Kadın başına yollarda

Yalnız başına yollara düşen bir kadını neler bekliyor?

Kadın başına yollarda

Yazı:Özge Altınok Lokmanhekim

İlk kez 11 yaşında yalnız başıma seyahat ettim. İstanbul’dan ortaokullar basketbol turnuvası sebebiyle Samsun’a gitmiştim uçakla. Sonra 15 yaşımda Londra’ya gittim, İngilizce yaz kursuna. Hayatımdaki erkekten, arkadaşlarımdan bağımsız, yalnız gezmeyi seviyorum. Yalnız seyahat etmenin zevkini anlayan kadınların da bundan vazgeçeceğini sanmam. Yalnız seyahatlerimde düşünmeye, planlar yapmaya, şehri istediğim gibi ve istediğim zaman keşfetmeye fırsat bulduğumdan hep yeni fikirlerle, yeni projelerle dönerim yolculuklardan. Yalnız yaptığım seyahatleri seyahatperest.com isimli blog’umda okuyabilirsiniz. Kadın olarak yalnız seyahat etmenin elbette zorlukları da var. ‘8 Mart Kadınlar Günü’ sebebiyle tek başına seyahat etmeyi başaran farklı sektörde çalışan kadınlara sordum bu sefer, kadın olarak, tek başına gezebilmek nasıl diye. Maceralarını, gezi notlarını, korkularını, endişelerini, tavsiyelerini ve en önemlisi hikayelerini paylaştılar benimle. 

Seyahatlerimde gittiğim yere özgü otantik parçalar alırım. Yemek merakımdan dolayı yerel restoranları muhakkak denemeye çalışırım.  Yemek, bir kültürü tanımanın en önemli parçasıdır. En çok satın aldığım şey ise kitap. Bavulumu rahat hareket edebilmek için küçük tutmaya, hatta son zamanlarda sadece el valiziyle bile gezmeye başladığımı söyleyebilirim. 
Bir başka önemli tavsiyem ise benim sürekli yaptığım gibi, seyahat öncesi küçük ilaç kutusu hazırlamanız. Yazın sıcak aylarda seyahat etmiyorsam genelde her yere yürürüm. Vaktim çok kısıtlı ise metro 
ya da taksi tercihim olur. Yürümenin en güzel keşif olduğuna inanırım. Aniden önüme çok ilginç yerlerin çıktığını çok kez deneyimlemişimdir. Yalnız seyahat korkulacak bir şey değil, aksine müthiş bir keşif ve insanın kendini daha iyi tanıması diye düşünüyorum. Her çıkılan yolculuk bir sonrakini tetikliyor. Gezdiğim yerlerde hep küçük notlar alıyor, sonra bu notlarımı geziyorum.net sitesinde paylaşıyorum. Ne de olsa söz uçar, yazı kalır. Öyle değil mi? 

* Bence bir kadının tek başına en mutlu olacağı şehir; Londra! Hiçbir yere uğramadan sadece yürümek bile güzel… 

