Sizin ilişkiniz hangisi?

Birbirini tamamlayan, paralel, bağımsız, geleneksel ya da yapışık... Peki, sizin ilişkiniz hangi gruba giriyor?

Sizin ilişkiniz hangisi?

Yazı: Ayşegül Uyanık Örnekal/ Formsanté

Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2012 yılı verilerine göre evli kişilerin yüzde 63,9’u kendini mutlu hissediyor. Bu oran bekarlarda ise yüzde 52,9 olarak belirtiliyor. O halde evliliğin insana iyi gelen bir şey olduğunu söyleyebilir miyiz? Aslında evlilikten çok, evlenilen kişi ilişki açısından büyük önem taşıyor. Anlayışlı, sevecen, aşık, duyarlı bir eş herkesin hayaliyken Avrupa çapında yapılan en kapsamlı kadın-erkek araştırması aslında durumun hiç de sanıldığı gibi olmadığını gösteriyor. Nikah defteriyle sınırlı evlilikler olabildiği gibi, gözü eşinden başkasını görmeyen mutlu çiftler de var. İyi ama bunun arası yok mu? Peki evlilik kararı nasıl alınıyor? İnsanlar birlikte yaşayarak da ilişkiden aynı tadı alamıyor mu? Ya da kimlerin toplum sağlığı açısından asla bir araya gelmemesi gerekiyor? Evlilik ve evli çiftlere dair tüm soruların cevabını Uzman Klinik Psikolog Merve Özen’den öğrendik. 

BAMBAŞKA ÇEVRELERDE BÜYÜYÜP, YAŞADIKTAN SONRA BİR ARAYA GELEN İKİ KİŞİ AYNI HAYATI PAYLAŞMAK İÇİN EVLENMEYE KARAR VERİYOR. BU DENLİ ÖNEMLİ BIR KARAR NASIL ALINIYOR? 
Öncelikle bir ilişki kuruyor ve karşınızdaki kişiyle ortak anlamlar oluşturuyorsunuz. Her ilişkinin kendine özel bir kültürü var. İlişki kültüründe karşınızdaki kişinin bakışından, dokunuşundan, sözünden etkileniyorsunuz. Beraber yaşamak ve paylaşımlarınızı artırmak istiyorsunuz. Çünkü ortak anlamlarınız çoğalıyor ve o artık başkalarından farklı hale geliyor. Yaşamınızdaki kişiler aileniz, arkadaşlarınız ve sevgiliniz olarak ayrılıyor. Daha sonra onu hayatınıza dahil etmek istiyorsunuz. Bunun ilk adımı da evlilik oluyor. Böylece aile kuruluyor ve sonrasında devreye çocuklar giriyor. 

ORTAK BİR EVİ PAYLAŞIRKEN YAŞANILAN İLİŞKİDE DE KİŞİ AYNI DUYGULARI HİSSETMIYOR MU? NİKAH KIYILMASI MUTLAKA GEREKLI Mİ? 
Aslında bu göreceli bir kavram. Şu an sokaktan geçen 100 kişiye sorsanız her biri farklı cevaplar verebilir. Sonuçta herkes evliliğe bambaşka açılardan bakıyor. Evliliğe saygı duyanlar olduğu gibi, olmasa da olur, imzaya hiç gerek yok diyenler de var. Burada biraz da insanların karşı taraftan beklentileri önem taşıyor. İmza onlar için bağlılığı mı temsil ediyor? Evlilik cüzdanı eşi evde tutan bir unsur mu? Yoksa gerçekten bu insan istediği için mi onunla birlikte? Önemli olan bu soruların cevapları... 

Evlilik, geçmişten bugüne dek dünya evine girmek olarak adlandırılıyor. Eskiler bir kıza görücü geldiğinde “Kızım gönlün var mı, razı mısın?” diye sorardı. Neden böyle diyorlardı? Çünkü biliyoruz ki evliliklerde problemlerin yüzde 69’u çözülemezken, yüzde 31’i çözülebiliyor. İki insan evlendiğinde aslında bu yüzde 69’luk bölümün altına imza atılıyor. Peki siz bu kararı verirken yanınızda kimin olmasını istersiniz? Tabii ki sevdiğiniz, anlaşabildiğiniz bir insanın. İşte tam bu noktada eskilerin o sözü devreye giriyor. Eğer gönlü varsa her türlü koşulda onunla bir hayatı paylaşmaya evet diyerek imza atıyor. 

