“Dağhan kahramanım, Siva mucizem”

Yıllardır ekrandan evimize konuk olurken, kısa süre önce çıkardığı ‘Sizin Hiç Maviniz Var mı?’ kitabıyla tam kalbimizin içine giriverdi Özge Uzun! Bu kitaptan sonra onu daha yakından tanımak bizim için görev oldu.

“Dağhan kahramanım, Siva mucizem”

Büyük bir riske girmişsin aslında ikinci doğumla. Dediğin gibi Siva gerçekten mucize! Ona hamile olduğunu öğrendiğinde neler yaşadın?
Başta gebeliği sonlandırmak için bayağı gittim, geldim. O dönemde oğlumun gelişim uzmanı bana çok destek verdi. Zor bir durum tabii... O dönem evliliğimizde problemler vardı, Volkan korkuyordu,
ben korkuyordum. Ama hani derler ya “Görecek günü, yiyecek ekmeği varmış” diye...

Ve bir güneş gibi doğdu evinize!
Evet! Allah’ım bütün evlatları korusun. Onunla bambaşka şeyler yaşıyorum.

“Dağhan kahramanım, Siva mucizem” - Resim : 1

Neleri değiştirdi sende Siva?
Bir kere çok enteresan, daha toleranslı oldum. Daha rahatım, daha özgürlükçü düşünceye sahip bir anneyim. Tam tersi olabilirdim Dağhan’dan dolayı; çok paranoyak bir anne olabilirdim. Kimsenin yaşadığını hor görmem, basit görmem ama gördüm ki çocuklarımızla ilgili ne kadar basit şeylere takılıp kalıyoruz! Bunu görmüş oldum. Hatta bunları anlatırken çocuk hekimi, çok sevdiğim bir dostum
var, bana “Özge, seni çocuk hekimliği bölümüne bir konferansa alalım. Çünkü sen bana anlattıkça, ben işimle ilgili heyecanlanmaya başladım” dedi. Gerçekten öyle. Evet Dağhan bir kahraman; hayatta kalması, ayakta kalması... Ama mucizenin ta kendisi Siva! Mucizenin ta kendisi, gerçekten sağlıklı bir çocuk! Normal, sağlıklı gelişim gösteren bir çocuk. O işten çıkarıldığım gün eve gittim, hakikaten dipteyim... O arada da Siva kabız olmuştu ve tuvaletini yapmaya korkuyordu. Bütün gece kucağımdaydı, mızmızlanıyordu. Normalde çıldırabileceğin bir durum, saatlerce sürdüğü için. O bile bana o kadar keyifli geldi ki! Onun bir şeyleri karıştırması, dökmesi çok güzel. Vallahi umurumda değil başka bir şey!

Abisinin durumunun farkında mı, ilişkileri nasıl?
Farkında. Abisine destek olmaya çalışıyor, dışarıda onun elinden tutmaya çalışıyor. Bazı durumlarda kendini ondan korumayı öğrendi enteresan bir şekilde. Onunla oyun oynamaya çalışıyor, bazen Dağhan’ın sakin olduğu zamanları fark ediyor, gidiyor onun elini tutuyor, öpüyor. O anlar ben eriyorum zaten. İki yaşını bitirdi, Yengeç burcu hanımefendi! Benim en yakın arkadaşım. İyi ki doğmuş!

Nasıl bir gelecek hayal ediyorsun onun için?
İki çocuğumun mutlu olmalarını istiyorum. Bazen Dağhan’ın özel durumundan kaynaklı öyle şeyler yaşıyorum ki, sanki Siva’nın suçu engelli olmamak gibi bir kapıya çıkıyor! Biraz ondan korkuyorum. Yarın, öbür gün “Anne, benim suçum özel olmamak mı?” diye bana sorar mı acaba? Çünkü şöyle bir rahatlığa kapılıyorsun; nasıl olsa büyüyor! Ama öyle değil işte! O yüzden şimdi daha dikkatli davranıyorum. Siva ile farklı şekillerde ve daha çok baş başa vakit geçirmeye çalışıyorum. Aslına bakarsan onun için düşündüğüm gelecek çok belirsiz çünkü beni neyin beklediğini bilmiyorum.

