"Ruhumdaki asi sese kalsa şarkıcı olurdum"

Sahnede, özgürlüğün müzik olduğuna inanan ve derinlerdeki asi ruhu tamamen serbest bıraktığında bir rock şarkıcısına dönüşen Gülse Birsel var.


Yazı: Ece Üremez
Fotoğraf: Cem Talu

Otoriteyle sorunu olduğunu ve kimseden talimat almayı sevmediğini itiraf eden bir kadının içinde gizli kalan aykırı yanıyla yüzleşmesi başlıyor.

İstanbul’un kalbinin en hızlı ve en sesli çarptığı yerde, Beyoğlu’nun tam ortasında bir barda bekliyoruz. Çekim hikayemizin başrolünde bu kez, kendisini görmeye alışık olduğumuzdan çok başka bir halet-i ruhiye içinde karşımıza çıkmaya hazırlanan Gülse Birsel var. Kendisiyle yüzleşmeyi kabul etmesi için bir ay önce kapısını çaldığımızda hem kendisine hem hayata dair üç bölümlük mizah yazılarından oluşacak yeni kitabı için çalışmaların son hız devam ettiğini görmüş, pek mutlu olmuştuk. “Hayata karşı heyecanım hiç azalmıyor” diyen Gülse ile karakterinin derinlerine indiğimiz sürenin sonunda, ruhunun gizli kalmış tarafının asilik olduğunu itiraf etmişti. Kendisini arada ziyaret ettiğini söyleyen bu karakteri esas onun kelimelerinden tanımak gerek çünkü isyankarlıktan değil bildiğini okumaktan kelam ediyor; “Otoriteyle problemi olan, kimseden talimat almayan, kafasına göre yaşamak isteyen, disiplin sevmeyen, sabah yatıp öğleden sonra kalkan, göründüğünden daha sorumsuz biri.” Eh, ilk izlenim önemli derler, sizce de aykırı bir karakter değil mi? Peki, Gülse bu yönünü bastırmayı nasıl başarıyordu? “Çok bastıramıyorum, kendisinden biraz tırsıyorum. Ama kontrolü de ona bırakmamak lazım, bıraksam iş güç yapmam, toplantılara gitmem, hatta evde değil dışarıda yaşarım. Bildiğiniz Gülse’den daha sorumsuz, tembel, aslında kuaföre gitmeyi bile sevmeyen dağınık, yarını pek düşünmeyen biri.” Kendi bildiğinin peşinden gitmeyi küçük yaşta ilke edinen, hayal gücünün sonsuzluğunda dilediği zaman kaybolma özgürlüğüne sahip olan bir kadının hangi durumlarda ruhunda böyle bir değişiklik meydana geldiğini merak ediyorum. “İçimdeki asi ses ara ara coşuyor. Aslında kişiliğimin bir parçası olduğu için zaman zaman çıkarıp havalandırmak lazım. Yoksa ben de mutlu olamam. Mümkün olan her fırsatta kendi haline bırakıyorum kendisini! Yaz tatillerinde, işin gücün yoğun olmadığı ender günlerde hayatımı hakimiyeti altına alıyor. Bir de bazı özelliklerini, yazdığım karakterlere yükleyip ferahlıyorum. Biliyorum, çünkü o serseri kaçta kalkar, gece ne yapar, tatile sırt çantasıyla mı gider, üç günlüğüne gittiği yerde telefonunu kapatıp bir ay mı kalır, tanıyorum. Biliyorum malımı!” Zaman zaman hepimizin içinde yükselen ama çoğumuzun ya duymaya cesaret edemediği ya da susturmayı tercih ettiği bu sesin aslında nefes almak demek olduğunu çoktan keşfeden Gülse, kendine dair analizine şu sözlerle devam ediyor; “İyi ki bankacı filan olmadım. Bir noktada dayanamayıp devrim yapar, beni uykumda boğup yerime geçerdi. O zaman da sorumluluğun olmadığı başka bir işle, ancak karnımı doyuracak kadar para kazanmaya başlar, daha dağınık ve sağlıksız yaşardım. Yazarlık ve oyunculuk o deliye arada çıkıp gönlünce yaşayıp tekrar kafesine girme imkanı verdi. Zamanımı, enerjimi özgürce kullanabiliyorum. Canım isterse sabah dokuza kadar oturup o saatte yatabiliyorum. ‘1-2 ay gazete yazısı dışında çalışmayacağım’ diyebiliyorum.” Yine de bu hissiyatın belli zaman dilimlerinde yoğun çalışma ve fazla disiplin gerektiren yazarlık ile bir çatışma içinde olduğu bir gerçek. Belli ki Gülse kendisiyle baş etmenin de bir yolunu bulmuş; “Aslında tüm asiliğine rağmen bana anlayışlı davranıyor. Aşırı disiplin ve sürekli masa başı çalışma isteyen dönemlerde somurtuk bir bakışla uzaktan seyrediyor. Arada mızmızlanınca bir gece dışarı çıkartıp gezdirerek oyalıyorum. Saf biri. Kanıyor da! Zaten oyunculuk yaptığım zamanlarda memnun. Ama ona bıraksam beş notalık sesimle şarkıcı olmamı isterdi.” Bu sözlerle kıvılcımın kaynağını bize göstermiş olan Gülse’yi daha iyi çözümlemek adına zamanda geriye gidiyor ve asi ruhunu alevlendiren şarkı söyleme isteğini içinde ilk ne zaman hissettiğini soruyorum; “İlkokulda kariyer planım buydu! İşin içini bilmeyenler için şarkıcılık uzaktan çok özgür, rahat bir meslek gibi görünüyor ya. Kafana göre giyin, geç kalk, geceleri çalış, çık şarkı söyle, eğlen, üzerine para al. Değil tabii. Ama rock müzik uzaktan bakınca böyle bir hayat gibi görünüyor. Çocukluğumdan beri özendiğim iştir şarkıcılık. Bir noktada şan dersi de aldım. Pek tahmin ettiğim kadar eğlenceli çıkmadı! Ben sanıyorum ki sevdiğim şarkıları bağıra bağıra söyleyeceğim. Neyse ki şan hocası ‘Kulağın harika ama vasat bir sesin var, yine de söyleyebiliyorsun’ filan dedi. Şan dersleri işe de yaradı. Birkaç ay sonra bir müzikal film teklifi geldi ve ‘7 Kocalı Hürmüz’de şarkı söyledim. Acayip zevkliydi.” 

