Sessiz ve derinden

Bazı insanlar ‘ben buradayım!’ dercesine dikkat çekmekten hoşlanır, bazılarıysa hesapsız kitapsız olduğu gibi öylece belleğimizde yer edinir. Kıvanç Kasabalı’yı masmavi gözleriyle tanıdık, oyunculuğunu alkışladık ve sadakatli duruşunu her zaman takdir ettik. “Hayatı geldiği gibi kabul etmeye ve ona göre yönlendirmeye çalışıyorum” diyen oyuncunun asıl çekiciliği kendisi gibi davranabilmesinde gizli.

Sessiz ve derinden

Röportaj: Simay Engür
Fotoğraf: Canberk Üregel
Styling: Zeynep Şimşek
Saç ve Makyaj: Mehmet Tatlı Akademi
Styling Asistanları: Ece Yücesoy, Aya Farouk


Karda yürüyüp izini belli etmeyen karizmalardan Kıvanç Kasabalı. Fark ettirmeden yükselişi, mütevazılığından geliyor. Yıllandıkça daha yakışıklı ve 40’lı yaşlarının başını yaşarken her zaman olduğundan daha da başarılı. Şimdilerde onu Yasak Elma dizisinin Sinan’ı olarak izliyoruz; ters köşe yaptığı, sakin yaradılışına aykırı bir karakterle karşımızda bu kez. Kıvanç Kasabalı, içimizden biri gibi hissettirmekte başarılı; Sedef Avcı’yla olan mutlu evliliği, şatafattan uzak yaşam tarzıyla onu ünlü olmanın yerden yüksek kibriyle hayal etmek epey zor. Baba olmanın getirdiği yepyeni sorumluluklarla olgunluğunun doruğunda olan Kıvanç Kasabalı’nın derinliklerine indik.

Hayatınızın nasıl bir dönemine denk geldik?
İnsanın belli bir yaştan sonra istekleri ve hayata bakışı çok daha net oluyor ancak kendi hayatıma baktığımda çok dalgalı bir yaşantım yoktu zaten. Tabii hayatın akışıyla birlikte evlenmek ve baba olmak apayrı bir dönem getirdi hayatıma. Artık daha farklı bir pencereden bakıyorum hayata elbette.

Yasak Elma’daki Sinan, Kıvanç Kasabalı imajının çok dışında, biraz ters köşe oldu. Sizin Sinan’la aranız nasıl?
Sinan renkli bir karakter, sağ gösterip sol vurabilecek potansiyele sahip. O yüzden bana da farklı geldi ve kabul ettim. Gerçekten de ters köşe bir karakter oldu çünkü daha önce böyle bir rolde oynamamıştım. Açıkçası çok hoşuma gidiyor çünkü seyirci de farklı bir yönümü görmüş oluyor. Yasak Elma’ya başlarken ben bile bu kadar başarılı olacağını beklemiyordum. Günümüzde bir projenin tutması epey zor ve önümüzü görmek gittikçe imkansızlaşıyor. Neyse ki ben en başından beri enerjisi yüksek olan bir iş içerisindeyim ve bu da ekrana, dolayısıyla seyirciye yansıyor.

Bir karaktere hayat vermenin en heyecan verici yanı sizin açısınızdan ne?
Dizi sektörü öyle bir alan ki, gidişata göre sonradan senaristler karakteri çok değiştirebiliyor. Senaryoyu okurken karakteriniz sizi neredeyse her hafta ters köşeye yatırabiliyorsa, şaşırtıyorsa işte o haz verici oluyor. Motivasyonunuz da artıyor.

Hırslı olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Hırslı biri değilim, olayları akışına bırakmaya çalışıyorum. Sizin dışınızda gelişen birçok etken olduğu için, o hırsınız boşa gidebiliyor ve bu size sonrasında daha çok zarar verebiliyor. Anlayacağınız akışına bırakmak gerekir, hırsla bakmaktansa…

43 yılı şöyle bir gözden geçirdiğinizde, en çok neyle gurur duyuyorsunuz?
Baba olmak. 39 yaşında baba oldum ve ‘Acaba geç mi kaldık?’ diye endişe ediyorduk. Ancak şu an fark ediyorum ki tam yaşıymış! Çok erken yaşta baba olsaydım bazı şeyleri kaçırmış olacaktım belki. Şimdi kendime baktığımda görüyorum ki 43 yaşındayım ama çocukla çocuk olup onunla vakit geçirmekten aşırı keyif alan bir baba profilindeyim.

‘Asla yapmam’ dediğiniz kurallarınız var mı?
Kendime sınırlar koymuyorum. Bu sebeple kırmızı çizgilerim yok. Hayatı geldiği gibi kabul etmeye ve ona göre yönlendirmeye çalışıyorum.

