Güzellik dünyasının beyaz perde ile flörtü

Hollywood ile güzellik endüstrisi her zaman birbirini destekledi ve bu iş birliği beyazperdenin dışında pek çok alanda varlığını hissettirdi. Saç kesimlerinden makyaj trendlerine, modadan masumiyet algısına kadar pek çok alan sinemanın kitleler üzerindeki hipnotize edici etkisinden fazlasıyla yararlanıyor.

Güzellik dünyasının beyaz perde ile flörtü

Pastoral etki
Bebek mavileri, uçuk pembeler, leylak tonları, limon sarısı, açık yeşil, bej… Yüzünüze ışıltılı bir romantizm katan pastoral makyaj birçok Hollywood yıldızının da gözdesi, öyle ki çoğunu asla kahverengi, bordo ve siyah gibi baskın renkleri kullanırken görmüyoruz. Pastel tonların bir diğer avantajı da romantik, masum ama çekici bir hava vermesinin yanı sıra giydiğiniz hemen her renk ve modeldeki kıyafetle uyum sağlaması. Duru teniyle pastoral makyajın en çok yakıştığı isimlerden Nicole Kidman, Gwyneth Platrow, Charlize Theron, Cate Blanchett ve Michelle Williams makyaj stillerini kolay kolay değiştirmeyen isimlerden birkaçı. Kan kırmızı dudaklar
Hollywood’un altın yıllarında hatta belki sinema tarihinde bile hiçbir sarışın Marilyn Monroe kadar hayranlıkla izlenmedi. Dalgalı, kısa sarı saçları ve her daim kullandığı kırmızı rujuyla katıksız bir seks sembolüydü Monroe, hala da öyle… Kırmızı ruj elbette tek bir kadına mal edilemeyecek kadar ikonik bir simge ama bazı kadınlarla özdeşleştiği de aşikar, tıpkı Scarlett Johansson’da olduğu gibi… Dolce&Gabbana’nın reklam çekimlerinde kırmızı rujunu tanıtan Johansson’dan etkilenip, o ruju almamak mümkün değil.

Dumanlı göz makyajının popüler olduğu andan itibaren gerek Hollywood yıldızları, gerek defileler aracılığıyla moda dünyasının duayenleri bu sofistike güzellik trendine ilgisiz kalamadı. Keira Knightley gibi Kristin Stewart ve Mila Kunis’in aralarında yer aldığı birçok yıldız dumanlı göz makyajıyla kadınların favorisi oldu. Pembe tonlarıyla kullanılan toprak tonları, siyah, gri ve bej tonları dumanlı göz makyajının ana hatlarını oluşturdu. Hal böyle olunca kozmetik firmaları da kontrastların gücünü keşfetti. Göz farı paletleri de doğal olarak bu renklere odaklandı.

Perçem, babet, ve trençkot
At kuyruğu yapılmış perçemli saçlar, siyah elbise, babet ve trençkot denince aklınıza kim geliyor? Elbette Audrey Hepburn… ‘Breakfast at Tiffany’s’ filmindeki kostümüyle sadece sinema dünyası değil, güzellik ve moda dünyasını da etkiledi bu akım. ‘Kramer Kramer’a Karşı’daki haliyle gencecik bir Meryl Streep ve yeni dönemde ‘Kill Bill’in açılışındaki hastane sahnesinde koridorda yürüyen Daryl Hannah, trençkot denince akla gelen diğer yıldızlar.

‘FrIends’ dizisinin ortalığı kasıp kavurduğu 90’lı yıllarda milyonlarca kadın saçlarını JennIfer AnIston gibi kestirdi. ‘Rachel’ karakterinin saçı tüm zamanların en popüler saç modellerinden biri oldu. Bir dönem saçlarıyla kadınlara ilham kaynağı olan yıldızlardan biri de kuşkusuz Meg Ryan’dı. Aynı anda hem sevimli hem de çekici bir kadın olabileceğinizin canlı kanıtı gibiydi. Bu sarı ve kısa saçlar, uzun süre popülerliğini korudu. ‘Charlie’nin Melekleri’ dizisiyle tanıyıp herkesin hayranlıkla izlediği Farrah Fawcett, dışa doğru fönlenmiş, kat kat kesilmiş sarı saçlarıyla tam anlamıyla fenomen oldu. O güne kadar hiç kimse bir Hollywood yıldızını bu kadar benimsememişti… Fawcett’ın saç şekli günümüzde bile hala en sevilen modeller arasında. Şüphesiz yaşayan en büyük sinema dehalarından Roman Polanski’nin 1968 tarihli ‘Rosemary’s Baby (Rosemary’nin Bebeği) filminde yeni evli, hamile bir kadını canlandıran Mia Farrow, kısacık kesilmiş saçlarıyla bir anda gündeme bomba gibi oturdu. Binlerce kadın saçlarını Farrow gibi kestirmek için kuaför salonlarına koştu. Polanski, çekimler sırasında Charles Manson ve çetesinin filmi çekmemesi yolundaki tehditlerine pabuç bırakmadı ama çete, Polanski’nin o dönem hamile olan manken eşini öldürdü. ‘Rosemary’nin Bebeği’ elbette bir başyapıttı, sonunda Polanski’ye bir eş ve doğmamış bir çocuğa mal oldu ama ve Farrow’a beklediği popülerliği kazandırdı.

Kızıl saçlar
Çekici ve baştan çıkaran kızıllar sarışınların en büyük rakipleri oldu her zaman… Belki çoğumuzun zaman zaman denediği ama kalıcı olamadığı kızıl renk bazı kadınlarla öyle özdeşleşti ki onlar, konusu geçince akla ilk gelen isimler oldu. Geçmişte Rita Hayworth, günümüzde ise Christina Hendrix, Julianne Moore, Jessica Chastain ve ‘Desperate Housewife’ dizisiyle adından uzun süre söz ettiren Marcia Cross, kızıl güzelliğin sembolleri arasında sayılıyor.

Masumiyet çağı
Güzel, masum ve el değmemiş kadın figürü 50’li yılların Hollywood sinemasında sıkça kullanıldı. Bu aslında savaş sonrası yaşanan posttravmatik sendromun masumiyet ve güzellik kavramlarıyla aşılmak istenmesinden başka bir şey değildi. Sonraları Monako Prensi III. Reiner ile evlenerek ‘Prenses’ unvanını alacak olan Grace Kelly de bu saf ve masum güzelliğin bir yansımasıydı. Hemen hemen rol aldığı birçok filmde şık, çekici ama soğuk güzel kadını canlandıran Kelly’yi giydirmek için moda dünyası da seferber oldu. Gencecik bir Shakespeare oyuncusuyken sinemaya geçen ve şimdilerde dünyaca ünlü kozmetik devlerinin reklam yüzü olarak da boy gösteren Kate Winslet de sonraları övgüyle karşılanacak ‘Hamlet’ filmindeki Ophelia rolüyle masum güzelliğin sinemaya uyarlanışına bir kez daha hayat verdi.