdim. 20 yıl ilmek ilmek işlendi her şey. Çok şey biriktirdim hayatımda ve evet birçok şeyimi de buna borçluyum.

Sinema ve tiyatroda dizilere nazaran daha az görünüyorsunuz ama bence çok iyi bir sinema oyuncususunuz. Denk mi gelmedi? 
Tiyatroyu çok seviyorum. Tam da güzel başlamıştık, sonra hamilelik ve bu süreç yaşanınca yapamadım. Çünkü yoğun bir şekilde televizyona ağırlık verip, bütçemi sağlamam gerekti. Televizyonun içinde de geceleri tiyatro oyunu yapmam, Melisa’nın yanında olmam gerektiği için olamadı. Tiyatro benim için başka bir aşk; çok da bilmediğim bir alan ve çok kıymet veriyorum. Sinemada ise sanırım doğru projelerle doğru zamanlarda çok yolumuz kesişmedi belki de ama sinemada daha fazla çalışmayı çok isterim.

Hayatınıza dönüp baktığınızda nasıl bir hikaye görüyorsunuz?
Farkı yok. Beni izleyen, beni okuyan, beni seven hiç kimseden bir farkım yok. Her insan gibi bir mücadelem var. Birazcık virajlarım keskin. Biraz zorluklarım ve iniş çıkışlarım bol oldu. Pes etmemem gereken bir hayat; daha da çok başındayım yani. Çok şeyler yaşayacağım. Güzel şeyler yaşayacağımı umuyorum artık. Çok güzel şeyler yaşadığımı da düşünüyorum. Mesleğimin bir şans olduğuna inanıyorum bu anlamda. Kendi hayatımı daha kolay sırtlanabilmem, kendimi daha güçlü hissedebilmem için Allah bana güzel bir meslek vermiş. Ben hayatı seviyorum ve kucaklıyorum her şeyiyle. Tabii ki yorulduğum anlar oluyor ama iyi ki de benim hayatım. Tüm yalnızlığıyla ya da tüm kalabalığıyla güzel bir hayat…

‘İnsan yaşıyla değil, yaşadıklarıyla büyür’ diye düşünüyorum. Siz kendinizi ne kadar büyümüş hissediyorsunuz? 
Çok büyük hissediyorum. 38’den daha büyüğüm yani. Bazen çok çocuklaşıyorum, yaş 13 falan oluyor ama bazı yerlerde de öyle bir yorgunluğum oluyor ki, sanırsın 50 yaşındayım... Ama bunun da bana ait bir şey olduğunu düşünmüyorum. Hayatta herkesin sıkıntıları oluyor, üzüntüleri oluyor, yorgunlukları oluyor. Bazen kendini çok genç hissediyorsun bazen de çok yaşlı. Galiba hiçbirimiz ait olduğumuz yaşı hissetmiyoruz hiçbir zaman. Ben bütün hislerimi seviyorum. Ağladığım zamanı da seviyorum, kahkahalarla güldüğüm zamanı da, yorulduğum zamanı da seviyorum.

Hangi aşamadan sonra ‘o’ kişi sizin için özel biri oluyor?
Bilmem, bunu hiç düşünmedim aslında. Benim için çevremden biriyle, arkadaşımla, dostumla ‘gerçekten’ bir şey paylaştığımda o özel oluyor. Nasılsın deyip, sağa döndürüyorsa kafasını ya da telefonuyla oynarken benimle sohbet ediyorsa, bir dert anlattığımda iki gün sonra arayıp ‘ne oldu?’ diye sormuyorsa, olmuyor tabii… Artık bir de bu kadar yaşanmışlıktan sonra gerçekle yalanı çok iyi ayırt edebiliyorsunuz… Yani çok duyuyorum; ‘Çok seviyorum ama olmuyor’ diye. Niye olmuyor? Vazgeçemiyorsun tabii hayatındaki hiçbir şeyden. Böyle bir şey yok. ‘Çok iyi arkadaşım ama sinir ediyor.’ Tamam sen de onu tolere edersin. Sen dört dörtlük müsün ki bu hayatta? Bunları yapabiliyorsan eğer, karşılıklı oluyor. Aslında tam bir yoldaşlıktan bahsediyorum galiba. O zaman özel oluyor.

En çok hangi konuda eleştirilirsiniz?
Çok çabuk inanıyorum ve iyi niyetli bakıyorum hayata. Dostlarım çok eleştirir beni. Bir şey oluyorsa, o ondan dolayı yapmamıştır deyip, hemen kendi senaryomu yazıyorum. Bu da doğru bir resim olmuyor. Artık eskisi kadar değil gerçi. Eskiden hemen tüm sıkıntımı, tüm derdimi anlatırdım tanıştığım kişilere. Bu çok zarar verdi bana. Bir de çok fazla programlıyım. Pazartesi 11.00’de bu var, 12.00’de bu var. 14.00 ile 16.00 arası boş mu? Oraya da o zaman spor koyalım. Salı günü bilmem ne… Arkadaşlarım ‘bir nefes al’ der. ‘Bir nefes al ve haftanın bir günü boş kalsın...’ Çok çalışmanın getirdiği bir kaygı var. Aslında biraz sakin olmak gerekiyor.

