Endişeli anneler kulübü

Evet annelik demek endişe demek; ancak Türk annelerinin aşırı endişeli ve korumacı olduğu da sık duyduğumuz bir eleştiri. Peki bunu hak ediyor muyuz? Neden bu kadar kaygılıyız ve bunu çocuklarımıza bulaştırarak onların geleceğini nasıl etkiliyoruz? Ayna Eğitim ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi’nden Uzman Psikolojik Danışman Belin Güner Nas sorularımızı yanıtladı.

Endişeli anneler kulübü

Her yaşın korkusu başka
Uzman Psikolojik Danışman Belin Güner Nas, her an bebeğinin, çocuğunun başına bir şey geleceğinden endişelenen ebeveynlerin bu davranışlarıyla çocuklarının beyninde bir endişe tesisatı kurduğu benzetmesini yapıyor ve ekliyor: “Bir gün o borulardan oluşan tesisat çalışmaya başlıyor. Çocuğun mizacındaki yatkınlık ya da yaşadığı travmatik olaylarla oluşan borular birleştiğinde endişe tesisatı çalışan ama hayat kalitesi düşük bir çocuk ortaya çıkıyor” diyor.
Ebeveynlerin çocuklarını olası tehlikelerden korumaya çalışırken onların dikkatini istemeyerek de olsa o tehlikelerin üzerine çekebildiğini belirten Belin Güner Nas, yaş dönemlerine göre gelişen korkular konusunda şunları söylüyor: “Bebeğin doğar doğmaz ilk öğrendiği korku vücut temasını kaybetmek oluyor. Bu dönemde korkan bir çocuğa yapılacak ilk şey ona fiziksel temasla güven hissi vermek. 8-9 aylıkken bebek yabancılardan korkmaya başlıyor. 12-18 ay civarında ayrılık endişeleri başlıyor ve 2-3 yaşında en üst noktaya ulaşıyor. Ayrılık endişeleri genellikle kreşe başlarken de kendini gösteriyor. Yine 2-3 yaş civarında seslerle ilgili korkular oldukça yaygın... Tren, kamyon, gök gürültüsü, sifonun çekilmesi, elektrik süpürgesinin çıkardığı sesler çocuklarda korkuya neden olabiliyor. Üç yaş civarında yok olma korkusu gelişmeye başlıyor. Yok olma korkuları, hayali yaratıklar, devler, şimşek, cadılar, fırtınalar şeklinde kendini gösteriyor. Bu dönemde bedeni ile ilgili korkular da artıyor. Basit bir kesiği çok ciddi bir yaralanma olarak algılayabiliyorlar. Dört yaşından sonra korkular yavaş yavaş azalmaya başlıyor. Beş yaş, fazla korkulu bir yaş değil. Altı yaşında ise korkular daha yoğun görülüyor. Özellikle kapı zili, telefon, kuş gibi seslerden, yatak altında hayalet ya da cadının saklanabileceğinden, kaybolmaktan, yılandan, eve gelince annesini bulamamaktan korkuyorlar. Çocukluk döneminin normal korkuları ile özel ilgi gerektiren korkuları, kaygıları birbirinden ayırmak gerekiyor. Eğer korku ve kaygı çocuğun günlük hayatını etkiliyor, iştahını kesiyor, uzun süre devam ediyorsa uzman desteği almak düşünülmeli.”

Korku ve kaygılarla baş etmenin yolları

•    Korkularını ciddiye alarak sözünü kesmeden, yorumda bulunmadan dinleyin ve onun korkusunu tam olarak anlatmasına izin verin. Çocuğunuzun kaygısını anlamak, onu olduğu gibi kabul etmektir.
•    Sorulara olabildiğince somut, basit ve net yanıtlar verin.
•    Korktuğu durumlara alışabilmesi için, korktuğu şeyle yüz yüze getirmeden ufak adımlarla yaklaşmasını sağlayın. Daima çocuğunuzdan gelen sorularla başlayın. Ona durumla ilgili ne bildiğini, ne düşündüğünü ya da ne duyduğunu sorun.
•    Size çok klişe gelen bir bilgi, çocuk için daha önce tekrar tekrar söylenmiş bile olsa, çok rahatlatıcı olabilir. ‘Güvendesin, ben seni daima koruyacağım’ gibi…
•    Olayların korkutucu yanını ve risklerini ön plana çıkarmaktansa güvenliğe ve çocukların güvenliğini artırmak için yapmaları gerekenlere odaklanın.
•    Kaygılı çocuklar çoğu zaman hataları olmayan şeylerden kendilerini sorumlu hisseder. O olayın sebeplerinin, çocuğunuz tarafından kesin bir şekilde anlaşıldığından emin olun.
•    Televizyon izlemeye sınır getirin. Özellikle haber programları ve yetişkinler için hazırlanan belgesellerin çocuklar için uygun olmadığını hatırlayın.
•    Korkuları karşısında sabırsız davranmayın. Unutmayın, çoğu korku geçicidir. Bunu kendinize sık sık hatırlatın.
•    Çocuklar korkularını somutlaştırabilirlerse rahatlarlar. Somutlaştırma için korktuğu şeyin resmini, hamurdan ya da kilden şeklini yapabilirsiniz. Yazı: Yaprak Çetinkaya/Bebeğimle Elele

Türk annelerinin endişe hali gerçekten daha mı yüksek?

