Her şeyi tek başıma yaptım

Oyunculuğu, ilişkileri, evliliği, annesinin gözlerinin görmüyor olması, kızının erken doğumu, tedavi süreci, boşanması ve tekrar aşık olması... Evet bunlar çok konuşuldu. Peki ya şu an? Ceyda Düvenci ile biraz kişilik analizi yaptık; biraz hayat tarzı, biraz da yaşadıklarından sonra dönüştüğü kadını konuştuk...

Her şeyi tek başıma yaptım

Peki ona ileride erkeklerle ilgili vereceğiniz en sıkı tüyo ne olur?
Yok, tüyo vermeyeceğim. Çünkü bence her kadın kendi hayatındaki deneyimini kendi yaşar. Herkes kendisine özdür ve özeldir. Ve herkesin karşısına çıkan şanslar ve şanssızlıklar da kendisine özel. O yüzden ben kendi deneyimlerimden aldığım yaraları ona aktarmam, bence bu yapacağım en büyük hata olur. Ki bence bizim hayatımızda ailelerimizin bize yaptığı en büyük hata bu. Örneğin anne, babayla kavga ediyor ve ‘bak gör işte bütün erkekler böyle’ diyor. Çocuk da bunu böyle kodluyor. Sonra karşısına öyle erkekler çıkmaya başlıyor ve diyor ki, bak bütün erkekler böyle. Halbuki bütün erkekler öyle değil, çocuk ailesinden aldığı kodlarla hatayı da genellemeyi öğreniyor. Öyle bir erkek çıkmasa bile sen orayı öyle kodlamışsın ve onu o hale çeviriyorsun. Bu kodlar bence sadece kadın-erkek ilişkisiyle alakalı değil, bence hayatla da ilişkili ve dolayısıyla ben Melisa’ya asla bir kod yüklemiyorum. ‘Rüzgarda kalma üşürsün’, ‘Onu yapma küserim’, ‘Onu yaparsan bunu vereceğim’, böyle cümlelerimiz yok bizim. Yerleşmiş kodları ona aktarmamaya gayret ediyoruz. Elinde sadece bir oyuncak tutması gerektiğini biliyor mesela, önünde bir tane, ardında bir tane gibi bir şey söz konusu değil... Ya da hediyelere boğulmaz. Çevremdekilere de tembihlerim. Ben başka bir kafadan bakıyorum hayata. Kapitalist düzen bize hayatı çok komplikeleştiriyormuş 
gibi geliyor...

Ne tarz kitaplar okumayı seviyorsunuz?
Daha çok psikoloji ağırlıklı kitaplar okumayı seviyorum. Ama bu yoğunlukta son beş aydır kitap okuyamıyorum. Başucumda bir yığın kitap duruyor ama sadece bakıyorum onlara çünkü biliyorum ki ya uyuyakalacağım ya bir gün okuyup beş gün okuyamayacağım... Bu da en çok vicdan azabı çektiğim şeylerden biri.

Bir rahatlama yolu olarak alışverişi tercih eder misiniz? Moda duraklarınız var mı? 
Hiç yok. Beş aydır ayağıma çorap bile almadım herhalde. Çünkü sabah altıda kalk, gece 11’de setten dön, sonra sabah tekrar aynı şey... Zaten giyime ihtiyacınız olmuyor yani. Bir de her gün sabah programında değişik şeyler giymekten, moda için ekstra araştırmalarım olmuyor. Sadece belli bir yaştan sonra şu kararı almıştım; düzgün kıyafetlerim olsun, bir tane olsun ama adam gibi olsun. O dönemde bir modacıdan yardım da almıştım. Bütün dolabımı atmak suretiyle yeni bir dolap yaratmıştık çünkü ben kedili, güllü, allı dallı ne görsem alırdım. Sağ olsun çok yardımcı oldu bana Burçe Bekrek ve bütün dolabımı boşalttı, bana nasıl giyinmem gerektiğini anlattı. Renkli ve desenli şeyleri artık ana giysilerimden ziyade aksesuarlarda kullanmayı seviyorum. Onun dışında almıyorum çok. Hem vakit yok hem konsantrasyonum orada değil açıkçası.

Özellikle takip ettiğiniz tasarımcılar var mı?
Elif Cığızoğlu, Özlem Kaya, Tuvana Büyükçınar yabancılarda ise; Maison Martin Margiela, Isabel Marant, Elie Saab’ın tasarımlarını beğeniyorum. 