Hayatın kadınsı alanlarıyla; güzellikle, modayla ne kadar ilgilisiniz?
Aslında alışverişe çok vaktim kalmıyor hele ki dizi koşuşturmacası rutin günlük programımın içine girince ama tabii ki ülkemizde tasarımlarını çok beğendiğim ve severek giydiğim Tuvana Büyükçınar ve Gamze Saraçoğlu gibi tasarımcılar var. Bunun dışında takılar konusunda da Berrin Özkan’ın tasarımlarını takip ediyorum. Bakım kısmına gelince; kesinlikle yüzümü temizlemeden uyumuyorum. Rutinde kullandığım bazı cilt bakımı ürünleri var. Ancak şu aralar son birkaç aydır planladığım cilt bakımına gidemediğimi üzülerek söyleyebilirim.

Neyse ki genetik olarak şanslısınız... 
Sigara içmiyorum, alkol kullanmıyorum. Bir yandan uykuma dikkat ediyorum. Çünkü kendime de dikkat etmek zorundayım. Takviyeye çok ihtiyacım olmuyor.

KISA KISA
Kahveyi nasıl alırsınız?
Almasam olmaz mı? Su lütfen.
Sevdiklerinize nasıl hitap edersiniz?
Hep sevgi sözcükleri ama kişisine göre değişiyor biraz. Genelde ‘aşkım’ ve ‘canım’ kelimelerini çok fazla kullanırım.
Diş fırçanız ne renk?
Çok diş fırçam var. Bir tanesi yeşil, bir tanesi pembe, bir tanesi beyaz.
Peki kızınızın?
Sonuncusu Minnie’li, kırmızı üstü beyaz puantiyeli.
Kahvaltınızın olmazsa olmazı nedir?
Koca bir tabağın içinde domates, salatalık, maydanoz; güzel bir zeytinyağı ile yağlanmış ve bir kase de zeytin.
Kaçış rotanız?
Her yer olabilir. Kaçmak benim işim. Kısa tatil kaçamakları ve kendime vakit ayırmak kısmında Melisa’nın babasıyla olduğu günleri tercih ediyorum.
Kendinizi şımartma terapiniz?
Masaj yaptırmayı ve kaçmayı seviyorum.Röportaj: Filiz Şeref
Fotoğraflar: Serhat Hayri

Hayatta size keyif veren şeyler vardır; kimi için kahvaltı üzerine içilen bir Türk kahvesidir bu kimi için akşam yemeği üzerine içilen bir kadeh şarap. Kimi kitap okuyarak rahatlar kimi de yazarak... Ceyda Düvenci’nin yakınları için onunla birkaç saat sohbet etmenin dünyanın en keyif veren şeyi olduğuna eminim. Çünkü biz onunla ne zaman bir araya gelsek, enerjisinden, ses tonundan, sohbetinden, hayatla olan ilişkisinden ve ‘çözmüş’lüğünden inanılmaz keyif alıyoruz. Ceyda Düvenci, size anlattıklarıyla, sorulara verdiği yanıtlarıyla, dünyaya bakışıyla, rahatlatıcı anlatımıyla bir psikolog, bir anne, bir dost sıcaklığında... İnsana iyi gelen insanlardan... Okuyun, anlayın ‘o’nu, size de iyi gelecek!

Şu sıralar gündeminizde ne var? Nelerle meşgulsünüz, en çok kafanızı neler meşgul ediyor?
Çok yoğun çalışıyorum iki senedir. Bu yüzden kendi adıma üretmek istediğim alanlar biraz eksik kaldı. Kendi hayatımla ilgili yapmak istediğim çok şey var ve onlara zaman kalmıyor. Arkadaşlarımla zaman geçirmek ve arkadaşlarımın özel günlerinde yanında olmak gibi. Biraz yazmak, daha fazla kitap okumak, tiyatro izlemek, biraz soluklanmak ve nefes almak gibi... Bir süredir çok fırsatım olamıyor bunlara; bu duruma biraz takılıyorum. Sorunun yanıtının ilk başlığı ise Melisa tabii ki… Hep aklımda olan o.

Melisa’nın bir terapi süreci var değil mi? Nasıl geçiyor?
Melisa’nın süreci çok uzun soluklu bir süreç aslında. Bu, bir ömür sürecek bir yolculuk ama en iyi şekilde gittiğini söyleyebilirim. Yapılan her şeye cevap veriyor Melisa… Çok ciddi bir gelişimi var. 4.5 yaşında ve iyi gidiyoruz. Ancak çok hızlı boy atan bir çocuk, bu da biraz riskli bir durum oluyor. Her öğrendiği şeyi vücuduna tekrar, baştan öğretmemiz gerekiyor. Keşke bu böyle kısa bir süreç olsaydı ama değil. Neyse ki, her yaptığımız yerini buluyor. Anaokuluna başladı şimdi, o bizim için heyecan verici. Bu yaz da tekrar Amerika’ya gideceğiz.

