Kış rüyası İsviçre! Başınızı döndürecek bir tatile hazır mısınız?

İsviçre'yi nasıl bilirsiniz? Saatleri, baştan çıkarıyor… Çikolataları ve kayak turizmiyle ön plana çıkıyor… Aslında İsviçre, dört mevsim, bundan çok daha fazlasını vadediyor, her kantonda bambaşka renkler, lezzetler sizi bekliyor.

Kış rüyası İsviçre! Başınızı döndürecek bir tatile hazır mısınız?

İsviçre bir tatilden alınabilecek en yüksek verimi size yaşatabilecek ülkelerden biri... Doğası, gölleri, dağları ile tam bir turizm ülkesi. Peki, İsviçre'ye giderseniz nereleri gezmelisiniz? Siz yorulmayın, biz sizin için tatil planınızı hazırladık bile...

ADIM ADIM İSVİÇRE'NİN KALBİNE DOĞRU

Ertesi gün sabah erkenden Combi Flexi biletimizle Lozan'a giden ilk trene atlıyoruz; bu kombine biletler sayesinde bir hafta içinde dilediğinizce trene binip bir yandan da fiyat avantajlarından yararlanmanız mümkün. Trenden indiğimiz an buranın daha farklı, daha dingin bir havası olduğunu fark ediyoruz. Bütün günü burada geçireceğimiz için bavulları garda kilitleyip şehri keşfe çıkıyoruz. Çok güzel bir parkla başlıyoruz turumuza; Parc Mon-Repos. Lozan'daki parklar arasında en görkemli olanı bu. Neo-gotik ve neo-klasik yapıların ve anıtların yer aldığı bu parkın ortasında yer alan villada bir dönem Voltaire de yaşamış. Parkın taraçasında birdenbire silüet halinde dumanlı dağlar selamlıyor bizi. Biz de bir selam çakıp devam ediyoruz. Şehrin en dikkat çekici yapılarından biri de Belle Epoque dönemden miras kırmızı tenteli, ultra şık Palais de Lausanne Oteli. Place St.Francois, Rue du Bourg'daki daracık alışveriş sokakları, Art Deco tarzı binalar, Notre Dame Katedrali Lozan'da görülmeye değer noktalar arasında yer alıyor.

ÖNCE CENEVRE...

İsviçre’de güzellik keşfimize Cenevre'den başladık. Burada ilk olarak Fransız havasını içimize çekiyoruz doya doya. Otelimize yerleşme işini hallettikten sonra da kendimizi hemen  dışarı atıyoruz. Karşımıza çıkan ilk manzara Leman Gölü. Ördekler ve kazlar ve bolca yeşil… Şahene bir manzara... Bu dakikadan sonra İsviçre’de bizi neyin beklediğini daha iyi anlıyoruz. Bizi sarıp sarmalayacak dinginliğin ilk işareti bu tabloya benzeyen manzara. Bize bu hissi veren ne peki? Etrafımızdaki şık binalar, şık insanlar, akşamüstü saatlerini göl çevresinde yürüyüş yaparak, bisiklete binerek geçiren İsviçreliler tabii ki... Göl kıyısından yürüyerek İngiliz Bahçeleri'ne (Jardin Anglais) ve bahçedeki ünlü çiçekli saate geliyoruz. Meşhur Jet d'Eau da burada. Burası akşam ışıklandırıldığında tam seyirlik oluyor.

cenevre

ŞEHİR HAYATI

Rue du Marché, Rue de Rive en popüler alışveriş caddeleri; etrafta çeşit çeşit çikolatacılar, pastaneler, kafeler ve restoranlar var. Bu şehirde kışın bile hayat tüm hızıyla sokaklarda akmaya devam ediyor. Küçük alışveriş turu ve kahve molasının ardından rotamızı Old Town'a çeviriyoruz. Arnavut kaldırımlı sokakları, güzel tasarımcı mağazaları ve nefis çatı katları olan evleri bizi hemen etkisi altına alıyor. Şehir surlarının bulunduğu noktadaki park ve parkın görkemli ağaclarının sarı-turuncuya boyanmış yaprakları görsel bir şölen sunuyor. Şehir silüeti ve dağlarsa arka fonu süslüyor.