Sessiz ve derinden - Resim : 1

Ailecek doğa aşığı olduğunuz her halinizden belli. Bu yoğun tempo ve kalabalıkla İstanbul’da yaşamak sizin için epey zor olmalı aslında. Neredeyse herkes ‘gitme’ üzerine plan yapıyor. Sizin var mı bu şehirden, hatta ülkeden kaçış planlarınız?
Kaçmak ya da Türkiye’yi terk etmek gibi bir düşüncemiz yok. Kafamızda, nasıl yeni bir pencere açabiliriz diye düşünüyoruz yalnızca. Lüks otel tatil anlayışını benimsemiyoruz, kendimize dönük, bizi besleyebilecek, doğaya yakın olabileceğimiz tercihler yapıyoruz. Türkiye çok güzel bir ülke ve keşfedilecek çok yer var. İstanbul’daki koşuşturmaca bizi doğaya itiyor zaten. Can’ı da öyle yetiştirmek istiyoruz. Nefes almak, bambaşka bir havaya bürünmek bize iyi geliyor.

Baba olmak sizi nasıl bir adam yaptı?
Olaylara bakış açınız ister istemez değişiyor tabii. Çocukla beraber hem kendi hayatınıza bakışınız değişiyor hem de çocuğa karşı olan sorumluluğunuz… Tabii ki bambaşka bir pencereden bakıyorsunuz hayata. Çocuktan önce bambaşka bir karakter olduğumu söyleyemem fakat çocuk gelince sorumluluğuyla beraber tabii ki daha farklı anlamlar kazanıyor hayat. Ona göre yön veriyorsunuz birçok şeye, hiçbir anı kaçırmamaya çalışıyorsunuz. Onunla beraber daha fazla vakit geçirmeye çalışıyorsunuz. ‘Ona neler katabiliriz?’ diye düşünüyoruz devamlı. Çünkü anne profili başka, baba profili başka; zaten anneyle olan ilişkisi bambaşka.

Yazar Jorge Amado; “İnsanın anayurdu çocukluğudur” demiş. Siz nasıl bir çocuktunuz, o zamanlar yaşayamadığınız, eksik bulduğunuz ve şu an Can’a fazlasıyla hissettirmek istediğiniz bir şey var mı?
Ben Can’la her vakit bulduğumda oyun oynuyorum. Lego da yapıyoruz film de izliyoruz. Çok net hatırlamasam da babamla benim o karelerim eksik, böyle olması da normaldi tabii. Esnaf bir babam var ve işten saat 9’da ancak gelirdi. Tabii o zaman çocuk olarak bir düzenim var, erken yatıyorum. Bu sebeple çok fazla paylaşımda bulunamazdık. Ben Can’la epey vakit geçirmeye çalışıyorum; zorunluluktan değil tabii, içimden geliyor.

Dürüst olalım, Can babacı mı yoksa anneci mi?
İster istemez anneci, erkek çocuk olarak. Ama bence babayla olan ilişkisi bir erkek için çok önemli. Anneyle içten gelen aşırı bir sevgi var, babayı da model olarak görüyor. Sizin her yaptığınız hareketi kaydediyor, gözlemliyor. Ona göre hal, tavır alıyor. O ilişki çok önemli. Kendi açımdan iyi bir ilişki kurduğumuzu düşünüyorum. İnşallah ona güzel bir pencereden, iyi bir yol açmış olurum.

Sizin de, ‘çocuğumu teknolojiden uzak tutuyorum’ kurallarınız var mı? Son dönemde ebeveynlerin en büyük derdi bu.
Belli bir yere kadar ama belli bir yerden sonra ister istemez teknolojiyi de görmezden gelemiyoruz. Yine de hiçbir zaman tableti verip de ‘al tableti, biz de şurada iki dakika sohbet edelim’ şeklinde bir durumumuz olmadı. Ama çağımız belli teknoloji çağı. Ne kadar uzak tutabiliriz? Okuldaki arkadaşları bir çizgi filmden bahsederken, o da geri kalamıyor tabii.

Sedef Avcı’yla her zaman örnek bir çift olarak gösteriliyorsunuz. Çift olarak bu kadar beğenilmek, örnek gösterilmek hoşunuza gidiyor mu?
Yorumları okurken tabii ki konuşuyoruz aramızda. Hoş bir duygu örnek gösteriliyor olmak. Böyle bir örnek teşkil edebiliyorsak ne mutlu bize. Bunun için ekstra bir şey yapmıyoruz, bizim için ekstrem bir durum yok; evlilik hayatı yaşıyoruz.