Miray Uçar
Blogger/27 yaşında
mirayucar.com

Kendini ait hissettiğin yerler vardır. Evin, yatağın, kitap okuduğun koltuk, annenin kucağı, sevgilinin boynu… Ben bugüne kadar kendimi hep şehirlere ait hissettim. Gittiğim her şehirle bağlanma kaygım olmadan flörtleştim… Belki de tam da bu yüzden gittiğim her şehirle bir haftalık kısa maceralar yaşamam. İlk kez Amsterdam’da nehir kenarında, tek kişilik kahvaltımı ördeklerle paylaşırken keşfettim yalnız gezmenin verdiği özgürlüğü. Gençtim, yalnızdım, ister sabahlara kadar dans eder, istersem yeni tanıştığım birinin evinin yolunu tutar, istersem bir bankta elimde sandviç güneşin doğuşunu izlerdim.
Şu ana kadar çoğunlukla Avrupa şehirlerini gezdim. Sadece bir kez Atina’da yolumu kaybedip beni huzursuz eden bir sokağa yanlışlıkla girdiğimde, sokaktan ana caddeye çıkana kadar ciddi bir stres yaşadım. Aynı stresi bir kez de Dubai’de merkeze uzak köhne bir mahallede özel ürünler satan bir dükkan ararken yaşadığımı hatırlıyorum. Mahalle, evler ve insanlar biraz ürkütücüydü ancak benim unuttuğum bir şey vardı. Burada yaşayanlar Dubai’de çalışan yabancılardı ve oradaki yasalar gereği göz göze gelsek bile şikayette bulunmam halinde şehir dışı edilme riskleri vardı. Suç oranının da çok düşük olduğunu düşünürsek gerginliğim yersizdi. Yalnız gezilerde başa gelebilecek en kötü şey hastalanmak. 2012’de Amsterdam’da yediğim bir yemek mideme dokundu, 16 saat kadar odada midemin düzelmesini bekleyerek geçirdim. Kabus gibiydi, kendimi çaresiz hissetmiştim, otelin doktoruna da ulaşamamış, ne bir şey yiyebilmiş, ne de bir ilaç alacak takati bulabilmiştim kendimde. Türkiye’ye döneceğim gün kendimi biraz iyi hissedip eczaneye koştum. Kötü bir anı. Yalnız olunca, fotoğraflarda hiç ben olmuyorum, ancak birilerine rica etmem gerekiyor ya da kendi kendimi çekmem... Sonuç olarak kadın ve yalnız bir gezgin olarak gezilerin güvenli geçmesi önemli.
Haziran’da Berlin’e yine yalnız gideceğim. Şu ana kadar hep tek başıma otellerde kaldım ancak bu gezim için Berlin’de şehir merkezinde paylaşımlı odalı bir hostelde kalacağım. Endişelerim var, uyurken cüzdanımı, fotoğraf makinemi, cep telefonumu ne yapacağım? Ancak artık pek çok hostelde kilitli kasalar, dolaplar var. Evet, evet gece yatmadan önce hepsini kilitli kasaya koyacağım. Bir de bazı takıntılarım var, paylaşımlı oda olacağı için horlayan, kokan, gürültü yapan, uykumu, huzurumu bozan olacak mıdır acaba diye düşünmüyor değilim. Bakalım bunu da yaşayarak göreceğim... 

* Bence bir kadının tek başına en mutlu olacağı şehir; Paris! Başka söze gerek yok… 

Eğer bir günlüğüne gidiyorsanız ve hele ki seyahat iş içinse (yurt dışı da olabilir fark etmez) mutlaka uçak içine alabileceğiniz büyüklükte bavul olmalı yanınızda. Tecrübeme dayanarak bavulunuzu yanınızdan ayırmayın, derim. Aklıma bir zirve takibi için İran’a gitmem geliyor. 2004 yılında, her gazeteden temsilcilerin yer aldığı iki günlük uluslararası toplantı için gittim İran’a. Üşengeçlik, bavulu uçağa vermeme sebep oldu. Oysa ki, Türkiye’yi temsil edenler, diplomatlar, bakan korumaları hepsi uçaktaydı ve kaos yaşanabileceği çok ortadaydı. Ve sonuç kaçınılmaz oldu. Bavulum başka diyarlarda gezdi bensiz. Neyse ki, yanımda taşıdığım el çantam iki gün beni idare edebildi. Yolculuklarda büyük çanta taşırım her zaman. İçinde mutlaka seyahat boyu hijyenik malzemelerim (diş fırçası, macun, lens, lens suyu, yüz kremi, el kremi, deodorant, sabun, ıslak mendil gibi), makyaj malzemelerim (rimel, siyah kalem, göz altı kapatıcısı, ruj), not defteri, kalem, ayna, şal, yağmurluk ve cep telefonu şarjı bulunur. Hiçbir zaman para ve mücevherleri uçağa verilecek bavula yerleştirmem. Televizyon programım için Barselona’ya, Barçalı ünlü futbolcu Gerard Pique ile röportaja gittiğimde yine toplam 24 saatim vardı. Türkiye’ye dönüp başka çekimlerimi yetiştirmek zorundaydım. Ve yine küçük bavulumla yollardaydım. Ama bu defa röportajda giyeceğim elbiseyi ütületecek vakit bile yoktu. El bagajımın yanında kılıf da olacağına göre, seçimimi ütü istemeyen siyah bir elbiseden yana yaptım. İnanın hayat kurtarıyor. Avustralya ve Singapur’a gidişimde ise dolaşacak vaktim biraz daha fazlaydı ama yine de rotam belliydi. Sidney’de şehir içi hızlı turdan sonra marinada balık hali ve kaliteli restoranlar gezilmeyi bekliyor. Singapur’da ise bir anda yağabilecek Muson yağmuruna karşı şemsiye, sıcağa dayanabilmeniz için küçük el vantilatörleri işe yarayabilir. Yasak olduğu için asla sakız çiğnememeniz, yolda elinde torbayla çorba taşıyan yerel halkın fotoğraflarını çekmeye kalkmamanız gerekiyor. 