Öncelikle, “Türk anneleri daha endişelidir, bak Avrupalılara çocuklar düşüp yerlerde sürünüyor hiç müdahale ediyorlar mı?” diye bir istatistik çıkartmak doğru olmaz. Her toplumda daha endişeli bir kesim olabilir. Ancak toplum olarak yaşadığımız olayları göz önünde bulunduracak olursak, kimi zaman Türk annesi endişelenmesin de kim endişelensin dedirtecek durumlarla da karşılaşmıyor değiliz.

Nedir en çok bizi endişelendiren durumlar?
Türkiye’nin deprem kuşağında olması, binaların birçoğunun depreme karşı dayanıklı olmaması, bitip tükenmeyen ihmalkarlıklar sonucu kaybedilen canlar, ülkenin siyasi zemininde 20-30 senede bir olan kaymalar, terör olayları, kişi başına düşen gelirin adaletsiz dağılımı gibi ilk anda akla gelen yaşam koşulları sebebiyle,  “Çocuğuma nasıl bakarım, nasıl beslerim, ona daha iyi bir gelecek nasıl veririm?” sorularıyla Türk annelerinin zihinlerinin meşgul olması gayet doğal. Dolayısıyla bilinç dışında her an bir yerlerden tehlike gelebilir düşüncesiyle yaşayan bir anne, kendisi rahat bir nefes alamadığı gibi bu kaygıları çocuğuna da rahatlıkla bulaştırabilir.

Anneler doğumdan itibaren dönem dönem hangi korkuları geliştiriyorlar?
Anneleri ilk bekleyen korkulu dönem lohusalıkla başlıyor. Hormonlarının da etkisiyle anksiyete (kaygı) halinde artış görülüyor. Bebek doğmuştur ama henüz miniciktir. Tamamen annesinin bakım ve ilgisine muhtaçtır. Bu dönemde annelerde ilk gelişen korku, “Ben bu küçük canlıya bakabilecek miyim?” şeklinde oluyor. “Ya sütüm gelmezse, ya bebeğimi besleyemezsem, ya benim yüzümden hasta olursa, ya nefesi kesilirse ve ben yetişemezsem” düşünceleri ilk dönemlerde görülen ve gayet doğal sayılan kaygılar. Bebek biraz büyüyüp, ele avuca gelmeye başladı mı bu kaygılarda azalma görülüyor. Ama bu sefer de emekleyen ve hareketi artan bebeği bekleyen tehlikeler başlıyor. O bitince kreşteki mikroplar, sonra okul servisi, okuldaki sosyal ilişkiler, ders başarısı, daha sonra ergenlik dönemi arkadaş seçimi, üniversite seçimi, gelecek kaygısı... Bu liste böyle uzayıp gidiyor. Dolayısıyla çocuğun gelişim dönemlerine göre karşısına çıkacak her yeni durum anne için de kaygılanacak yeni bir durum yaratabiliyor. 

Endişeler nereye kadar normal kabul edilmeli?
Annelik demek zaten bir endişe hali demek. Annelik demek her an yavrusunun nasıl olduğunu, iyi olup olmadığını merak ediyor olmak demek. Bu noktada her annenin aklında zaman zaman “Ya çocuğumun başına bir şey gelirse, ya hastalanırsa, ya düşer bir yerini kırarsa, ya elektrik çarparsa, ya sokağa fırlarsa ve bir araç çarparsa” gibi endişeler belirebilir. Ancak bu kaygılar durumluk olmaktan çıkıp sürekli hale gelirse, anne bunlarla baş edemez ya da kendine uygun rahatlama yolları geliştiremezse, kendisini kaygılandıran durumlardan çocuğunu uzak tutmaya çalışabilir. Bu da beraberinde çocuğa uygulanacak sokağa çıkarmamak, kreşe yollamamak gibi kısıtlamaları getirebilir. Ya da anne o kadar kaygılıdır ki çocuğu tek başına yatırmaz, her an gözünün önünde tutar, ufak sıyrıklara büyük tepkiler verir. Bu gibi durumlarda anne çocuğun gelişimini olumsuz etkiler. Böylesine yoğun yaşanan kaygılar normal kabul edilmiyor. Kaygılar anneyi çok fazla meşgul ediyorsa, günlük rutininin içinde gereğinden fazla önlem varsa ve bu önlemleri takip etmek anneyi yoruyorsa, anne, annelik rolünün dışında hiçbir rolüyle var olamıyorsa (eş, sosyal çevre, iş), kendisini depresif, çaresiz, yetersiz ve zaman zaman da suçlu hissediyorsa yardım alması gerekiyor demektir. 

Evhamlı bir annenin çocuğunu gelecekte nasıl sıkıntılar bekler?
Çoğu zaman anneler durumlarını kabullenmekte zorlanır ve yardım almaktan kaçınırlar. “Benim bir şeyim yok, önemli olan çocuğum” diyorlar. Oysa kaygının anne karnından itibaren bebeği etkilediğini biliyoruz. O zaman bu yardımın aslında çocukları için de çok iyi olacağını onlara anlatıyoruz. Çünkü yoğun anksiyetesi olan bir ebeveynle büyüyen çocuğun sosyal ve duygusal gelişimi olumsuz yönde etkileniyor, çocuk da bir süre sonra kendi anksiyetesini geliştiriyor, annesinin dizinin dibinden ayrılmak istemiyor, bağımsızlaşmakta güçlük çekiyor. Yeni bir duruma adım atarken birçok kez düşünüyor, gelecekle ilgili endişelerden ötürü harekete geçmekten çekiniyor. Dolayısıyla özgüveni düşük, bağımlı bir kişilik yapısı geliştiriyor.