İzzet Çapa efsanesi!

"Karizmatik, komik, baştan çıkarıcı, tatlı dilli ve en önemlisi çok zeki."

İzzet Çapa efsanesi!

Babasına hayran çocuklardan mıydın? Sende nasıl izler bıraktı?
Babama hayran değil aşıktım! Nasıl bir insan olmam ve olmamam gerektiği konusunda her şeyi ondan öğrendim.

Mükemmel bir adam mıydı? 

Tabii ki değildi, ancak günahıyla sevabıyla adam gibi adamdı.

Eski Türk filmlerindeki gibi, Hulusi Kentmen tarzı zengin, şaşaalı, sosyetik, ünlü ve dikkat çeken bir aileye mensup olmanın sendeki izleri ne oldu? Şımarık bir çocuk muydun mesela ya da müsrif?

16 yaşında beni doğuran annemin ilk göz ağrısı, 46 yaşındaki babamın son evladıydım. Benim şımartılmam, mamalarımın Çapamarka pirinç unu kullanılarak yapılması kadar doğal bir durumdu bizim evde!

Ayakkabılarını hep başkasının bağladığı doğru mu mesela? Hala mı?

Kaba motor becerilerim, ayakkabı ve kravat bağlayabilecek kadar gelişmemiş maalesef. Sırf bu yüzden kravat hiç takmıyorum ama tabii ki ayakkabısız dolaşmam mümkün olmadığından, bağcıklı pabuç giydiğimde ya bağları açık bırakırım ya da yakın bir arkadaşıma, “Ölmüşlerinin ruhu için ayakkabımı bağlar mısın?” derim.

Hayatın, Türk filmi olabilecek nitelikte miydi?

Her Türk’ün hayatı bir Türk filmi olabilir. Benim hayatımdaki ‘mantıksız cümbüş’ ve kaosu düşünürsek Bollywood’da da şansımı deneyebilirim.

İstanbul’un neresinde büyüdün? Nerenin fırlamasısın? Mahallenin altını üstüne getirir miydin? Yoksa muhallebi çocuğu muydun?

Beşiktaş fırlamasıyım. ‘Çarşı’ ruhuna sahibim anlayacağın. ‘The Omen’ filmlerindeki ufaklık Damien gibi bir çocuktum. Dışarıdan baktığında dünya tatlısı ana kuzusuydum ama her haşarılığın arkasındaki görünmez güçtüm.

Karakter olarak çete üyesi mi, çete reisi mi?

Ne üyeyim ne reisim, tek başına bir çeteyim!

Bir zamanlar kendine ‘komünist’ dediğin doğru mu? Neler yapıyordun? Aktif miydin? Parkapostal giydin mi?
S...madığım ocakbaşı yoktu. 1 Mayıs gösterilerinde ben, Dev-Sol gösterilerinde ben, her köşe başında ben. Ayrıca o dönemlerde parka-postal giymeyen neredeyse yoktu. Kimi bir ideolojiyi temsil etti, kimi ‘moda’yı takip etti.