“OTORİTE SEVMİYORUM ÇÜNKÜ KREATİF İNSANIN MÜDÜRÜ OLMAZ”
Çocukluğu boyunca problemli olmayan, ama başına buyruk sayılabilecek bir tip olan Gülse, dışa dönüklüğü ve çenesinin bir an olsun kapanmayışıyla dikkatleri her daim üzerinde topluyormuş. Keza her akşam evinin salonunda ailesi için sergilediği playback ya da canlı sahne gösterileri, kendi kendine aldığı video ve ses kayıtları bu gerçeğin en keyifli ibareleri. Her ne kadar ergenlikle beraber sakinlik ve içe kapanma dönemine girdiyse de o süreç fazla uzun sürmemiş. Zaman geçip büyüdükçe hayalcilik, burnunun dikine gitmek, iyimserlik ve neşe ona dair değişmeyenler olarak kalmış. Bir de geç yatıp geç kalkma alışkanlığı içindeki asi sesin cüretkar yansıması olarak halen devam ediyormuş. Hal böyle olunca, ‘Asi Gülse Birsel nelerle mücadele eder ya da kimlerin sesi olmak ister?’ diye soruyorum hemen ama beklenenin dışında bir yanıt alıyorum; “Benim isyankar tarafım bir dava adına değil. Gayet bencilce. Otorite sevmiyorum. Neyi nasıl yapmam gerektiğinin hiyerarşik olarak söylenmesini sevmiyorum. Arkadaş sohbetinde dinliyorum ancak. Mesela kanal yöneticisi veya yapımcıysan ve bana senaryo yazdırmamak istiyorsan, ‘Senaryo ne zaman bitiyor, çabuk ol, ben bir okuyayım da 1-2 düzeltme istersek hemen yaparsın’ filan de, ben derhal arazi olurum. Senaryo öyle bir şey değil, bir hayal. Ben hayalimi en iyi en detaylı şekilde, dekorunu bile çizerek sana oku diye veriyorum. Beğenmediğin yer varsa seyirci veya arkadaş olarak, ‘Şurası bana hitap etmedi’ de. Kreatif insanın müdürü olmaz. Onu rahatlatıp, can sıkıcı formaliteden kurtaran yöneticiler olur. Onun için kanallarla anlaşırken ilk şartım ‘Senaryoda özgürlük’tür! Dakikasını söyle yeter. Başka türlü yazamam.” Bir anda fark ediyorum özgürlük onun iç dünyasının anahtarı aslında. Gülse’nin kapısını aralamak istiyorsanız önce özgürlüğüne elinizi dahi sürmeyeceğinize ikna etmeniz gerekiyor. Müzik de tam bu nedenle hayatında önemli bir yere sahip, zira müzik demek onun jargonunda özgürlük demek. “İşte, müzisyenlerin o özgürlüğü cazip geliyor. Müziğin neyinin hesabını kime vereceksin ki? Bir de yaşam tarzınla ilgili bir ön kabul, senin genele uymaman konusunda bir tolerans da var. Oh. Aynı siyah kotu her gün giymek filan da fikir olarak nefis geliyor. Geçen gün Model grubundan Can Temiz’e, ‘Benim partim sizin mesleğiniz, ama benim mesleğim sizin partiniz asla değil, hatta en sıkıcı gününüz olabilir’ dedim. Bu haksızlık! Hiçbir müzisyen bilgisayar karşısında mecburi 40 sayfa yazdığı bir gün geçirmek istemez. Oysa ben haftada beş gün filan deri pantolonumu giyip, sahneye çıkıp şarkı söylemek isterdim.” 

“İÇİMDEKİ ROCKÇIYA KALSA OTELDE YAŞARIM!” 
Bu açıklamaları yaparken yüzünde muzır bir gülümsemeyle uzaklara dalıyor. Hayal dünyasına döndüğü belli oluyor, ben de bu anı kaçırmıyor ve eğer bir rock yıldızı olsaydı nasıl bir hayatı olurdu tasvir etmesini istiyorum; “Bir kere ev sorumluluğu sevmiyorum. Süt mü bitti, temizlik mi var, ne yemek yapıldı, ampul mu patladı, yazlıkları kaldır kışlıkları koy, hiç sevmiyorum böyle şeyleri. İçimdeki rockçıya kalsa otelde yaşarım. Çok plan ve büyük bavullar yapmadan hızlı karar verip seyahate çıkmayı çok isterim. Bir de en özendiğim, çete halinde dolaşıyorlar ya... Çünkü sonuçta bir müzik grubu ve ekip beraber seyahat ediyor. Klan gibi yaşıyorlar ve beraber eğleniyorlar. Sorun şu ki, karakterinizin her yönüne fizyolojiniz ayak uyduramıyor. Zor uyuyan biriyim ve öyle arkadaş evinin kanepesinde filan geceyi geçiremem. Bazı alanlarda konfor arıyorum. Bu da spontane olmayı zorluyor.” Peki, neydi öyleyse şarkı söylemeyi onun nezdinde bu denli cazip kılan? “Çok eğleniyorum bir kere. Farkında olmadan gözümü filan kapatıyorum. Şarkı söylemeyi seven ve enstrüman çalan arkadaşlarım var, ayda 1-2 kere toplanıp hep birlikte şarkı söyleyerek bitirdiğimiz gecelerimiz oluyor. Bir kısmı oyuncu, bir kısmı müzisyen. Eşlik etmeyi de seviyorum, gecenin sonuysa ve herkesin tahammül sınırı birkaç içkiyle genişlemişse, solo yaptığım da oluyor!” O böyle konuşurken her birinizin aklından aynı şeyin geçtiğini tahmin ediyorum, imzasını attığı her işle başarıyı yakalayan Gülse, neden içindeki asi sese kulak verip şarkı söyleme arzusunun peşinden gitmedi? Yanıtı kendisinden dinliyoruz; “Sesim az efendim. Şan hocamın söylediği gibi, oldukça vasat bir solist olurdum. Bir de kalemim iyi. Bir işi çok rahat ve hızlı yapıyorsan, sonuç da buna rağmen beğeniliyorsa, o işi meslek olarak yapacaksın. Elbette bu derece renkli ve bir o kadar şaşırtıcı karakterinin içinde saklı olan müzik zevkinin tek bir çeşitle tanımlanmasını kimse bekleyemezdi. Benim müzik zevkim eklektik dediğimiz türden. Rock da seviyorum caz da, Karadeniz türküleri de dinlediğim oluyor. Snob biri gibi görünmek istemem ama yeni Türk popunun bir kısmına tahammül edemiyorum o kadar. Eli yüzü düzgününü yapanlar da var, ama az.” Son olarak ondan bir rock şarkıcısı olarak hayranlarının karşısına geçmesini ve iletmek istediği mesajı şimdi söylemesini istiyorum; “Burnunuzun dikine gidin! Bireyselliğin zirve yaptığı bir dönemde erişkinliğe geçtim ben. Belki de bundan. Bilgi al, oku, dinle, ama kendi aklın yetiyorsa başkasınınkinin peşinden gitme.”