“Önümüze gelen kadına çiçek vererek sorunlar çözülmez”
Kadınlar Günü size neler hissettiriyor? Kadına yönelik şiddet, küçük gelinler... Çözümü nasıl mümkün olacak bunların? 
Kadına yönelik şiddet beni inanılmaz rahatsız ediyor, çocuk gelinler zaten başlı başına bir olay. Ve bu durumun çözümü kimde, gerçekten artık bilmiyorum. Çünkü biz de ‘Doktorum’ programında bir kez çocuk gelin konusunu işlemeye kalktık, telefonlarımız kilitlendi... O kadar kendilerini haklı buluyorlar ki, konuştukları şeyler kendilerince o kadar mantıklı ki, eleştiri kesinlikle kabul etmiyorlar. ‘Kız istedi evlendirmese miydik?’ gibi telefonlar aldık ve inanamadık. Buna hiç kimse inanmaz ama onlar inanıyor ve doğru buluyorlar. Zaten en büyük sorun da bu, siz bir şeyin yanlış olduğunu görüyorsunuz, ama o yanlışın içindeki insan o yanlışı doğrusu gibi yaşıyor. Bu durumda sizin yapacak hiçbir şeyiniz kalmıyor. Bir diğer taraftan kadına her anlamda yapılan şiddet çok acı. Sadece 8 Mart’ta gündeme getirerek, önümüze gelen kadına çiçek vererek çözülecek sorun değil bunlar. Bu yüzden yaş aldıkça bu özel günlere karşı sempatimi kaybediyorum ben aslına bakarsanız. Evet bir şeyleri hatırlatma günü ama sen sadece bir gün hatırlayıp geri kalan günlerde serçe parmağını dahi kımıldatmayacaksan, hiç hatırlama daha iyi. En başta kadına şiddetin durdurulması lazım. Şiddet bittiğinde, şiddet görmeyen kadının yetiştirdiği kız çocuğu kendisine yapılmaya kalkışılan bu zulme izin vermeyecek. Ama bastırılmış ve şiddet görmüş kadının büyüttüğü kız çocuğu da bu şiddete mahkumdur zaten, bu bir kısır döngü. Bunun kırılması için asıl bir şeyler yapılması gerekiyor ki, bunun yapılması için çok aydın babaların olması gerekiyor. Bunlar bana çok zor gibi geliyor, çözülmesi çok zor şeyler... Daha radikal şeyler olması gerekli çözümü için. Bunlar maalesef ülkemizin çok büyük gerçekleri.

“Her şey olması gerektiği gibi”
Sizi bu 19 yıllık süre boyunca bir adım öne taşıyan, Ceyda Düvenci yapan bir iş var mıydı ya da bir durum, bir adım?
Birçok virajım oldu... İlk virajım güzellik yarışmasıydı. İkinci virajım Ayşe Barım’la tanışmak ve onunla çalışmaya başlamak oldu; bütün algım, bütün mesleki fikirlerim, oyunculuğa bakışım, hayattaki duruşumu belirtme şeklim değişti. Sonra, oyunculuk yüksek lisansı yapmak ve orada Çetin Sarıkartal gibi kıymetli bir hocayla çalışmak benim için oyunculuk adına önemli bir viraj oldu. En son virajım da ‘Binbir Gece’dir. 

Arap ülkelerinde tanınıyor ve seviliyor olmak oyunculuğunuzu nasıl besliyor?
Keyif alıyorum tabii ki, kendi yaşadığınız ülkenin dışındaki ülkelerde tanınmak, başka dildeki insanların sizi sevmesi, yurt dışına tatile gittiğinizde hiç tanımadığınız yabancı insanların sizinle fotoğraf çektirmek istemesi... Bunlar bir oyuncu için çok kıymetli şeyler. Yaptığınız şeyin kendi ülkeniz dışında bir yerlere ulaşması, orada izleniliyor olmak, fikirlerinize oralarda kıymet veriliyor olmasını ben çok önemsiyorum ve iyi hissediyorum kendimi.

Peki ileride sinema projeleri aracılığıyla Batı’ya yönelmek gibi bir hayaliniz var mı ?
Hayır, bu hiç hayal ettiğim bir şey olmadı, çünkü hayat şartlarım da artık bunu gerçekleştirmeme çok izin vermez. Biraz o konularda realistim açıkçası. Ancak yurt dışından bir ekip gelir, burada film çekiyor olur ve bir cast yapılacaktır,  görüşmeler vardır, tabii ki bunlara giderim, ‘beni seçmezler’ diyerek oturmam yerimde. Ama bunun için yurt dışına gidip, özel görüşmeler yapmak ya da aylarca orada kalmak gibi bir şeye benim hayatım izin vermez. Ülkemdeki konumumdan, mesleki kariyerimin durumundan çok memnunum, olması gerektiği gibi gidiyor her şey benim için, o yüzden bu şekilde devam ettiği sürece benim için bir sorun yok.