MAHŞERİN DÖRT ATLISINA DİKKAT!
Psikolog Merve Özen, ilişkide her şey iyi gitse de zaman zaman sorunlar yaşanabileceğini belirterek, çift terapisinde dünyaca ünlü bir isim olan Dr. John Gottman’ın “Mahşerin Dört Atlısı” olarak belirlediği unsurları şu sözlerle tanımlıyor: “Eğer ilişkide bu dört durum devreye giriyorsa çöküş kaçınılmaz oluyor. Bunlar nedir derseniz; aşağılama, savunma, duvar örme, eleştiri... Bir ilişkide bu dört unsur görülmeye başlar ve şiddetlenirse boşanma ya da çiftlerin anlaşarak paralel ilişki yaşaması kaçınılmaz hale geliyor. Çünkü içinde aşağılama ve eleştirinin olduğu bir evlilik dayanılmaz bir hal alıyor.”

EVLİLİK KARARI ALMADAKİ KRİTERLER NE?

Kız çocukları genelde peri masallarıyla büyütülüyor. O masallardaki prensesler hep beyaz atlı prensini bekliyor. Bugünün beyaz atlı prensinin özellikleri ise günceli yakalıyor. Eğitimli, kültürlü, sosyoekonomik olarak iyi durumda, beyaz at yerine arabası olan, anlayışlı, karşısındaki kişiyi dinleyen biri... Fakat ideal erkeği ya da kadını oluşturduğunuz zaman onu bir kalıba sokuyorsunuz. Bu kalıptan yola çıkıldığında, arayışa geçildiğinde de kişi yalnızlaşmaya başlıyor. O değil, bu değil diyor. Böylece yalnızlık artıyor ve seçmekte zorlanıyor.

EŞ SEÇİMİNDEKİ BEKLENTİLER YAŞ GRUPLARINA GÖRE DEĞİŞİYOR MU?
Türkiye koşullarında bu farklılık gösteriyor. Batıya geldiğinizde 18-20 yaş erkenken, doğuda 20’li yaşlara girmek geç kalmanın işareti oluyor. Ergenliği atlatmış, genç kızlığa adım atmış, biraz da geleneksel aile yapısı içinde yetişmiş bir kız düşünün. Burada aile, en çok da baba tedirgin oluyor. Çünkü genç kız bir erkekle tanışacak, hayatına bir sevgili girecek. Babada “Ya onu kaybedersem” korkusu oluşuyor. Bu yüzden de kızının duygularına ket vuruyor. “Aman kızım erkeklerle konuşma, yapma, etme” diyor. Geleneksel Türk aile yapısına dahil olan ebeveynlerin belki de yüzde 60’ı bu şekilde davranıyor. Kız ise bir ilişki kurarken tedirgin oluyor. “Bir erkeği hayatıma sokacağım ama babamla nasıl tanıştıracağım?” sorusu aklını kemiriyor. Çünkü kız ayıp ve yasaklarla büyütülürken, erkek çocuklar daha özgür yetiştiriliyor. Onların “ben” değeri yükselirken, genç kızlar bastırılıyor. Ve bu genç kızdan ilerleyen yıllarda birini seçip evlenmesi isteniyor. Oysa ebeveynlerin kadife bir el gibi davranması önem taşıyor. Çocuğunu ne çok sıkması ne de gevşek bırakmaması gerekiyor. Ona her zaman “Biz senin yanındayız” mesajının verilmesi önem taşıyor. Bu sağlıklı aileler ve nesillerin yetişmesi için atılan ilk adım oluyor.