* Bence bir kadının tek başına en mutlu olacağı şehir; Paris… 

Cunda, Assos ve Kazdağları çok sevdiğim yerler. Cunda’da Otel Sobe ve Deniz Restaurant’ı, Kazdağları’nda ise Zeytinbağı Otel ve Erhan Şeker’in muhteşem lezzetli yemeklerini tavsiye ederim. Kavala ve Viyana yalnız şekilde keşfettiğim iki şehir. Tayland ise kız arkadaşımla beraber 20 günümüzü geçirdiğimiz harika bir deneyimdi. Masaj ve spa’larda, yerel alışveriş dükkanlarında ve çay evlerinde uzun zaman geçirebilmek, antikacıları keşfetmek, büyük yerel pazarları dolaşmak, gece yemeklerinden sonra gece pazarlarında uzun yürüyüşler yapmak kız kıza o kadar keyifli ki... Zaman az bile geldi!

* Bence bir kadının tek başına en mutlu olacağı şehir; nereye gitmek istiyorsa orasıdır. Benim en mutlu olduğum yerse Bozcaada! Bana kalırsa bütün adalar dişil özellikler taşır. Bozcaada, içine girdiginiz andan itibaren sizi sarar. Güven verici ve rahattır. Yurt dışındaki favorimse Chang-Mai. Mistik, yalnız, ürkek, asi, coşkulu, enerjik, sakin... Ne istiyorsanız ona dönüşebilir. Bir kadının ruhundaki bütün hallere verecek bir cevabı var.

Ceren Akdağ  
Gazeteci&Televizyoncu/34 yaşında 
Twitter: @cerennakdag

Kim sevmez seyahat etmeyi, sürekli yeni yerler keşfetmeyi? İş nedeniyle yıllardır dünyanın dört bir yanına gittim diyebilirim. Bazı geziler de uçuş beş saat sürdü, orada kalış ise 24 saati geçmedi. Çünkü Ankara’da diplomasi gazeteciliği yaptığım dönemde gittiğimiz ülkede mutlaka ya toplantı ya eğitim ya da araştırma için bulundum. Tabii koşuşturma arasında hem etraf hızlıca nasıl dolaşılır hem de işinizi nasıl çabuk bitirirsiniz öğrendim. Mutlaka gittiğim şehirde otelin yerini önceden öğrenirim. Oraya yakın yerel mağazaları, baharatçıları, müzeleri not ederim. Hatta açık oldukları günlere, otele veya işimin olduğu mekana yakınlığa göre rota çizerim. Kendi yerel tatlarının olduğu restoranları da araştırıp, otele gittiğimde sorarım. Bu noktada eğer tek başınıza tüm bu yerlere gidecekseniz mutlaka hangi ulaşım araçlarını kullanacağınızı öğrenmeniz gerekiyor. Çünkü eğer gittiğiniz yerde grev varsa tüm demiryolları veya otobüsler iş bırakmışsa veya taksiler yoldan müşteri almıyorsa ve siz de bunu bilmiyorsanız, karanlıkta yürümek zorunda kalabilirsiniz! Ve bu oldukça tehlikeli! Bu nedenle gittiğiniz şehirle ilgili gündemde ne var bilgisini mutlaka öğrenmek gerekiyor.
Sonra hep yalnız gezdim. Amsterdam, Paris, Prag,  Milano, Berlin, Nice, Marsilya, Malta, Venedik, Londra ve sıklıkla Barselona derken Avrupa’nın çoğunu kendi kendime arşınladım. Bu aralar aklımda Cape Town var. Tabii yine yalnız. Çünkü tanımadığın bir ülkenin insanlarını anlamanın en iyi yolu onlardan biri olmak. Bir gün yalnız seyahat ederseniz lokal bir barda özgürlüğünüze sarılarak dans edin. Çünkü hayatın neresinde olduğunuz, ne yaşadığınız, ne yaşayacağınız hepsi hikaye. Tek gerçek yaşadığınız o an.
* Bence bir kadının tek başına en mutlu olacağı şehir; Paris… Hayaller kurduran sonrasında da hep hayal edilen şehir… 







Bir fotoğraf klasörüne daha bakmaya başladım bilgisayarımda, Irak’a gittiğim 2013 Mart ayı. Sokakların kalabalık fotoğrafları arasında kendimi göremedim elbette yine. Klasördeki son fotoğraf dönüş yolculuğumdandı, otobüste dokuz saat sınırda beklemiştim. 8 Mart Kadınlar Günü’mdü ve otobüsteki tek kadın yolcu olduğum için sınırdaki askerler huysuzluk yaparak Havva’dan intikam alır gibi beni soğuk havada bekletmişti. Elimde yine Rimbaud şiirleri vardı. Kitap bile üşümüştü diyeceğim ama siz çok melankolik bulursunuz diye bu son cümlemden vazgeçiyorum an itibarıyla. Son on yılımı neredeyse otuz farklı şehrin anısıyla doldurmuştum. Yolculuk yapamadığım dönemlerde tıbbi bir terimin psikolojik anlamıyla kendimi kabız olmuş gibi hissediyorum. Yabancı bir sokakta elimde kahve ve kameram ile yalnız başıma yürümezsem -tıbbi terimi boş verin- direkt nefessiz kalıyorum. Bunları anlatırken bir yandan hala fotoğrafımı düşünüyorum, birkaç yıl önce Hazal, Özge, Aysu, Eril ve Kerimcan ile bol türbülansla gittiğimiz ve aşık olup asfalta oturup ‘beni burada bırakın ben burada mutluyum’ dediğim şehir Beyrut’ta Rock of Raouché önünde bir şipşakçıya çektirdiğim polaroid fotoğrafımı yazıya eklesem ‘yalnız yolculuk fotoğrafı’ kategorisine girer mi acaba?

* Bence bir kadının tek başına en mutlu olacağı şehir; Paris! Çünkü Paris bizim kadar asil.

Dilan Bozyel 
Fotoğraf Sanatçısı/28 yaşında
dilanbozyel.com

Bir fotoğrafımı bulmam gerekiyordu, yolculuklarımdan. Bütün harici disklerimi, baskı arşivlerimi taradım. Yok. Pes etmedim, Facebook fotoğraf albümlerimi inceledim. Yok. ‘Eternal Sunshine of Spotless Mind’ filmini izlediğimde beynim böyle zorlanmıştı sanki, hatırladığım kadarıyla. Bütün yolculuk anılarım beynimde, gözümün önünde, hatta gezdiğim ülkelerin kokuları bile geliyordu hatırladıkça -mesela Suriye’de sokaklardaki ağır koku, Paris’te mezarlıktaki nemli toprak kokusu ya da Londra’daki boğucu ama tadı nedensizce hep damağımda olan metro kokusu- ama bir tane bile fotoğrafım yoktu yolculuklarımdan. Nasıl kaptırdıysam kendimi ‘selfie’ bile çekmemişim onca şehirde.
Konuşulan dili hiç anlamadığım Mısır’da İskenderiye’de durduğunda Kahire’den kalkan otobüs, ‘ben burayı rüyamda görmüştüm sanki’ yazdığım bir Rimbaud kitap sayfasının bile fotoğrafını çekmiştim. Kitap çalışma masamın kilitli çekmecesinde duruyordu, ani bir hareketle çekmeceyi açtım. Kitabın içinden bir fotoğrafım çıkar umuduyla. Boşunaydı.
Arapça hayranlığımın gökyüzüne çarptığı o gün, Suriye’de bulduğum bir dövmecide vücuduma Arapça dövme yaptırırken canımın acıdığını hatırladım. Bir yeri çatlamış bir aynaya bakıyordum, kendimi ve dövmeciyi izliyordum. Underground bir Arap müzik grubunun bas gitarla darbukanın karıştığı müziği çalıyordu. Duvarda Arapça yazan şiirler kare kare gözümün önündeydi. Sonra birden beynim ani bir paralel geçiş ile Los Angeles’da arkadaşlarım Supper Club’da dubstep müzik eşliğinde dans ederken benim sigara molası bahanesiyle caddelerde dolaşıp, bulduğum en ayık dövmeciye yaptırdığım bir köşesi eğri üçgen dövmeme atlayıverdi. Koluma baktım. Bir fotoğrafım olmalıydı.
Türkan Çim Işık 
Restoran Sahibi&Aşçı/42 yaşında
lodosbozcaada.net