İSVİÇRE'DE DAĞ HAVASI

Montrö sonrası biraz da dağ havası almak üzere Rochers de Naye trenine atlıyoruz. İsviçre Alpleri’ndeki 2042 metre yüksekliğindeki bu dağa çıkarken gördüğümüz coşkulu yeşil tonlarına az rastlanır bu hayatta. Rüya gibi bir manzara, binbir tonda ağaçlar… Kışı, insanın aklını başından alacak güzellikte karşılıyor burası. Dağın zirvesine doğru çıkmaya devam ediyoruz. Yol boyunca kırmızı panjurlu evler, güneşlenme köşeleriyle şirin şirin terasları bu soğuk havada içimizi ısıtıyor. Bizi asıl kalbimizden vuransa dumanlı dağ manzarasına karşı oturmuş, açıkhavada fondü keyfi yapan çiftin görüntüsüydü… İşte İsviçre romantizmi böyle bir şey…

Kış rüyası İsviçre! Başınızı döndürecek bir tatile hazır mısınız? - Resim : 2

Dağdan indikten sonra yolculuğumuza, İsviçre'nin kalbine doğru devam ediyoruz. Interlaken'e doğru yol alıyoruz. Yine trene atlayıp (bu kez tavana kadar cam kaplı panoramik bir trenle) pitoresk minyatür kasabalardan geçe geçe, orman yolundan ilerliyoruz. Yol boyu birbirinden güzel chalet'lere hayran olmamak mümkün değil. Böylece İsviçre'nin Almanca konuşulan kantonlarından birine de giriş yapmış oluyoruz. Interlaken genel olarak dağcıların tercih ettiği bir kasaba. Biz de tabii ki Avrupa'nın Zirvesi olarak adlandırılan bu dağı keşfedeceğiz hazır buralara kadar gelmişken. Mutlaka siz de yapmalısınız! 4158 metre yüksekliğindeki Jungfrauhoch'a bizi çıkaran trenin son durduğu istasyon, Avrupa'nın en yüksek noktasındaki tren istasyonu.

Kış rüyası İsviçre! Başınızı döndürecek bir tatile hazır mısınız? - Resim : 3

Zirveye ulaştığınızda bir anda kışın en soğuk yüzüyle karşılaşıyorsunuz. Bizim yaptığımız gibi bu geçişi alıştıra alıştıra yapmak isterseniz siz de, tepede yer alan buzdan yapılma heykeller galerisini gezebilirsiniz öncelikle (Eispalais).

isviçre

Tepede havanın mis, manzaranın nefes kesici olduğunu söylememe bilmem gerek var mı? Ayaklarınızın altında; doğuda Almanya-Kara Ormanlar, batıda Fransa ve güneyde İtalya uzanıyor. Dinginlik, beyaz huzur ve uzansanız elinizi değdirebileceğiniz kadar size yakın sonsuz mavi gökyüzü... Bu arada zirvedeyken dağları tepeleri balonla gezmek de mümkün; bizim gördüğümüz balonun üstünde şu sözler yazılıydı: 'Zirveye çıkınca kuşların cıvıltısının nedenini çok daha iyi anlayacaksınız!' Doğru söze ne denir! Akşam için Interlaken'e geri dönüp çeşit çeşit restorandan birini seçiyoruz. Hepsi birbirine yakın lezzetler sunuyor. Restaurant Chalet’de kendimizi İsviçre'nin yerel mutfağının tipik örnekleri olan raklete, fondüye ve yemeğimize eşlik eden Tirollere özgü yodel şarkılarına teslim ediyoruz.

OUCHY'İ GÖRMELİSİNİZ!

Lozan’dan sonra metrobüse atlayıp biraz da Ouchy'i gezmek üzere yola çıkıyoruz. Lozan'a iki kilometre uzaklıktaki bu güzeller güzeli sahil kasabası hayatın aktığı, cıvıl cıvıl sokakların insanı enerjiyle doldurduğu bir yer. Ouchy'nin harika göl manzarasına nazır restoranlarında ya da kafelerinde biraz keyif yapmak herkese iyi geliyor.

Ouchy

Günün sonunda yola devam etmek üzere bir kez daha tren garındayız. Bu kez istikamet Montrö. Akşam saatlerinde kalacak otel ararken şansımız yaver gidiyor ve eşsiz güzellikteki Hotel Splendid'e yerleşiyoruz (www.hotel-splendid.ch); akşam manzarası ayrı, sabah manzarası ayrı güzel bu sanat kokan otelin. Şehrin son derece merkezi bir noktasında oduğunu da söylemeden geçmeyelim. Bir gün olur da meşhur Fransız filminden ilhamla 'Dünyanın Bütün Sabahları' diye bir sıralama yapacak olursam kendim için; bizi unutulmaz bir Montrö sabahına uyandıran Splendid sıralamamda en üst sıralarda yer alacak.

İSVİÇRE RİVİERASI'NIN MÜCEVHERİ: MONTRÖ

Kahvaltı sonrası sıra Montrö'yü keşfe çıkıyoruz: Montrö, meşhur Freddie Mercury'nin de ikinci evi sayılırmış; anısına dikilen heykeli gelen geçenleri selamlıyor karakteristik Mercury duruşuyla. Montrö'de muhakkak görülmesi gereken yerlerin başında Château de Chillon geliyor. Savoy prensleri icin 11’inci yüzyılda inşa edilen bu görkemli ve gizemli şato çok etkileyici, avlularıyla, göl manzarasıyla (Leman Gölü), insanı anında büyülüyor ve kendine çekiyor.