Yıllar sonra ‘Doktorum’ programı ile sunuculuğa geri döndünüz. Annelik bir yanda, dizi diğer yanda... Böylesi yoğun bir tempoda koşturuyorken zaten, ne oldu sizi cezbeden?
Doktorum programını çok isteyerek sunmaya başladım. Yazın teklif geldiğinde çok düşünmedim, çünkü çok doğru ve seviyeli bir program olduğuna inanıyordum. Çok doğru bir kanalda, doğru bir programla ve doğru bir ekiple döndüğümü düşünüyorum. Adaptasyonu elbette çok kolay olmadı. Her sabah altıda kalkmak, aynı anda dizi çekimlerine yetişmek bir yanda da kızıma yetişmek biraz halsiz kalmama sebep oldu. Program ortağım çok kıymetli bir doktor, Murat artık bütün sağlığımla ilgili her şeyden sorumlu.

Peki bu koşturmacada mı bu kadar kilo verdiniz?
Doğumdan sonra pilates ve düzenli beslenerek dietisyen desteğiyle bugüne kadar 25 kilo verdim. Tabii set, program temposu da eklenince vücudum dirençsiz kaldı. Kilo vermek biliyorsunuz belli vitaminleri de götürüyor insanın vücudundan, dolayısıyla garip bir şekilde en fazla hasta olduğum dönem oldu bu dönem. Ancak hala beslenmeme ve mümkün olduğunda boş vaktim de pilatese vakit ayırmaya çalışıyorum. 

Böyle bir programı sununca, hastalık hastasına bağlamıyor mu insan?
Aslında büyük bir avantaj, ama tabii ne kadar bilirsen o kadar kötü durumu var; hiç bilmediğiniz hastalıklarla tanışıyorsunuz, bilmediğiniz sebepler öğreniyorsunuz hastalıklara ilgili ve sağlığın ne kadar büyük bir mucize olduğunu ve hasta olmanın ne denli kaçınılmaz bir son olduğunu anlıyorsunuz; hele ki büyük bir şehirde yaşıyorsanız... Bizim programımızın içinde sağlıkla ilgili doğal çözüm önerileri de var, doğal yoldan tedavi de benim için çok önemli. 

Bir yandan da, herkesin yaşaması gereken bir tecrübe olan Dialogue in the Dark projesi için çalışıyorsunuz... 
Evet Türkiye gönüllü elçisiyim. Şu anda Gayrettepe Metro İstasyonu’nda ‘Karanlıkta Diyalog’ deneyimini yaşayabiliyorsunuz. Böylece, görme engelli olan insanların, görenlerin sahip olmadığı birçok özelliğe sahip olduğunu fark ediyorsunuz. Görme engeli olan insanların hayatlarının bizden ne kadar farklı olduğunu ve onlara ihtiyacımız olduğunu burada hissedebiliyorsunuz.Evet kesinlikle herkes bu deneyimi yaşamalı diye düşünüyorum. 

Peki komik ve eğlenceli biri misiniz? Hangover tarzı filmler izleyip, Leman, Penguen okumak  eğlendirir mi sizi? 
Ben gerçekten karışığım. Evimde oturup kitap okumayı, sabaha kadar bir dizi izlemeyi -yabancı dizileri- ya da aynı şekilde arka arkaya film izlemeyi çok severim. Kız kıza dışarı çıkmayı da, tek başıma tatili de severim... Yanımda erkek arkadaşım varsa, onunla eğlenmeyi de severim. Sadece bir kadeh şarap içip oturmayı da severim. Yani hiçbir şeye sonsuz bağımlı değilim hatta hepsinden olursa güzel bir çeşni olur diye düşünüyorum.

Şu anda kariyerinizde ve hayatınızda, aklınızda kalan ‘şunu da yapsam iyi olurdu!’ dediğiniz bir şey var mı?
Di’li geçmiş zaman konuşmak için çok erken. Evet bu piyasada 19 yılım doldu ama sonuçta baktığınız zaman 30’lu yaşlarımdayım hala... Bir sürü şey yapma şansım var. Genel olarak baktığımda, daha çok sinema filminin içinde yer almak isterim. Bunun da daha zamanı var bence.

Annelikle birlikte başkalaşım yaşayan kadınlardan mısınız?
Annelik başka bir şey benim için evet, ama Ceyda olarak çok değişmedim. Aksine kendime daha çok bakmaya başladım. Çünkü ben var oldukça Melisa’ya yetebilirim ve yarayabilirim; akıl sağlığım, beden sağlığım iyi olduğu sürece bir anne olarak doğru durabilirim. Ama kendime ayırdığım zaman, işe gitmek istediğim zaman hiçbiri değişmedi. Biliyorum ki, o da bir birey ben de bir bireyim ve ben yaşadığım sürece ona ihtiyacı olduğu yerlerde var olmakla yükümlüyüm. Kendim için doğurmadım Melisa’yı, o hayatını güzel, keyifli, istediği gibi yaşasın isterim. ‘Eve kapanayım, saçımı süpürge edeyim, fedakarlık yapayım’ noktası bende pek yok. Olabildiğince onunla kaliteli vakit geçirip kalan zamanı kendime ayırıyorum. Babasıyla olduğu bir günde ise, o günün öncesine veya sonrasına bir gün ekleyerek, kendime ait bir zaman dilimi yaratmayı tercih ederim örneğin.

