27 yaşında, meme kanseri olduğunuzu öğrenseniz...

Bu, henüz 27 yaşında meme kanserini yenen, ona verilen ikinci şansa sıkı sıkı sarılan bir kadının hikayesi.

27 yaşında, meme kanseri olduğunuzu öğrenseniz...

Yazı: Gülru İncu

Hepimizin derinlerde gizlenen, aklımıza getirmezsek silinip yok olacağına inandığımız korkuları, her şeyin her zaman kusursuz yürüyeceğine dair sarsılmaz bir inancı var. Oysa biz günlük hayatın gelgitleriyle uğraşırken hayat bambaşka sürprizler hazırlıyor bize. Belki de biz, hayatın getirileri, koşturmacası, anlamsız hırsları, ego tatminleri, varoluş sancılarıyla boğuşurken ve aslında bunları yaparken ruhumuzu nasıl da kirlettiğimizi fark edemezken, doğanın, dahası evrimin bir işleyişidir bu süreç ve içinde yaşadığımız huzurlu, mutlu tablonun bir anda elimizden hoyratça alınıvermesi… En yalın haliyle korkularımızla yüz yüze geldiğimiz anlar vardır ya, İlknur Seymen, hayatın yeri gelince insanı nasıl yerle bir edeceğini henüz 27 yaşında öğrenmiş bir kadın. Onunki hayatı yeniden kucaklamanın ve sendeledikten sonra yeniden ayakları üzerinde durabilmenin hikayesi…

VE KÖTÜ BİR SÜRPRİZ
2012 yılının nisan ayında fark ettiği bir bezeyle başlamış yaşadığı uzun ve sancılı süreç. Yaklaşık bir yıl, yaşının genç oluşu, ailesinde meme kanseri olmaması gibi sebepler bu olasılığın göz ardı edilmesine neden olmuş ve ne yazık ki yanlış doktor seçimleriyle teşhis konulamadan üçüncü evreye kadar ilerlemiş meme kanseri. “Hastalığı öğrenme ve anlama evresi; gerçekten anlatılması ve yaşanması çok zor bir süreçti. Ne yapacağınıza karar verene kadar şimdiye kadar hiç bilmediğiniz bir yanınızla karşılaşıyorsunuz. Bu aşamada çevrenizdeki insanların tutumu, sakinliği, sevgisi ve sabrı çok önemli” diyor sürecin başlangıcını anlatırken.


BU HASTALIK BÜYÜK BİR DERS, BİR UYANIŞTI
Bu ıstıraplı sürecin ardından soğukkanlı davranıp, eldeki bütün imkanları kullanarak kendisini iyi hissettiren, güvenebileceği doktoru buluyor sonunda ve evet, başarılı bir ameliyat geçirerek memesini kaybetmeme şansını yakalıyor İlknur Seymen. İnsanoğlu karşılaştığı ilk şokun ardından her zorluğa, yaşanan her kötü olaya kendini alıştırıp ondan bir ders çıkarma, dibe battıktan sonra önlenemez bir refleksle su yüzeyine çıkma eğilimindedir ya, İlknur Seymen de
bu süreçte kendine her zamankinden daha iyi davranmayı, iyi bakmayı ve pozitif olmayı öğrenmiş. “Çünkü başımıza gelen her şeyin iyi bir sebebi olduğuna inanıyorum. Bu hastalık benim için çok büyük bir mesaj, çok büyük bir ders ve bir uyanıştı” diyor. 
Modern çağ tıbbın nimetlerinden yararlanmayı öngörse de, akıl ve çağdaş düşünce bizi bu doğrultuda düşünmeye itse de Seymen bu noktada tercih hakkını kullanmayı göze almış. Ameliyattan sonra yoğun bir tedavi süreci planlanmış ama ‘hastalık’, ‘hastane’ ve ‘doktor’ kelimeleri giderek daha da ürkütücü bir hal almaya başlamış onun için. Bu yolun kendisini bedenen ve ruhen çok yıpratacağına, iyi gelmeyeceğine inanmış ve alternatif yolları araştırmaya karar vermiş. Sonuç son derece sevindirici; şans bu kez tutmuş ellerinden, kendine yakın hissettiği, iyi geleceğine inandığı yollar sağlığına kavuşturmuş onu. Kemoterapi, radyoterapi ve hormon tedavisini tamamen reddetmiş ve hiç ilaç kullanmamış. Sağlıklı beslenmiş, gezmiş, spor yapmış, sosyal hayatını maksimum seviyede yaşamış... Şimdi meditasyon yapıyor, aile dizimine baktırıyor, reiki yaptırıyor ve nefes terapisi seanslarına katılıyor.