Bütün bu yaşadıkların sırasında bir yardım çığlığı atıyor musun, destek aldığın birisi var mı?
Var, oluyor. Şu anda nefes terapisi alıyorum. O bana çok iyi geliyor. Bu arada bir terapiste gidiyorum. Aslında arkadaşlarımı çok ihmal ettiğimi fark ettim. Kendime karşı çok acımasız olduğumu ve bunu yumuşatmam gerektiğini öğrendim. Çok güzel iki kız grubum var en az 15 günde bir kendimize vakit ayırıyoruz; sinemaya gidiyoruz, evde oturuyoruz... Şunu fark ettim ki; evli de olsan, bekar da, mutlaka kendine ait bir zaman yaratmalısın. Biz Volkan’la birbirimizden bu durumu esirgemişiz, içinde bulunduğumuz durum sebebiyle ve devamlı bir vicdan azabı yaşadığımız için. Yemeğe, eğlenmeye, tatile gitmemişiz! Ayrı olduğumuz şu sürede daha çok konuşuyoruz, bunu birbirimize itiraf ettik.

Üzülmeye fırsatın olmadı yani... Bu aslında iyi bir şey bazen, değil mi?
İyi bir şey tabii ki... Ama sonra dank diye çarpıyor bir anda!

Belki bu gibi durumlarda ağlamak, bağırmak insanın en büyük ihtiyacı. Yapabiliyor musun hiç?
Çok yapamıyorum. Bazen araba kullanırken... Nerede geleceği de belli olmuyor, o kötü oluyor. Ama bu aralar ağlasam iyi olur belki.

Açıkça söylüyorum; ‘Sizin Hiç Maviniz Var mı?’ kitabın çıktığından beri ne kadar merak da etsem, okumamak için direndim. Bu röportaj sebebiyle okudum ve tam tahmin ettiğim gibi tek solukta ve gözlerim yaşlı, boğazım düğüm düğüm bitirdim. Yazma sebebin neydi?
Bilmiyorum! Çok dolmuştum gerçekten. Bir yerden akmaya başladı ve devamı geldi. İyi ki yazmışım. Bu kitap benim kendimle barış imzalamam. Bu kitaptan sonra ben içimdeki Özge’yi daha fazla keşfetmeye başladım. Bu kitaptan önce başıma böyle bir şey gelmiş olsaydı, daha korkak olabilirdim. Ama artık korkmuyorum.

O zaman bu kitap “İyi ki yapmışım” dediğin şeylerden biri oldu...
Kesinlikle. Kendimi çok daha iyi tanıdım, kendimle barış imzaladım, bence birçok kişiye de ilham oldum ve belki olmaya devam ediyorum.

Devamı gelecek mi kitabın?
Evet, yazıyorum. İkinci kitap çıkacak. Bir roman var, bir de yayınevimin istediği, bunun devamı gibi bir başka kitap var; kadınlık hali üstüne... Aynı zamanda ‘Sizin Hiç Maviniz Var mı?’nın İngilizceye çevrilmesi için de çalışıyorum.
“Dağhan kahramanım, Siva mucizem” - Resim : 2


Hala bilmeyenler, haberi olmayanlar için bize dilin döndüğünce Dağhan’ın hastalığının ne olduğunu anlatır mısın?
Artık şöyle tanımlayabiliriz; yine hala bilinmeyen bir sendrom ama yakında Amerika’da yapılan testlerden çıkacak sonuçlarda Dağhan’a teşhis konulabilecek. Ama bir kategoriye koydular Dağhan’ın hastalığını; nörolojik bir sendrom olduğunu söylediler. Hareket kısıtlılığına neden oluyor. Düşündükleri, bu sendromdan kaynaklı anne karnında da hareket edemediği için gelişiminde maalesef anomaliler olduğuve ondan dolayı da fiziksel problemleriyle beraber doğduğu... Birçok fiziksel anomalisi vardı ve doğduktan sonra yaklaşık yedi ameliyat geçirdi Dağhan.

Neleri vardı?
Kalça çıkığı, parmakları yapışıktı, boynunda problem vardı, kalp problemi vardı, eklemleri tersti, kas problemi vardı... Bütün bunlarla ilgili ameliyatlar ve rehabilitasyonlar hala devam ediyor.