TÜRLERİNE GÖRE ÇİFTLER
İsviçre’deki Cenevre Üniversitesi’nde görevli Sosyoloji Profesörü Jean Kellerhals’ın yaptığı Avrupa’nın en kapsamlı kadın-erkek araştırmasına göre beş farklı ilişki türü bulunuyor. Psikolog Özen, Prof. Kellerhals’ın çalışmasında belirtilen çiftleri, özelliklerini ve Türk toplumundaki yansımalarını şöyle anlatıyor: 

Bağımsız çiftler
Bu gruptaki çiftlerin ayrı arkadaş grupları var. Ama onlar için ortak alan birbirlerine bir şey katabildikleri anlar... Çünkü orada karşılıklı bir etkileşim oluşuyor. İlişkiyi iki kümenin iç içe geçip, bir noktada kesiştiği bir alan olarak belirlemek gerekirse, bu ilişkinin kesişim kümesi yani ortak alanı dar, bireysel alanı geniş. Bağımsız çiftlerin görülme oranı Avrupa’da yüzde 29, başarı oranı ise yüzde 20. İncelendiği zaman bu tür ilişkilerin pek de başarılı olmadığı görülüyor. İlişki terapistleri çiftlere her zaman ortak alanı dar tutup, özel hayatınızı ihmal etmeyin önerisinde bulunuyor. Ancak bu tür ilişkide ortak alanın aslında olmadığı görülüyor. Bağımsız çiftlerin ilişkisinin bir başka özelliği de çocuğun bu ilişkide yer almaması. Çünkü bu çiftler için çocuk bağlılık anlamına geliyor. Her iki tarafın da bir gün çekip gitmek istemesi halinde çocuk ortada kalabiliyor. Öte yandan bu araştırmanın sonuçlarına göre çocuk sahibi olmak bağımsız çiftlerin evliliklerini sonlandıracak unsur olarak tanımlanıyor. 

Paralel çiftler
Günümüzde bu tür çiftlere çok fazla rastlanıyor. Özellikle erken yaşta bir nevi görücü usulü ile evlenmiş, zamanla paylaşımları azalmış çiftler bu gruba örnek olabiliyor. Kadın maddi güçlükler ya da zorluk yaşamamak nedeniyle kocaya bağımlı kalıyor. Bu tür çiftlerin görülme oranı yüzde 17 iken ilişkideki başarı oranı yüzde 40’lara düşüyor. Paralel çiftlerde kadının görevi çocuklara bakıp, ev işlerini yapmakla sınırlıyken, erkekten de maddi kazanç bekleniyor. Çiftler aynı evi paylaşsa da birbirlerinden tamamen kopmuş oluyor. Bu ilişkide aldatma çok sık görülüyor. Çünkü yatak odasında bir paylaşım ya da cinsel ilişki kalmıyor. Ev yalnızca ortak yaşam alanı haline geliyor. Kadın evliliği maddi nedenlerle sürdürüyor. Türkiye koşullarında bunlar var. Örneğin eşinin kendinden başka, birlikte olduğu bir sevgilisi olduğunu bile bile evliliğini sürdüren kadınlara şahit oluyoruz. 

Birbirini tamamlayan çiftler
Bu çiftler bir elmanın iki yarısı gibi. İdeal bir çiftte bulunması gereken tüm özelliklere sahip olan partnerler her açıdan birbirlerini tamamlıyor. Birbirlerini dinliyor, anlıyor, destekliyor, partnerlerine anlaşıldıklarını hissettiriyor. Avrupa’daki görülme oranı yüzde 24 iken, başarı oranı yüzde 100’e ulaşıyor. Her birliktelikte ilişkiyi güçlü tutan unsurlar öne çıkıyor. Birbirini tamamlayan çiftlerde de bunlar açıkça görülüyor. Yakınlık, çatışmayı yönetmek ve anlaşabilmek mutluluğun formülünü oluşturuyor. 

Yapışık çiftler
Bu çiftlerin ortak alanı diğerlerine göre çok daha geniş. Arkadaş çevreleri sınırlı, insanlardan soyutlanmış bu çift kendi içinde yaşıyor. Evde daha fazla zaman geçiriyor. Bağımlılık üst noktalara çıkıyor. Bu da 0-2 yaş arasındaki anne-çocuk ilişkisinden kaynaklanıyor. Biz kendimize nasıl davranıldığını bilmiyoruz ama ebeveynlerin yaptıkları eşe karşı davranışı etkiliyor. Annesi üzerine düşmüş, kendi başına bir şey yapmasına izin verilmemiş kişiler yetişkinlikte bu kez eşlerine sarılmaya başlıyor. “Ben sensiz yaşayamam, sana muhtacım, gitme” gibi söylemleri oluyor. Burada yapışık çift unsuru hem birbirinden ayrılamıyor hem de iç içe geçmiş durumda. Avrupa’da görülme oranı 15, başarı oranı ise yüzde 60. Çünkü partnerler birbirlerini idare ediyor. Türkiye’de oranın daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Çünkü ülkemizde anneler çocuklarına daha da düşkün. 

Geleneksel çift
Bu gruba çok aşinayız. Geleneksel çiftte, bağımsızın tam tersi bir ilişki görülüyor. Bireysel zevklerin gelişmediği geleneksel çiftlerde kadın ve erkeğin farklı rolleri var. Kadın çocukların bakımı, ev işlerini üstlenirken, erkek maddi kazanç sağlamakla yükümlü oluyor. Birbirine benziyor gibi görünse de bu ilişki yapısı paralel çiftlerden farklı. Arkadaş sayısının az olduğu geleneksel çiftler için çocuk hayatın olmazsa olmazı. Çünkü bağımsız çiftlerden farklı olarak çocuk aile kurmak için önem taşıyor. Avrupa’da görülme oranı yüzde 15-17 ama ülkemizde bu rakam çok daha fazla. Şaşırtıcı olan ise başarı oranının yüzde 80 olması.

Bağımlı çiftler sağlıksız toplumların habercisi
Uzman Klinik Psikolog Merve Özen’e, sağlıklı toplumların temellerinin atılacağı aile birliğinin doğru oluşması için, hangi çiftlerin ilişkisini evliliğe taşımasının iyi olacağını, kimlerin asla bir arada kalmaması gerektiğini sorduk. Özen, cevabı şu sözlerle verdi: “Bağımsız çiftlerin bir arada kalması çok zor. Çekip gitmeye de hazırlar. İlişkileri devam etmiyorsa gidiyorlar da... Kendi bireysel düşünceleri, hayatları var. Bağımlı çiftlerin ise yapışık ilişkiler ve hastalıklı sevgileri birbirlerini tüketebiliyor. İlişkinin başında her şey çok güzel, flört dönemi muhteşem, birbirlerine değer veriyorlar. Ama ‘Mahşerin Dört Atlısı’nın devreye girmesiyle çift çatışma yaşamaya başlıyor ve devam etmekte zorlanıyor. Bağımlı çiftler için en zor olan birbirlerinden kopamamak. Ne gidebiliyorlar ne de kalabiliyorlar. Böylece birbirlerine zarar vermeye başlıyorlar. Bu çiftlerin çocuklarını düşünün. Saplantılı bir sevgiyi çocuğuna da gösteren anne, sonraki neslin de aynı şekilde yaşamasına yol açıyor. Dolayısıyla bu grubu en tehlikeli çift olarak adlandırabiliriz. Uzlaşmayı bilmeyen çiftlerin de bir araya gelmemesi gerekiyor. Çatışmayı yönetemeyen, dozu aşmış eleştiriler karşı tarafı yıpratıyor. En ideal olansa birbirini tamamlayan çiftler. Yakınlık, arkadaşlık ve romantizmi yüksek seviyede tutan, ortak anlamlar yükleyen, birbirlerinin arka sokaklarını bilen çiftler ve bu çiftlerin sevgi içinde büyüyen çocukları sağlıklı toplumların temelini atıyor.”

AYRILIK İNTİHAR RİSKİNİ ARTIRIYOR
Yapışık çiftlerin arkadaş çevresi dar, birbirlerinden ayrı çok fazla zevkleri yok. Bu tür ilişki yaşayıp, partneri tarafından terk edilen kişiler de bu yüzden yeniden birey olmakta zorlanıyor. Çoğu zaman depresyona giren bu kişilerde intihar riski de artıyor. Bazen de ayrıldığı partnere karşı mağduru, kurban rolünü oynayabiliyor. Kendini öldürmekle tehdit ediyor. Böylece eski partnerine vicdan azabı yaşatıyor. İlişkiye dönmeli miyim, yoksa kendi hayatımı yaşamalı mıyım sorularını sormasına yol açarak, ikileme düşmesine neden oluyor.