Château de Chillon

ROMANTİK MAGGIORE GÖLÜ

Ertesi gün yakınlardaki iki kasabayı keşfe çıkıyoruz bu kez de. Ver elini Locarno ve Ascona... Bu ülkenin dört bir yanındaki demiryolu ağı inanılmaz konforlu bir yolculuk vadediyor. Güneş; tepeleri yalayarak mahmur bir edayla uykusundan uyanan kasabaya ışıldayan yüzünü gösterirken Ascona'ya iniyoruz önce. Hava taptaze, doğa ve kasaba ve insanlar daha yeni uyanıyor; kıvrılarak inen yolun sonunda bizi karşılayan bu sıradışı güzellikteki huzur dolu manzara karşısında büyüleniyoruz. işte Maggiore Gölü tüm ihtişamıyla karşımızda.

maggiore gölü

Bu manzara ruhumuzu doyururken bir yandan da karnımızı doyurmak için göl kıyısındaki Ristorante Seven'a oturuyoruz; bütün gezimiz boyunca karşılaştığımız en sıradışı, en etkileyici restoranın burası olduğunu söyleyebilirim. Hem şık, elegan hem de her daim romantik. Barışı sembolize eden kırmızılı heykel, iskelede balık tutan küçük çocuk, kulağımıza çalınan müzik…  İskeleye gidip oturuyorum ben de kış soğuğuna aldırmadan! Bu kadar büyüleyici bir köşeyi keşfettiğim için şükrediyorum…

VEDA...

Öğlen saatlerinde Locarno'ya döndüğümüzde önce sahilde bir tur atıyoruz, sonra gezimizi tamamlamadan önceki son öğlen yemeğimizde bölgeye özel göl balığı ve şarapların tadına varıyoruz doya doya ve böylece hem gözü hem mideyi hem de ruhumuzu doyuran gezimizin sonuna geliyoruz. Sürprizlerle dolu bir mücevher kutusunu andıran İsviçre anlattıklarımıdan çok daha fazlasını vedediyor aslında…  

ZARİF VE ROMANTİK İSVİÇRE GÖLLERİ

Ertesi gün ülkedeki demiryolları hatlarının tam kesişim noktasında yer alan Luzern'e doğru erkenden yola çıkıyoruz. Burası günü geçirmek için ideal. Luzern Gölü'ne nazır bu zarif şehir çiçeklerle bezeli tahta köprüleri, Old Town'daki dar sokakları, şık mağazaları ve dinlendirici göl manzaralarıyla insanın pilini yeniden şarj ediyor. Gölde yaptığımız harika tekne turu sayesinde hem şehri hem de civardaki kasabaları keşfediyoruz bir çırpıda. Sonbahar bütün endamıyla salınıyor yine burada. Ağaçların dallarındaki kurumuş yapraklar döne döne yere düşüyordu usulca, sanki harika bir film setinden kareler gibi.

BİRAZ DA İTALYA...

Buralara kadar gelmişken biraz da italyan havası almak gerek… Yola koyuluyoruz yine. Lugano bakalım ne güzellikler sunmak için bekliyor bizi. Mis gibi karanfil- tarçın kokan yokuştan inerek otelimizi buluyoruz. Yollarda sıra sıra manolya ağaçları, erguvanlar selam duruyor bize; bir de ilkbaharda ağaçlarda tomurcuklar göz kırparken gelmek lazım bence buralara... Sabah Lugano Gölü manzarasına uyanıyoruz ve kahvaltı sonrasında çıkıyoruz dışarıya, hayatın ritmiyle akmak için sokaklarda.

Lugano gölü

Hayatın hafif temposu, insanların rahatlığı, havanın tazeliği buram buram İtalyan etkisi hissediliyor daha ilk anda. Önce tekneye atlayıp Gandria'ya gidiyoruz nefes kesici göl manzarasının içinden geçerek, bir yandan geçerken bir yandan da o gölün, dağların ve tepelerin bir parçası olarak... İtalya bir taş atımlık mesafede buradan. Gandria'nın Arnavut kaldırımı sokaklarına, 1-2 küçük dükkana ve kafelerine vuruluyoruz. Bu manzaraya karşı bir fincan cappucino içmek paha biçilmez bir keyif. Geri dönünce sokaklarını, cıvıl cıvıl piazzalarını keşfediyoruz Lugano'nun; şehrin ucundaki kocaman parkta bir akşamüstü molası vermeyi de ihmal etmiyoruz tabii.

BU İÇERİKLER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR