İlker Kaleli: “Kendimle savaşımı bitirdim”

İlker Kaleli, kısa zamanda çok yol katedip, mesleğinde rüştünü ispatlayanlardan. Kaleli’yle şehirden uzaklaşıp yeni projesini ‘Poyraz Karayel’i konuştuk, hayatını ve gerçeklerini sorguladık!

İlker Kaleli: “Kendimle savaşımı bitirdim”

Zor dönemlerinizde müziğe mi sarılırsınız?
Evet, müzik her zaman korudu beni. Sakladı, kimsenin görmediği, karışamadığı gizli bir yer oldu. Hala da öyle. Sadece zor zamanlarımda değil, her zaman... Sürekli kafamda bir şey çalar benim. Sabah yataktan kalktığımda kafamda bir müzikle uyanırım, gece yastığa tekrar başımı koyduğumda yine bir parça çalıyor olur. Neredeyse yayın hiç kesilmez. Yakın arkadaşlarım bilir, bazen durup dururken müziğin sesi yükselir kafamda, ya ritim tutarım ya da boşlukta elimde gitar varmış ve çalıyormuşum gibi hareketler yaparım. Dışarıdan bakınca tuhaf olabiliyor tabii. Kendimi bildim bileli böyle bu. Bütün günümü, ruh halimi, hissiyatımı da etkiliyor bu durum. Bazen ateşliyor, bazen düşündürüyor, bazen yüzümü güldürüyor.

Hakkaniyet duygusu hayatta en çok sizi nasıl zedeliyor ya da yakalıyor?
Haksızlık hangi boyutta olursa olsun, işin içinde ben bile olsam, haksızsam ve bunun bir şekilde istemeden parçası olmuşsam, orada benim bile önemim kalmaz. Haklı olup olmama meselesi değil, direkt hakkaniyet meselesi bu. Mesela Gezi Parkı olaylarında ben oyuncu İlker Kaleli olarak orada değildim, herhangi bir haksızlığın olduğu yerdeydim. Yine aynı şey olsa, yine oyuncu İlker Kaleli olarak orada olmayacağım.

Sizi ne bunalıma sürükler?
Uzun süren haksızlık.

Uzun süren haksızlığa uğradınız mı?

Tabii. Boşver ama.

Hayata bakış açınızda son yıllarda nelerin değiştiğini görüyorsunuz?
Birçok şey değişti içimde ve değişiyor hala. Güzel bir süreçteyim, daha iyi anlaşıyorum ve daha toleranslı davranıyorum kendime. Bu da sanırım artık yılların getirdiği bir nokta. Daha rahatım. Hayatı akışına bırakmaktan zevk alıyorum. Bir şeyler yolunda gitmediği zaman daha az üzüyorum kendimi. Hayat 20’li yaşlarıma göre daha kolay geliyor. Ve kendini kabul etmek, kendinle savaşmayı bırakmak güzel bir şey, gerçekten.

Zor bir sevgili imajı var sizde, öyle misiniz gerçekten?

Sevgili olduğumu kabul ettikten sonra bence iyi bir sevgiliyim. Sevgili ilişkisi içinde olduğumla ilgili tamamsam, artık iyi bir sevgiliyim gerçekten.

Niye iş o noktaya gelemiyor?
Gelebiliyor niye gelmesin? 

Ben sizin açınızdan soruyorum! Neden o noktaya ulaşmayı kabullenmek zor oluyor?
Aramdaki enerjiye bağlı, nereye kadar yürüyecek, ne kadar kuvvetli, anlaşmazlıkları ne şekilde değerlendiriyorsun, senin ona verdiğini o nasıl taşıyor, onun sana verdiğini sen nasıl taşıyorsun…Poyraz hayatta sevdiği değer verdiği her şeyi kaybetmiş ve bu dertlerle dalga geçerek hayatta kalmış. Sizin hayatta dertlerle mücadele biçiminiz ne?
Derdine göre değişiyor.

Poyraz’ın yaşadığı şeyler çok ciddi, hatta insanı tamamen dibe batırabilecek kadar ciddi…

Sanırım o boyutta ciddi şeyler olduğu zaman önce kendi içimde tüketinceye kadar yaşıyorum. Hiç umursamayacağım bir noktaya gelene kadar içimde tüketme moduna geçiyorum. O noktaya gelinceye kadar da hayatımda karşıma çıkıyorsa; mutlaka bunun bir sebebi var ve bundan alacağım şeyler var diye düşünüp, olduğundan daha büyük hale getirmeden ama hafife de almadan bana katacağı şey neyse onu yaşayarak o derdi kendi içimde demliyorum. Sonra da akışına bırakıyorum.