ARTIK KENDİME KARŞI DAHA DUYARLIYIM
Hastalıkla yüz yüze gelen insanlara öncelikle hastalığın nedenini bulmalarını öneriyor İlknur Seymen. Bunu ortadan kaldırmanın da ve hastalığı bir düşman gibi görmemenin de en önemli nokta olduğunun altını çiziyor. “Hayatımızdaki her şey gibi hastalık da bir süreç, bir nedeni var ve siz onu anladığınızda, mesajı aldığınızda misyonunu tamamlayıp hayatınızdan çıkacak. Güçlü olmak ve aldığınız tedavinin iyi geleceğine inanmak gerekli. Olabildiğince hayatın içinde ve aktif olmak ilaç niteliğinde” diyor ve ekliyor: “Yaşadığım bu deneyim beni gerçekten eğitti. Artık kendime karşı çok duyarlıyım, bedenimde hissettiğim her şeyi önemsiyorum ve iyileştirmeye yöneliyorum. Ertelemiyorum. İstemediğim hiçbir şey yapmıyorum, istediğim şeylere ulaşmak için de eskisinden daha çok çabalıyorum, çünkü hayatın kısa olduğunu da biliyorum. Kendimi daha çok seviyorum ve başıma gelen her şeyi eskisinden daha çok saygıyla karşılıyorum.”


ERTELEME, KENDİNE İNAN VE HAYATA GEÇİR!
Yaşam felsefesini pozitif olmak üzerine kurmuş. Hayatın kendisine sunduğu her şeyle uyum içinde, farkındalıkları gelişmiş, pozitif yaklaşımları benimseyen, öğrenmeye açık, olduğu gibi kabul edebilen, değişime önce kendinden başlayan ve tüm bunları içten bir inançla yapabilme duruşunu benimsemiş bir kadın olmak, hayat mottosu olmuş. Kişisel gelişimini tamamlamış, bütüne katkıda bulunan, doğaya saygılı, okuyan ve bilgisini paylaşan kişilere ilgi ve saygı duyuyor. Hayattan öğrendiği en büyük ders; hiçbir şeyi ertelememek, inanmak ve hayata geçirmek için her şeyi yapmak… Duş alıp, sıcak bir bitki çayı içerken güne dair hiçbir şey düşünmeden çiçeklerine bakım yapmak, Fethiye Kabak Koyu’nda meditasyon yapmak, kitap okumak, fotoğraf çekmek, uzun yürüyüşler, plansız geziler, ailesiyle ve arkadaşlarıyla zaman geçirmek en çok keyif aldığı şeyler. Kuşlarından, çiçeklerinden, yastığından, kitaplarından ve defterlerinden asla vazgeçmiyor. Eşiyle beraber şehrin gürültüsünden uzaklaşmak istediği zamanlar doğayla baş başa kalmak için Sapanca ve Abant’ı tercih ediyor. Hayattaki vazgeçilmezleri de ailesi, dostları ve tabii ki eşi. 


HAYATTA ALDIĞIM EN ÖNEMLİ TAVSİYE; KENDİMİ SEVMEYİ UNUTMAMAM GEREKTİĞİ
Hayatının dönüm noktası; yaşadığı ve aştığı kanser deneyimi olmuş İlknur Seymen için. Bu süreç ona çok şey öğretmiş. Bunun yanı sıra eşinin hayatına girişini de hayatındaki en önemli dönüm noktalarından biri olarak görüyor. Seymen, şimdilerde yaklaşık 10 yıldır biriktirdiği notlarını hikayeleştirdiği bir kitap hazırlıyor. Aynı zamanda fotoğraf sanatçısı olan eşiyle beraber çalışıyor. En büyük ideali kitabını tamamlayıp raflarda görmek. İhtiyacı olan insanlara yardımcı olabilmek için Psiko-Kinesiyoloji veya Aile Dizimi konusunda uzmanlaşmak istiyor. Sahip olduğu bilgileri geliştirmeyi, isteyen herkesle paylaşmayı ve öldükten sonra arkasında iyi izler bırakmış olmayı hedefliyor. Yaşadığı en büyük korkuysa; kendisine olan sorumluluklarını yerine getirememek, kendine olan saygısını ve güvenini yitirmek. “Tüm korkuların ego ürünü olduğunu biliyorum ve elimden geldiği kadar üzerlerine gidip aşmaya çalışıyorum. Aslında korkmak için kendime izin vermiyorum artık. Hayata dair yaşadığım en büyük korku da insanların birbirlerine göstermesi gereken saygıyı ve hoşgörüyü kaybettiğini görmek ve belki de en korkuncu cehalet. Hayatta aldığım en büyük tavsiye ise kendimi sevmeyi unutmamam gerektiği” diyor.