Doğumdan sonraki fiziksel rahatsızlıklarında ne kadar ilerleme kaydettiniz?
Ameliyatla birlikte yürümeye başladı ama ellerinde ciddi deformasyon var. Doktorlar yaşı büyüdükçe ellerinde yaralar oluşmasından endişe ediyorlar. Çünkü çok fazla hareket ettiremiyor ellerini. Evet yürüyor şu anda ama mesela 8 yaşında Dağhan, gelişimi 1.5 yaş civarında. Bazı hareketleri 6 yaşında ama özbakımı yok, henüz kendi kendine yemek yiyemiyor. Bunlardan dolayı 1.5 yaşında gibi düşünüyorlar. Amerika’da ilk kez büyük bir nöbet geçirdi; epileptik bir nöbet. Sonra anladık ki aslında Dağhan çok uzun zamandır nöbet geçiriyor ve bu geçirdiği nöbet cinsi, onun beynine hasar veren bir nöbet cinsiymiş. Bu çocuk 3-4 yaşında daha çok kelime kullanıyordu, daha farklı davranıyordu diyordum. Meğer bunların hepsi nöbetten kaynaklanıyormuş. Burada bir türlü tespit edememiştik bunu. Şimdiki hedefimiz epilepsi nöbetini kontrol altına alabilmek ve bundan sonra olacaklara bakmak.

Genetik bir sebep var mıymış?
Benden de, Volkan’dan da kan aldılar. Dağhan’ın sonuçlarına göre bizim kanlarımızı da analiz edecekler. Eğer öyleyse Siva’ya da bir test yapıp, taşıyıcı olup olmadığına bakmak istiyorlar.

Kendi çocuğu için bir risk olup olmadığını görmek için, değil mi?
Evet. Ve doktorlar “Siz Siva için mucize diyorsunuz, gerçekten öyle. Siva eğer erkek olsaydı yüzde 50 Dağhan gibi olabilirdi” diyorlar.

Dağhan’ın doğumundan sonraki ilk süreçte eşini hiçbir şeye karıştırmadığını yazıyorsun kitabında zaten. Bu da çok doğru değil sanırım.
Biz kadınların öyle bir dominantlık problemi var; ben yaparım, ben ederim. Eyvallah yaparım, evet şimdi de yaparım. Sanki yardım istersek kuyruğumuz düşermiş gibi hissediyoruz. Ama ben artık o dik olan kuyruğumu birazcık indirmeye başladım. Artık insanlardan yardım isteyebilmeye başladım yavaş yavaş. Söylerken bile zorlanıyorum ama “Ben bununla başa çıkamıyorum”, “Ben bunu yapamıyorum”, “Bu konuda desteğine ihtiyacım var” durumu...

36 yıldır var olan bir kadını değiştirmek elbette kolay değildir. Çocukluğuna baktığımızda da çok kolay bir dönem olmadığını görüyoruz. Ayrılmış bir anne- baba, babaannenin evinde büyümüş bir kız çocuğu, o evin kuralları; büyüdükçe kendi kararlarını ve hayatını yaşamak için ayak direyen bir genç kız... “İyi ki yapmışım” diyor musun, yoksa “Biraz da teslim olmayı deneseydim” dediğin oluyor mu?
Oluyor. Ama o zaman da ben, ben olmazdım büyük bir ihtimalle!

O günlere geri dönüp baktığında “Yine bugünkü beni isterdim” diyebiliyor musun her şeye rağmen?
(Gülüyor) Bilmiyorum. Siva’nın ve Dağhan’ın elbette annesi olmak isterdim. Annelik çok zor bir şey. Anne olmak demek 7/24 boğazında bir düğümle yaşamak gibi bir şey. Şu anda anne olmamayı tercih eden arkadaşlarımı çok iyi anlıyorum ve onlara büyük saygı duyuyorum. Hoş, olmadığın
bir şeyi özlemezsin... Öyle bir durum var galiba. Şu anda ‘keşke anne olmasaydım’ demem çok zor çünkü tadını biliyorum artık, her şeye rağmen. Ama bazen hakikaten düşünüyorum; “Özge sen istedin bazı şeyleri” diyorum kendi kendime. Değiştirmek istediğim çok şey var hayatımda.

Geçmişi bırakırsak, bundan sonra yapabileceklerine dair ne tutuyor seni?
Hakikaten Allah’ın sevgili kuluyum, kalbim iyi, gerçekten mümkün olduğunca kalbime kötülük sokmamaya çalışıyorum, korkarım kul hakkından. Hayatımda şimdiye kadar aleyhimde gibi görünen çoğu şey lehime döndü benim çok şükür, maşallah. Şu anda tam olarak göremiyorum belki ne olduğunu ama biliyorum ki bu durum da benim aleyhime değil, bundan da öğrenmem gereken bir şeyler var. Amerika’ya gittiğimde dedim ki “Aa, nefes alıyorum!”, bütün maskelerimden, egolarımdan kurtuldum,
salt Özge oldum. Anne oldum orada. İlk defa kendimi bir aile gibi hissettim ve
çok mutlu oldum. O hayatta olmayı çok istedim, döndükten sonra burası bana garip geldi. O günden beri çocukları alıp gitmeyi düşünüyorum. Zaten Dağhan gibi bir çocuğun Türkiye’de konforlu şekilde yaşaması çok zor. Bunu öğrendim Amerika’da. Bu ülkede benim çocuğum için bir gelecek yok.