Tedavi için mi?
Evet, her yaz tedavi için gidiyoruz. 

Peki ya dizi nasıl gidiyor? Şu anda ‘Maral’ dizisinde rol alıyorsunuz. Gerçi dizi sezon finali yaptı ama dizide sizi çeken ve etkileyen nokta ne oldu?
Tamamen karakterin yapısıydı beni etkileyen. Deniz, kötü bir karakter ama ne için, neden böyle bir şey yaşıyor acaba? Karakterin köşelerinin olması kendi içinde yaşadığı dünyasındaki gerekçeleri ve nedenleri neler? Her çıkarttığı olayın arkasında geçmişinde gizlediği hikayesi var. O yüzden anlamaya çalışıyorum onu da.. Böyle de güzel bir hikaye olunca, oynaması keyif veriyor tabii ki...

Zorluklarla başa çıkma şekliniz nedir?
Durmam, hiç durmam yani. Deli gibi çalışırım. Çalıştıkça unutuyorum. Çalıştıkça ve kazandıkça, hem başarı hem maddi anlamda rahatlıyorum. ‘Evet bir deliği daha kapattık, şimdi sıradaki…’, ‘O da olsun onu da yapayım...’, ‘Onu yapabiliyor muyum? Diğerini de yaparım, hepsini yaparım ben, hallederim’ gibi bir güç geliyor her zorluğun karşısında.

Hayatla ya da evrenle nasıl bir ilişkiniz var?
Ben ne istersem olur. Aslında tam bu galiba. Ya da; ben isterim olur. Hep cümlemdir bu. Deniz Uğur’un da lafıdır bu. Deniz’le biz ruh ikizi gibiyiz. Çok düşkünüz birbirimize... Tatsız bir şey istersem de oluyor, ki artık istemeyi çoktan bıraktım. İyi şeyler istiyorum. ‘Büyük bir olay oldu. Ne lazım? Tamam bu ve bu lazım. Ne kadara, ne zamana kadar lazım? Tamam hepsi olacak.’ Hakikaten de oldururum.

Gözlerinizi kapattığınızda nerede olduğunuzu hayal ediyorsunuz? 
Upuzun bir kumsalda, denizin kenarında, aileme yetecek tek katlı büyük bir evde. Sabah denizin kenarında yürüyorum, okuyorum, yazılar yazıyorum. O yazılar bir yerlere ulaşıyor. Aralarda 1-2 gün şehre geliyorum. Biraz çalışıyorum, tekrar dönüyorum.

Hayatta direnç gösteremediğiniz, hemen yelkenleri suya indirdiğiniz bir şeyler var mı?
Tabii ki kızım ama benim öyle keskin kurallarım yok.

Bir dervişle karşılaşsanız, hayatta çözemediğiniz neyi sormak isterdiniz ona?
‘Neden bu kadar zor?’ derdim galiba. Hem bir ömür biçiliyor bize; başı belli, sonu belli. Niye doyasıya yaşayamıyoruz da hep bir mücadele içindeyiz? Biz mi yaratıyoruz bunu? Daha tatlı olabilirdi yani. Kapitalist düzenden daha uzak, sağlık durumlarında parayla satın almaların gerekmediği… ‘Niye biz bir şeyler için mücadele edip edip sonra ölüveriyoruz?’ derdim.

Çocukluğunuzdan en çok özlediğiniz koku nedir?
Anneannemin kokusu. Çok özlüyorum.

Nasıl bir anne olmak istiyorsunuz?
Seviyorum ben anneliğimi. Biraz daha sakin olabilirdim belki ama olamadım. Olacağımı da düşünmüyorum. Kızımla daha fazla zaman geçirebilirdim. Onu yapamıyorum bir tek ama mecbur, bu konuda yapacak bir şey yok. Onun dışında istediğim gibi bir anneyim.

Hayatınızdaki en büyük yenilik ne?
Hayatımdaki en büyük yenilik köpeğim. Güzel bir dönem yaşıyorum. Mutluyum. Her şey olması gerektiği gibi olması gerektiği zamanda oluyor. Taşlar çabuk yerine oturuyor. Güzel zamanlarda güzel şeyler oluyor.

Aşkla arası iyi bir kadınsınız. Şu sıralar aşkın hangi halini yaşıyorsunuz?
En olgun hali ve en doygun hali. Benim için aşk sadece karşı cinse duyulan bir şey değil. Hayatın her anına ve alanına duyulan bir şey. Mesleğinize, köpeğinize, kızınıza, bir kitabınıza… Dolayısıyla artık daha iyi hissediyorum her şeyi. Daha sonsuz benim için...