Az önce Poyraz’ın bir tutunamayan olduğunu söylediniz. Sizin tutunmaya çalıştığınız gerçeklik ne?
Günün sonunda ya da bir 10 yılın sonunda, geriye dönüp baktığım zaman yaptığım her şeyin iyisiyle, kötüsüyle içime sinmesi. Zamanında beni üzmüş olsa bile kendimle hesaplaştığımda ‘evet yapmak istediğim şeyleri yaptım ve yapıyorum hayatta’ diyebilmeliyim. İstediğim hayatı yaşıyorum ve bununla ilgili ne güzel ki kimseden özür dilemek zorunda değilim. Kimseye de borçlu değilim. Kendi hayatımda yarattığım her şeyi kendim yaptım. İyisiyle kötüsüyle bunun sorumluluğunu alıyorum. Geçenlerde bir yazı gördüm tam da düşündüğüm şeyi anlatıyordu; ‘10 yaşındaki halin senin şimdiki halinle gurur duyar mıydı?’ Benim gerçekliğim bu işte. Özenir miydi senin 10 yaşındaki halin bugünkü haline? Şimdiki gibi biri olmak ister miydi? Onunla gurur duyar mıydı? Arkadaş olmak ister miydi?

10 yaşınızdaki haliniz nasıl bir bakış atıyor peki size?
Minik bir gülücük atıyor, güzel bir gülücük.

Uzun süredir hayattan bekleyip de karşılığını alamadığınız bir şey var mı?
Mesleğim için konuşmayacak, hayatla ilgili konuşacak olursak; hayatta varmam gereken bir nokta, hayal ettiğim bir hedef yok. Her şey akışında. Her şeyin organik geliştiğine ve bunu manipüle etmemek gerektiğine çok inanıyorum. O yüzden de kendine hayatta çok ciddi hedefler koymak, insanı mutsuzlaştırıp agresifleştirebilen ve sonunda yoran bir süreç. Zaten senden çok büyük bir akış var. Ya direneceksin ya da direnmeyeceksin ve onun akışına kendini bırakıp eğleneceksin.

İyi bir oyuncu olduğunuz kadar iyi de bir müzisyensiniz. Bir albüm hazırlamak var mı gelecek planlarınız içinde?
Yok. Müzikle ilgili her zaman bir şeyler yapacağım çünkü hayatımın atardamarlardan bir müzik. Bazen arkadaşlarımla bazen tek başıma müzik yapmayı seviyorum. En büyük deşarj yöntemim müzik. Piyano, davul, perküsyon, gitar çalıyorum. Dört yıl profesyonel DJ’lik yaptım. Fakat albüm yapmak farklı bir mesele. Bunun için doğal bir ilham gelmesini beklemek daha doğru geliyor bana. Ben oyuncuyum ve bunları gelecekte önüme çıkabilecek bir projede, bir rol için tabii kullanabilirim. Albüm için ise farklı bir konsantrasyon ve istek olmalı içinde. Yoksa sırf bunları yapabiliyorum diye bir şey yapmak doğru gelmiyor bana.

Müzik olmasıydı dünyada ne eksik kalırdı sizin için?
Bütün tatlar kaybolurdu. Atardamarım kesilirdi. Büyük ihtimalle bugünleri göremez, ölürdüm daha genç yaşta.


İlker Kaleli’yi nasıl bilirsiniz? Yetenekli, çok iyi oyuncu, cool, biraz asi, zor! Onu tanımadan önce kafamdaki imaj buydu! Niye, neden, nasıl bilmiyorum. Belki önceki röportajlarından belki magazin basınında gördüklerimden belki de bugüne kadar oynadığı rollerden. Kilyos’ta buluştuğumuzdaysa bu saydığım özelliklerine çok daha fazlası eklendi. Rahat bir adam o! Hayatı, koşulları zorlamayan cinsten. Özgüveni çok yüksek. Evet, zor. Keskin kuralları var. Eğer bu keskin kuralları boş yere, altını doldurmadan kırmak için çabalamaz ve onun güvenini kazanırsanız çok kolay bir adam! Ne istediğini biliyor, neyin kendine, hayattaki duruşuna yakışmayacağını da. Hayatla ilgili başka dertleri var. Kendini, dünyayı affetmiş, zorlamaktan vazgeçmiş. Hayatın akışında mutlu olmayı öğrenmiş. Yaşadığı her şeyi yanına kar saymış; “Hayat 20’li yaşlarıma göre daha kolay geliyor” diyor. O da çoğumuz gibi ilk gençlik yıllarını pek parlak geçiremeyenlerden. Boşanmış bir anne-babanın çocuğu. Fakat ilk gençlik yıllarında yaşadığı travmaları karşısına almaktan vazgeçip, yanına almayı başarabilmiş ve bugün olduğu adam olmasını sağladıkları için de hepsini sahiplenmiş. Özel hayatıyla ilgili kesinlikle konuşmuyor, soruları yanıtlamıyor. Hayatında biri var mı yok mu bilmiyorum ama ‘sende biraz zor sevgili imajı var’ diyorum. Sevgilisi olduğunu kabul ettikten sonra çok iyi bir sevgili olduğunu fakat zorluğun o aşamayı kabul etmek olduğunu söylüyor… Çekimden önce konsepte karar verirken menajerinden gelen bir telefon da beni epey şaşırtmıştı. Kesinlikle mavi renk giymediğini söyledi. Nasıl yani bir insan nasıl şiddetle bir rengi giymeyi asla kabul etmez! Paranoya yaptım. Sordum, anlattı. Değişik bir adam o ama değişik olmak için rol kesenlerden değil. Doğası bu, olduğu gibi… Artık o anlatsın.

Nasıl ikna ettiler sizi Poyraz Karayel olmaya?
Hem senaryoyu hem hikayeyi çok sevdim. En çok da karakterin çok boyutlu ve renkli oluşu beni cezbetti. Dizinin kendi hikayesi de bugünlerde çok izlemeye alıştığımız tema dizilerine benzemiyor. Çok boyutlu, renkli, aynı bölüm içinde hem dram hem esprili sahneler var. Ne zaman güldüreceği belli olmuyor. Ne zaman ağlatacağı da… Okurken de çok zevk verdi diyebilirim. Karakteri de başrol klişelerinden uzak; karizmatik olayım, derin derin bakayım, sesimi pesten kullanayım gibi şeylere çok girmeyip, gerçek, yaşayan, yeri geldiğinde korkan, ağlayan, güçsüzlüğünü ortaya koymaktan çekinmeyen bir karakter olarak yorumlamam, bana oynayacak alan vermesi çok önemliydi. O anlamda gerçek bir anti kahraman hikayesi ki bence dünya sineması da uzun zamandır o yönde hareket ediyor.

Bugüne kadar oynadığınız rollerden de epey farklı.

Poyraz çok güzel bir tutunamayan. Bir şehir insanı olarak çok şey anlatıyor bize. Hepimizin bir şeylere tutunmaya çalıştığı, gerçeklik aradığı, neyin iyi veya kötü olduğunu bilmeden anlamsızca sürüklendiğimiz şehir hayatı içinde, Poyraz karakteri tüm bunları çok güzel özetliyor. Bu beni çok etkiledi ve hoşuma gitti açıkçası. Aynı zamanda esnek de bir karakter. Köşeleri ve çizgileri çok belli bir karakter oynayabilir ve bunu kendin de kırabilirsin ama Poyraz o kadar esnek ki nereye çekersen oraya gidebilecek bir kumaşı var. Bu da çok potansiyel barındırdığı anlamına geliyor, oynarken bana zevk veriyor. Oynadığım her rolde aradığım cevap ‘insan tarafı neresinde bu karakterin?’ oluyor. O zaten çok gözler önünde. Çok insan, çok duygusal. Seyirciyi onun gibi olmaya özendiren değil, kendisini içinde bulabileceği, mesafeli hissetmeyeceği, bu topraklarda doğup büyüyen herkesin yaşadığı çaresizliklerin, kalakalmaların, haksızlıkların, çabaların ve hayata hep bir şekilde tutunmaya çalışmanın çok güzel ve eğlenceli bir özeti.

Peki, ‘Poyraz Karayel’in ilk bölümünü izledikten sonra oynarken hayal ettiğiniz şeyle ekranda izlediğiniz bölüm birbirini tuttu mu?
Yer yer çok yakaladığı anlar da var, yer yer farklı düşünmüştüm dediğim sahneler de var, ki güzel bir şey bu. O noktada senaristin ve yönetmenin de bir hayal dünyası var. Oyuncu da başka bir şey kurabiliyor kafasında. Bence hakikaten güzel olan bu. İşin üretme kısmında güzel alışverişler başlıyor. Zaten sevdiğim kısmı üretme kısmı. İş izlemeye geldiğinde biraz mesafeli duruyorum.

İzleyemez misiniz kendinizi?
Yok, çok sevmiyorum. Onu şöyle yapsaydım, bunu böyle yapsaydım demenin sonu yok. İnsana biraz azap veren bir süreç. Kaçırdığın şeyleri görüyorsun başka bir yerden kursaymışım nasıl olurdu diye düşünüp duruyorsun. O yüzden en çok eğlendiğim kısmı üretim, tüketim değil.