Yalnız yaptığım ilk tatil gençlik yıllarımda (1990) kendimi bir otobüse atıp bir dergide muhteşem fotoğraflarını gördüğüm Zonguldak Akçakoca’ya gitmemdir. O zaman turistik işletmesi neredeyse hiç olmayan bu şirin kasabada bir aile yanında konaklamış, ailenin daveti ile yerel bir düğüne gitmiş, yeni insanlar tanımış, farklı yemekler yemiş ve şahane üç gün geçirmiştim. Bu güzel anım beni yalnız tatil konusunda hep motive etti. Çift olmak, sevdiğiniz bir insanla yeni keşifler, maceralar peşinde olmak duygusu bu alışkanlığımı zamanla yerini iyi de bir seyahat partneri olan eşim Nejat ile birlikte yapmaya bıraksa da zaman zaman o da ben de yalnız tatil yapmayı seviyoruz.
Yalnız tatil yapmayı; işim gereği çarşı, pazar dolaşarak ne yeniyor, ne pişiriliyor bakmayı, yerel insanlarla daha kolay iletişim kurmayı ve özgürlük duygumu pekiştirdiği için seviyorum. Aynı zamanda kendi keyiflerimle, kendime özel bir dinlenme zamanı bulmanın hazzını yaşıyorum. Kitaplarıma, defterime, sokaklara ve insan gözlemlemeye zaman ayırmanın en güzel yöntemi bence.
Yalnız seyahatlerde iki konu önemlidir benim için; işim dolayısıyla genelde sonbahar-kış tatili yaptığımdan merkezi ve güzel bir otel bulmak ve yanıma alacağım şehri anlatan ya da o şehirde doğmuş yazarların kitapları. Kitaplar bana o şehri büyülü hale getiriyor.
Sedef Tok 
Araştırmacı&Serbest Yazar/35 yaşında
geziyorum.net 

Seyahat etme aşkı çok küçük yaşlarda beni sardı. Hatırladığım en güzel anlar babamın bana yapacağımız yolculukları harita üzerinde gösterip anlatmasıydı. İlk yalnız seyahatimi 12 yaşındayken İngiltere’ye yaptım. Müthiş heyecanlanmıştım. Bugün gibi hatırlıyorum. Sonra aradan yıllar geçti ve üniversite hayatıyla beraber yalnız yapılan seyahatler ve gerçek yurt dışı deneyimi başladı. 
Tarih ve sanat merakım olduğu için elimde rehber kitaplar ve seyahatnamelerden alıntılar eşliğinde hep dolaştım durdum. Başka ülkelere gidemediğim zamanlar yaşadığım şehri keşfettim ve anladım ki ben yalnız gezmeyi seviyorum! Bunun en önemli nedenlerinden biri, tek başıma zamanı dilediğim şekilde kullanabiliyor olmam. Belki de fazla özgür ruhluyum ve başkalarına bağımlı olmayı sevmiyorum. 
Bazen bir kafede saatler geçirebiliyor, bazense sokaklarda avare bir şekilde dolaşıp kendimle mutlu oluyorum. Seyahatlerimden önce dersimi iyi çalışıyor ve gezeceğim yerleri önceden mutlaka belirliyorum. Araştırmalarımda arkadaşlarım, internet, rehber kitaplar ve kütüphaneler bana ışık tutuyor. Gittiğim yerlerde şehrin yerlilerinin bilgilerinden de faydalanıyorum. 
Uçak yolculuklarında tanıştığım bazı insanlar bana çok şans ve fayda getirdi. Yanımda hep not defterim ve kalemim hazırdır. Yalnız başına gezmenin bu zamana kadar bir zorluğunu görmedim. Hava karardıktan sonra parklara girmemeye çalışırım ve belli bir saatten sonra toplu taşıma kullanmak yerine taksiye binerim. Akşamları konser ve tiyatro gibi yerlere gider, çıkışta otelime dönerim. Seçtiğim otel genelde şehir merkezine yakın olur. Yanımda her daim harita, acil kimlik bilgilerimin olduğu bir kağıt ve alerjik olduğum ilaçlar yazar. 
İrem Özer
İletişim Danışmanı/37 yaşında
www.kuyruksuzucurtma.com 

Yalnız geziler, kendimi en özgür, kuş kadar hafif hissettiğim gezilerim. Çünkü sadece kendi isteğim, hayallerim, içgüdülerim doğrultusunda, rüzgarın beni attığı sokaklarda, sadece kendi zevklerim ve kendi planıma göre gezme şansı yakalamış oluyorum. Tabii bu kadar pozitif etkinin yanında beni sıkıntıya sokan, düşündüren veya zaman zaman endişelendiren yönleri de olmuyor değil.
Tek başına bir kadın olarak seyahat ettiğimde, şehir dışında, banliyöde harika bir otel bulduğumda, manzarasını ya da odasını beğensem de rezervasyon yapamıyorum. Çünkü eğer şehirden geç dönmem gerekirse güvenli olup olmayacağını düşünürüm. Şehirde yabancı olarak da hırsızlık veya daha tehlikeli olaylar aklıma gelir ve bu sebeple her zaman daha basit, belki o basitliğe rağmen daha pahalı bir otelde kalmam gerekebilir. Ayrıca iki kişi olarak konakladığımda ücreti bölüşürken, bütçe biraz artıyor.