İzzet Çapa, bir sürü yeteneği olan bir adam. Bu ülkenin eğlence sektörüne, adını altın harflerle yazdırdı. Bitmez tükenmez bir yaratıcılığı var. Güzel olanı da, fosforlu kalemlerle bunun altını çizmiyor. Sanki herkes yapabilirmiş gibi davranıyor. Olağan bir şeymiş gibi. Bir de ona hiçbir şey yetmiyor, röportaj da yapıyor, televizyon programı da yapıyor. İyi de yapıyor. Adam bana da rakip oldu, her hafta çatır çatır okutuyor kendini. “Zayıflayacak, karnını six pack yapacak, dizilerde jön oynayacak” deseler, inanırım. İzzet bu, yapar. Olmadı, başkasının vücuduna kendi kafasını takar. Bir yolunu bulur. Onunla ne zaman bir araya gelsem, çok eğleniyorum.  Bizim aramızda ‘gizli bir anlaşma’ var. Bizi gebertseler, birbirimize düşüremezler. Çünkü ikimiz de, Allah’a şükür, salak değiliz. ‘Deli’ olduğumuzu biliyoruz ve sopalarımızı, en azından birbirimize karşı saklıyoruz. Bir de galiba gerçekten birbirimizi seviyoruz. Cem Talu çekti bu fotoğrafları, Gayrettepe’deki Point Otel’de. Paşa’nın ‘müstakbel karısı’ oldum. Ben ‘çirkin gelin’, o ‘cool damat.’ Güldük, 38 saat poz verdik, bol bol kahkaha attık ve dedikodu yaptık. İzzet’in bütün ekibi de oradaydı, onların bu ekip ruhuna da bayılıyorum; bu bile, bana İzzet’in ne kadar başarılı bir adam olduğunu gösteriyor, bir sürü renkli ve çok zeki adamı bir arada tutabiliyor; onlardan besleniyor, birlikte hem üretiyorlar hem de çok eğleniyorlar. Şeytan tüyü yine devrede… Hepsi İzzet’e bayılıyor. Ama öyle bir adam, ona çekiliyorsunuz, ona kapılıyorsunuz… İyi bir adam. İyi kalpli bir adam. İzzet daha bir sürü, ‘Yok artık deve! Bunu da mı yaptı’ diyeceğimiz şeye imza atacak… Ben eminim. Biz de hepsini, ağzımız açık izleyeceğiz… İzzet bu… Kim tutar onu… Gökyüzü senin… Uç İzzet, uç!

Türkiye’nin bir dönem efsane mi desem, simge mi desem, en baba markalarından ‘Çapamarka’ ailesindensin. Köklü ve tantanalı bir geçmiş insana nasıl bir zenginlik katıyor?
Köklü ve tantanalı bir geçmiş, seyahat dönüşü, havaalanına ekstra bagajla gitmek gibi bir şey. Biletin kesilirken bedelini ödüyorsun! Bir yandan da düşünüp duruyorsun “Bu kadar şey almaya gerek var mıydı?” diye...

Peki ‘Çapamarka’ olmak havalı bir şey mi?

Hem de nasıl... Korna gibiyizdir... Sıkıştırılmış hava...

En çok neyin, hangi özelliğin Çapamarka?

Soyadım Çapa, ben de bir markayım çok şükür. Al sana Çapamarka!

Genetik mirasın, daha çok annenden mi babandan mı?

Boyumun kısalığını annemden aldım. Gel istersen buna ‘genetik miras’ değil, ‘genetik borç’ diyelim. Keşke reddi miras yapma hakkım olsaydı...

Anneni anladık, babana hangi özelliğin benziyor?

Babamdan da kıvrak zekamı almışım. Baban Bedii Çapa da, kendi çapında bir efsane. Yedi kez evleniyor. Çok çapkın bir adam. 

Sen babanı takdir mi ediyorsun, yoksa Celal Abin gibi eleştiriyor musun?

Bugünlerde çok moda olan ‘kendin için yaşa’ mottosunu, babam daha o zamanlar benimsediği için, onu takdir etmemem mümkün değil. Çapkınlığına gelince, o yönde kendisi özel bir çaba sarf etmemiş, çok yakışıklıymış, kadın zoruyla Kazanova olmuş adam, hiç rahat bırakmamışlar Peder Bey’i.
Ölümüne yakın zamanlarda, hastalanınca, siz çocuklarına, “Yedi kere evlendim beş kere daha evlenmeden ölmem. Merak etmeyin!” demiş. Gerçek mi, şehir efsanesi mi?
“Düzineyi tamamlamadan hiçbir yere gitmem” demişti. Söylediği bu laflar şehir efsanesi değildi, babam bir efsaneydi sadece.

Çapa ailesi aynı zamanda kavgalarıyla da ünlü geniş bir aile. Bu durum seni nasıl etkiledi?

Bizim ne kavgamız biter ne sevdamız. Maaile, aksiyon bağımlısıyız galiba. Hiçbirimiz, söyleyeceklerimizi içimizde tutmayız. Birinin diğeriyle sorunu varsa, yalandan yere etrafa gülücükler saçıp ‘plastik ilişkiler’ yaşamak yerine, ‘organik kavgalar’ edip sonradan barışırlar. Ailemin bu tutumu bana hem dobralığı hem de hayatı çok ciddiye almamayı öğretti diyebilirim.