Boşanma döneminde kızınıza kolaylık sağlamak için özel bir şeyler yaptınız mı?
Biz boşanırken Melisa henüz çok küçüktü, onun için ekstra bir şey yapmamıza gerek olmadı.

Ona bu hayatta fikir olarak bırakmak istediğiniz ne var? 
Geçen gün Instagram’a bir yazı koydum; bir kitabın arkasında gördüm ve acayip beğendim, aslında benim Melisa’ya bırakmak istediğim anlamlardan biri bu: ‘Gözlerinin şekli, burnunun uzunluğu, dudaklarının kıvrımı… Tüm bunlar bana seninle alakalı hiçbir şey anlatmaz, sana da benim hakkımda. Gerçekten konuşan ve dünyada iz bırakan sadece eylemlerdir.’ Gerçekten benim için hayatın özü bu. Dış görüntü değil önemli olan. Giydiğin hiç önemli değil; sadece tavrın, bir konu hakkındaki duruşun, insana verdiğin kıymeti gösterme şeklin, yani benim için önemli olan bu. 

Dibe vurduğunuz zamanlarda nasıl tekrar yüzeye çıkıyorsunuz?
Bana iyi gelen dostlarım var. Öncelikle bir süre yalnız kalırım, kendimi izole ederim. Çünkü insanları dertlerimle boğmayı sevmem. Pozitif paylaşımcılık yanlısıyım. Ama birkaç tane öz dostum vardır, onlarla dertleşirim ve onların akılları, sözleri aklımı açmaya yardımcı olur. Ve tabii ki psikoloğumla birlikte yol alırım öyle durumlarda genelde.
Çok sıkıldığınızda, nefes almak istediğinizde yolunuzu çevirdiğiniz kaçış duraklarınız var mı? 
Olmaz mı! Anneannem iki sene önce vefat edene kadar onun yanıydı, hep Pınarhisar’a giderdim. Son zamanlarda da çok arıyorum onu, çok gitmek istiyorum, ama maalesef olmuyor artık. Londra’ya gitmeyi seviyorum tek başıma; orada müzikal izlemek, sokaklarda yürümek, parkta durup dinlenmek, kitap okumak, tüm bunlar bana çok iyi geliyor ve genelde de yalnız gitmeyi seviyorum. Onun dışında, ben genel olarak gitmeyi seviyorum. Şimdi yapmam çok mümkün olmuyor ama program başlamadan önce iki gün boşum mu var, sırt çantamı alıp havaalanına giderdim... Çantamın içine bir iPod, bir kitap, bir defter, bir eşofman atıp -fazlasına gerek yok- üzerimde de bir kot bir tişört olur, bakardım havaalanında neresi var ilk uçak diye. Çok seviyorum böyle yaşamayı.

Röportaj: Filiz Şeref 
Fotoğraf: Murat Sargın
 
Kendinizle en çok hangi konuda gurur duyuyorsunuz?
Her şeyi tek başıma yaptım, galiba en çok bununla gurur duyuyorum. 
19 yıldır gerçekten hiç kimseye eyvallahım olmadan, hiç kimseye bağımlı olmadan yaptım her şeyi. Alnımın teriyle, yokluğu da yaşayarak varlığı da yaşayarak... Güçlü olduğum için, ayakta durabildiğim için, kendime ve hayatıma sahip çıkabildiğim için ve sıfırdan yaratabildiğim için kendimle gurur duyuyorum.

Peki kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Şanslı, şanssız, umutlu, hırslı...
Bu öyle tek kelimeyle özetlenecek bir şey değil galiba. Dedim ya, güçlüyüm... Hayatın kötü anlarından ya da başıma gelmiş talihsizliklerden güçlü çıkmayı başarabilmiş bir kadınım. Yılmamayı tercih ediyorum hayatta. Evet üzüldüğümde çok üzülürüm, kahrolurum. ‘Dimdik dururum, ağlamam, üzülmem’ gibi kuralları olan bir kadın değilim. Sevindiğimde de çok sevinirim. Aslına bakarsanız duygularımın hakkını fazlasıyla vererek yaşarım. Konu ne olursa olsun kendi üstüme düşeni yaptığımdan emin olmak isterim. Sonuç ne olursa olsun her anlamda mücadeleciyim.