Eski eşin de seninle olacak mı bu yeni hayatta?
O “Gidelim bir pizzacı açalım birlikte” diyor (gülüyor).

Kağıt üzerinde bitse de, kalpte bitmemiş gibi görünüyor bu ilişki.
Bilmiyorum, bu aralar benimle flört etmeye çalışıyor.

Ne hissediyorsun ona karşı?
Boş değilim (gülüyor)!

Röportaj: Vecihe Sözeri
* Pozitif dergisinden alınmıştır. 


Kitabına çocukluğu, gençlik yılları ve aşklarıyla başlayan Özge Uzun’un ‘asıl mesele’sinden ve hatta satır aralarından çıkarabileceğimiz büyük dersler var. “O büyük bir kahraman” dediği oğlu Dağhan ile yaşadığı mücadelenin daha çok beyninde, yüreğinde ve ruhunda yaşattıklarını bu kitap sayesinde anlıyoruz en başta. “Benim mucizem” diye anlattığı minik kızı Siva ile de umut etmenin, yeniden başlamanın ve hayata dört elle sarılmanın nasıl mümkün olduğunu görüyoruz bir kez daha. Dahası mı? Bir kısmı bu röportajda, kalanı kitabında...

En sondan başlayalım mı? Yaklaşık bir yıldır devam eden TRT’deki programına son verildi. Gerekçe olarak ne gösterildi?
Birebir herhangi bir gerekçe gösterilmedi aslında. Yönetimin kararı. Havada kaldı birazcık. O yüzden ben de sürekli sorgulama içindeyim; bilmeden bir şey mi yaptım acaba diye... Bunun siyasi nedenler yüzünden olduğunu çok fazla düşünmüyorum. Çünkü ben biraz apolitik biriyim. Tabii ki benim de bir siyasi görüşüm, hayat tarzım, inandığım şeyler ya da inanmadığım, ters gelen şeyler var mı? Var. Ben de bu ülkenin vatandaşıyım. Ama gerçekten bunun olabileceğini, böyle olabileceğini düşünmüyordum.

İşten çıkarıldığını ilk öğrendiğinde ne hissettin?
Kırgın mıyım, kızgın mıyım, üzgün müyüm, çok mu öfkeliyim ya da rahatladım mı? Hepsini bir arada yaşıyorum aslında. Biraz umutsuzum. Ama bir taraftan umutluyum, yani biraz karışık bir durum. Sonuçta ben şimdi şunu düşünüyorum; gelecek ay oğlumun tedavisine devam edebilecek miyim? Sıkıntı olacak mı? Benim de baktığım boğazlar var, evler var.

Yarının kaygısını yaşıyorsun yani...
Yaşıyorum tabii... Sonuçta ben işini doğru düzgün yapmaya çalışan ama bir taraftan da günün sonunda evde iki çocuğuna bakmaya çalışan bir kadınım.

Evet, tam da buna gelecektim. Yine yakın zaman önce evliliğin de sonladı. Oğlunuz Dağhan ile geçen zorlu sürecin bu ayrılıkta etkisi var mı? Neden boşandınız?
Aslına bakarsan kötülükler birleştirir diye bir durum var ya; şu an daha çok el ele tutuşuyoruz. Çünkü bunu yaşadıktan sonra benim yanıma ilk gelen ve şu anda bana destek olan tek kişi Volkan. Bir
süre önce Dağhan’ın tedavisi için beraber Amerika’ya da gittik, geldik. Daha farklı anne-baba olmayı öğrendik aslına bakarsan. O da benimle aynı kaderi yaşıyor şu anda; Tivibu’nun içerik direktörüydü Volkan. Ve yakın bir zamanda, bir günde, bir anda, bir kararla işten çıkarıldı.

Ümitsiz olduğun çok belli. Daha önce, hayatının herhangi bir döneminde böyle hissettiğin oldu mu hiç?
Yok, bu sefer farklı. Gerçekten şimdiye kadar ben bundan daha zorlarıyla da sınandım ve belki sınanacağım daha sonrası için. Elbette yolumu bulacağım, onu biliyorum ama geleceğim ve çocuklarımın geleceği için “Şimdi ne olacak?” dediğim nadir zamanlardan bir tanesi. Sıfır noktasında ben öyle ya da böyle, bir şekilde kazanırım. Ne yaparım? Başkent İletişim Fakültesi’nde hocalık yapmaya devam ederim. Daha fazla ders veririm. Bu sezonda benim eğitim ve seminerlerim de başladı. Hatta kısa süre önce Caddebostan Kültür Merkezi’nde bir gösterimiz vardı; Banu Tozluyurt ve Ebru Tuay Üzümcü ile beraber ‘Kadının Adı Var’ diye. Acayip ilgi gördü ve şimdi büyük şirketler eğitim takvimlerine bu gösteriyi de koymak istiyorlar.