Üç kardeşin kişilik özellikleri ne kadar farklı. Hanginiz aristokrat, hanginiz burjuva, hanginiz sokak çocuğu?
Ahmet her zaman aristokrat bayrağını taşıdı, Celal kesinlikle süslü burjuvadır, bense ailenin kaldırım çiçeği oldum hep. Birbirimizin arasında 10’ar yıl yaş farkı var, sanırım jenerasyonlar aristokrattan sokak çocuğuna doğru inmiş.

Birbirinizi kıskanır mıydınız, pardon ne kadar kıskanırdınız?

Eskiden Celal’i acayip kıskanırdım, Celal de belli etmezdi ama Ahmet’i kıskanırdı. Anlayacağın bizim ailede kıskançlık, ağabeyden kardeşe geçen bir ‘makam’.
Meyhaneciliği meslek olarak seçmenin bir öyküsü var mı yoksa hasbelkader mi oldu?
“Meyhaneci sarhoşum bu gece, aşığım aşık çal bu gece...” İnsanlar bana bu şarkıyı ithaf etsin diye meyhaneci oldum. 

Cahide 11 senedir Cahide, Limonata desen yaz sonuna tam anlamıyla bir zincir haline geliyor, Arabesque üç senedir tam gaz ilerliyor... Her açtığın da farklı bir konsept oluyor. Yaratıcılığını mı test ediyorsun?  Yaratıcılığını kanıtlamak gibi bir derdin var mı yoksa başka bir şeyin mi peşindesin?
Millet evindeki koltukların yerini değiştirir, ben de mekanımın konseptini değiştiriyorum. Yepyeni bir dükkan açmıyorum, var olan mekanlara makyaj yapıyorum sadece.

Çok para, en azından ağabeylerinden daha çok para kazanabildin mi? Ailede havan iyi mi?

Çok para kazandım ama bütün kazandığımı yeniden işime yatırdım. Celal’in ise göbek adı ‘cukka’dır, onun havasının yanından kimsenin geçmesine imkan yok.
Sırada en sinir olduğun soru: Rahat mı battı gazeteci oldun? Hep içinde yatan aslan mıydı?
11 yaşında röportaj yapmak için Bülent Ecevit’in kapısında bekliyordum. Hep içimde olan bir tutkuyu hayata geçirebilmenin hafifliğini ve huzurunu yaşıyorum. Belki hayatımı kazandığım iş değil bu, ama hayatımı renklendiren iş olduğu kesin...
Bu kadar değişiklik peşinde koşman, bir tür kendini arama operasyonu mu?
Saklambaç oynamayı çocukken bile sevmezdim. İnsanın amacı, kendini bulmak değil, kendini yaratmak olmalı.
Boy kompleksi yaşıyor musun? Hayatında böyle bir probleme yer var mı? Varsa nasıl aşıyorsun?
Küçükken bunun kompleksini yaşıyordum. Bir gün yine suratım bir karış eve geldiğimde annem “Neyin var?” diye sordu. Bodurluk konusunu açtığımda bana, “Limon kolonyaları büyük şişelerde olur ve her yerde satılırlar. Pahalı parfümlerin ise hepsi küçük şişelerde olur, sen özel olduğun için kısasın!” deyince ben de annemin sözüne inandım ve o günden beri de inanmaya devam ediyorum.
Oray Eğin’le epey tartıştın. Cinsel yönelim konusunda rahat mısın? Konuşmaktan, tartışmaktan hoşlanmıyor musun?
Ayşeciğim, cinselliği memlekette en iyi konuşan sensin. Seninkini herkes biliyor da, ne değişiyor. Ne kadar marjinal görünsem de, yatak odaları konusunda muhafazakarım. Ne başkasınınkini merak ederim, ne kendiminkini kamuya açarım.
Niye bu kadar mütevazısın, gerçek sanmalarından korkmuyor musun? 
İnsanların beni nasıl gördüklerini önemsemeyecek kadar büyüdüm artık. İsteyen mütevazı isteyen şımarık desin. Kim olduğum insanların düşündükleriyle doğru orantılı değil çok şükür.
Malkovich ve Sharapova röportajların çok eleştirildi. Ne hissettin? Sende nasıl bir etki yarattı? Sonuç ne oldu?
O gün ağlamıştım. Bugün Sharapova’ya çok şey borçlu olduğumu düşünüp ona dua edip gülmekle kalmıyor, katıldığı turnuvalarda sonuna kadar kendisini destekliyorum. John Malkovich’e de ‘sen’ diye hitap ettim diye topa tutuldum, Türkçe’de karşıdaki tekil şahsa saygı ifadesinde kullanılan ‘siz’ zamiri İngilizce’de de var da benim haberim yok demek ki.
Bundan sonra ne olmak, ne yapmak, ne yaratmak, ne tarafa doğru savrulmak istiyorsun?
Yanlış ve doğru değil kendi yolumdan ilerleyeyim de nereye savrulursam savrulayım...
Gelelim aşka? Nasıl yaşadın ilk aşk deneyimini? Ne kadar ve nasıl iz bıraktı sende?
50 yaşında adamım, dün ne yediğimi zor hatırlıyorum, ilk aşk deneyimimi nasıl anlatayım şimdi? Hem gençken insan ıslak rüyayı bile aşk sanıyor, şimdi dönüp baktığımda, “Harbi sende kafa yokmuş İzzet” diyorum çoğu zaman...