Sessiz ve derinden - Resim : 2

Sizce evlilik aşk tanımını değiştiren bir şey mi? Yani aşkın karşılığı ‘tutku’yken yıllar geçtikçe ‘karşılıklı güven’ gibi daha arkadaşça bir hale bürünüyor mu?
Değişmiyor desek yalan olur. Başka bir kabuğa bürünüyor. Flört dönemlerini hatırladığım zaman bambaşka bir şey var. Ta ki Can’a kadar! Yıllar içinde aşk kavramı kendini güvene bırakıyor. Güven çok önemli, hayatınızı paylaşıyorsunuz. Sevmek çok önemli… Ama bu sırf karşınızdakine karşı duyduğunuz sevgi değil, kendinizin içinde barışık bir dünya varsa bu, sevgiye de yansıyor. Aynı evin içinde sürekli berabersiniz. O dengeyi kurmak zor fakat kurulduğunda da çok keyifli. Biz o dengeyi kurabildik ve korumaya çalışıyoruz.

Keyifli bir gün tanımınız ne? Mükemmel bir günü tarif edebilir misiniz?
Güne başlangıç tarzım aynı. Çok erken kalkarım, geç de yatsam öyle. Hafta içleri Can okula gidiyor ve düzenli olarak kahvaltı soframız mutlaka kuruluyor. Hep beraber kahvaltı ediyoruz, Can’ı okula ya ben ya da eşim bırakıyor. Sonrasında kahve içiyoruz sohbet ediyoruz. Evlendiğimden beri kahvaltı ya da akşam sofrası olmadığı çok nadirdir. Bunun da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kendi aileme baktığımda da her zaman sofra kuruluyordu. İcabında babam kendi kurar, annemi uyandırırdı. O sofrayı hep görüyordum yani… Biz de biraz onu yaşatmak istiyoruz.

Uzun zamandır yapmak istediğiniz ancak bir türlü fırsat bulamadığınız şeyler var mı?
Geceleri çok çıkmıyoruz. Gece hayatını ara ara özlüyorum. Hatta dürtüklüyorum Sedef’i, hadi bir kulübe gidelim diye. Çünkü ben çıkıldığı zaman, sabah beşe kadar kalabilirim. Sedef daha sakin o yönden, hemen eve dönelim der. Biraz benim ısrarcı olmam gerekiyor. Çıkalım 20’li yaşlardaki gibi sabah 5’te dönelim isteyebiliyorum... Ama pek olmuyor. Karı-koca yurt dışına gittiğimiz zaman yapabiliyoruz bunu bazen, orada kurtlarımızı döküyoruz. Tabii burada Can’a göre yaşıyoruz yalnızca.

Oyunculuk dışında, geliştirmekte olduğunuz başka bir tutkunuz var mı?
Son altı aydır müzikle uğraşmaya başladım. DJ’lik gibi bir şey diyebiliriz. 20’li yaşlardayken bir arkadaşım DJ’lik yapıyordu ve benim de ilgim vardı biraz. Keyfi bir şey yani, kendime göre bir düzen kurdum evde; mixer ve kolonlar aldım. House, etnik house tarzda setler hazırlıyorum bir saat evde dinlenmek istediğimde.

Madem doğaya aşıksınız sizden rota rica edelim. Diyelim ki bir haftalığına yollardayız, nerelere gidelim?
Geçen sene gittik o yüzden Karadeniz diyebilirim. Hala görmeyenler varsa mutlaka gidilmeli. Ben de çok geç gördüm, neden daha önce hiç Karadeniz’e gitmedim diye düşündüm hatta. Geçen yıl Rize’ye gittik, bu yıl da Artvin taraflarına gideceğiz. Köy köy geziyoruz, inanılmaz bir doğa var.

Eğlenmek için neler yapıyorsunuz?
Evde sakin ve baş başa kalabildiğimiz zaman film izliyoruz. Onun dışında arkadaşlarımız gelip gidiyor. Kendimizce bir eğlence ortamı yaratıyoruz. Sakin kalıp eş dostla vakit geçirmekten keyif alıyoruz biz.

Bir şansınız olsa, 20 yaşındaki halinize ne söylemek isterdiniz?
Hırslı değilim dedim ya, biraz daha hırslı olabilirmişim, hedeflerim olabilirdi. Örneğin üniversite döneminde, dersler açısından. Ama o zamanlar hırslı olsaydım, böyle bir kapı açılmayacaktı bu kez de önümde ve bambaşka bir yoldan yürüyecektim belki de. Bir yandan, şu anki durumumdan da memnunum.