Neler konuşuyorsunuz sahnede?
Ebru Tuay Üzümcü psikolojik danışman. Banu Tozluyurt bir yaşam lideri, aynı zamanda yaşam koçu; şirketlere çeşitli motivasyon eğitimleri veren biri. Bir de ben. Aslında çok alakasız gibi görünen üç kadınız ama biz üçümüz çok iyi arkadaşız. Kadın Whatsapp grubu, iki haftada bir yapılan yemekler, kahvaltılar, konuşulan konular... Öyle bir noktaya geldi ve bir gün dedik ki: “Biz bunu daha çok insana duyurmalıyız.” Hep diyoruz ya, dünyayı kadınlar kurtaracak diye... Kadınlar kendi içlerindeki gücün farkında değiller.

Bu gücün ortaya çıkmasına birçok neden var öyle değil mi? Mesela erkekler...
Bence en büyük neden başka kadınlar! Yani bazen işimize gelmiyor, bazen şartlanmışlık ya da öğretilerle kaynaklı olarak bu konuda biz birazcık daha geri planda kalmayı tercih ediyoruz. Ama aslında öyle değil. Çocukları yetiştiren de kadınlar, erkekleri yetiştiren de kadınlar!
O yüzden buradan bakmak gerekiyor. Bu gösteriyi bu yüzden koyduk sahneye. Başka kadınların hayatlarından örnekler, kendi hayatlarımızdan örnekler, çeşitli skeçler üzerinden anlatıyoruz. İnteraktif durumu da var, yani kadınları sahneye aldığımız ve bazı testler yaptığımız bölümler var. Hem komik hem biraz ağlatan... Gelenler bir yandan kahkahalar atarken, bir yandan da ağlayabiliyorlar.

Bu gösteriyle neyi amaçlıyorsun?
Duygu Asena’dan yola çıktık, Duygu Asena ile büyümüş bir nesiliz, ‘Kadının Adı Yok’ ile... Bu sefer ‘Kadının Adı Var’ olsun, varolsun dedik. Kadının o kadar çok adı var ki; dayanışma, cesaret, değişim, bazen ‘hayat sana güzel’, bazen annelik, bazen çaresizlik, bazen vicdan azabı, suçluluk ama inatla ayakta duran! Bir sürü ismi var. Bunlar üzerinden ortaya koyduğumuz minik skeçler ve hikaye anlatımlarıyla dolu bir gösteri.

Peki şu an karşımdaki kadının sıfatları neler?
İlk aklıma gelen; biraz boşlukta olduğu. Ama inadına ayakta. Çünkü biliyorum ki bu karşında oturan kadının kanadı var! Gerçekten benim kanatlarım var, ne kadar düşsem de ben karanlıkta da yürürüm, uçarım, biliyorum, kendimi tanıyorum. Düştüğüm çok zaman var, hatta düşüp orada kalmak istediğim çok anlar var. Ve kaldığım anlar da var! Şu an kendime bunu telkin ediyorum. İster istemez hepimizin farklı egoları var ve evet, çok açıkça söyleyebilirim şu an benim egom biraz yaralandı. Ego her zaman kötü bir şey değil...

Aslında bir bakıma bizi ayakta tutan şey...
Aynen. Evet egom yaralandı, içim yaralandı; içimde, ayakta durmaya çalışan kız çocuğu da biraz yaralandı aslında. Özge eğer şu an çocukları olmasa bugün kesinlikle gitmişti!

Nereye?
Bilmiyorum. Gitmişti ama kaybolmuştu! İşten çıkarıldığım gün arabada boğazım düğüm düğüm, şaşkın, üzgün... Eve gittim, “Annemizi işten çıkarmışlar, hadi ona biraz yardımcı olalım da o otursun, dinlensin” gibi bir durum söz konusu değildi (gülüyor).

Çünkü her şeye rağmen devam etmesi gereken bir şey var...
Dağhan kucağımda zıplamak istiyordu, Siva kucağımdan inmek istemiyordu... Gece yarısına kadar uyumak bilmediler...