Aşk, en ketum olduğun konulardan biri... Senin için ne kadar önemli?

Aşk, benim için sırt ağrısı gibi bir şey, röntgenlerde görünmez ama onun orada olduğunu bilirsin. Bu lafı da kim etmişti hatırlamıyorum ama beni çok iyi tanıdığı kesin.

Bir de evlendin… O, nasıl bir maceraydı?

“Bir erkek evlenmeden önce yarım kalmıştır, evlendikten sonraysa biter” diye bir laf vardır. Benimki de o hesap işte.

Annenin tepkisi ne oldu?

Sevinçten intihar etti... Şaka şaka, karalar bağladı tabii ki ve gerçekten intihar etti.

Ne kadar süre evli kaldınız?

Aşağı yukarı dört sene karşılıklı birbirimize Stockholm sendromu yaşattık. Geceleri kalkardık, ben makarna, karım da helva yapardı, oturur bir güzel onları yerdik. Dört senenin sonunda Baskül Ailesi’ne dönmüştük.

Eski eşin, şimdi ne yapıyor?

Kendisi çok meşhur bir modaevinin sahibesi.

İyi bir aşık, iyi bir koca mıydın bari?

ABD anayasasında, bir kimsenin kendi suçları konusunda şahitlik etmeme hakkı vardır. Gel istersen ABD’de olduğumuzu, benim de bu hakkımı kullandığımı farz edelim!

Okuldan atılmanı, parlak bir iş adamı olmanı gerçekten de hocan Deniz Gökçe’ye mi borçlusun? 

Evet. Deniz Gökçe’nin dersinden kalınca okuldan atıldım ve meyhaneci oldum. Yıllar sonra Deniz Hoca’yı gördüğümde “Hocam, size çok şey borçluyum. İyi ki dersinizden kalıp okuldan atılmışım, masa başında çürüyecekken meyhaneci oldum, sayenizde para kazanıyorum!” dedim zaten...

Ünlü ailenin paraları savuran hovarda çocuğu muydun, yoksa kafanın içinde baltaya sap olma fikirleri var mıydı? İş yapmak, çalışmak, para kazanmak gibi…
Aman Ayşe, ne saçma sorular soruyorsun. Dün, dünde kalmış. Yarını da düşünmüyorum. Ben anı yaşıyorum. Geçmişte ne düşündüğüm mü önemli, bugün geldiğim yer mi? Bu cevapla şımarıklığımı da tescillersin artık...