Harikasın! Muhteşemsin! Aferin!

Çocukluk döneminde alamadığımız ilgi, sevgi, şefkat ve onayın, bugün bizler üzerinde nasıl etkileri olduğunu, bir yetişkin olunca fark ettik.

Pınar Mermer

Pınar Mermer


Harikasın! Muhteşemsin! Aferin!

Psikoloji dünyası da son yıllarda özgüven ve benlik saygısı kavramının popülaritesinin etkisi altında kaldı. Özgüvenli çocuklarımız olsun istedik. Bizim gibi olmasınlar istedik. Psikoloji dünyası bizi şekillendiriyor, biz de o dünyayı şekillendiriyoruz ihtiyaçlarımızla.
Yetişkinler olarak fark ettik ki biz; Otorite figürüyle karşı karşıya kaldığımız zaman iki kelimeyi bir araya getiremiyoruz,
“Altta yatan değersizlik hisleri” kalıbı kimsenin kulağına yabancı gelmiyor,
Sorumluluk almaktan kaçıyor veya aşırı sorumluluk hissediyoruz, Başarabileceğimiz, yetkin olduğumuz konularda bile  yetersizlik hisleri sebebiyle adım atmaktan çekiniyoruz,
Eleştirilmekten çok korkuyoruz.
Nedenini aradık durduk bu halimizin. Gördük ki kapasitemize olan inancımız eksik.
Kapasitemiz, çocuk olduğumuz için ayaklar altına alınan gururumuzla birlikte küçüldü.
Yetişkinlerin eleştirileri, görmezden gelmeleri altında ezildik.
O zaman bizim çocuklarımız bizim gibi olmasın demekte haksız değiliz.
Peki nasıl? Bizim, yaptığımız resmi hevesle gösterdiğimizde bize bakmayan veya bizi geçiştiren ebeveynlerimiz vardı.
Biz, “Harika olmuş! Muhteşem! Mükemmel bir resim! Sen benim küçük ressamımsın” diyerek çocuklarımızı motive edersek, ne kadar değerli olduklarını hissetmekle kalmayacak, daha çok resim yapmak için bizim desteğimizi almış olacaklar diye düşündük.

İlk övgü, performansa yönelik şişirilmiş övgü (mükemmel bir resim), ikinci övgü ise insani özelliklere yönelik aşırı övgü (sen benim küçük ressamımsın).

Aşırı ve şişirilmiş övgü. Yaptığımız bu. Yani eleştiriden, aşağılamadan, ihmal gibi bir uçtan kaçmak için diğer uca gittik.

Kırılıp dökülmüş benlik saygımızı tamir edelim derken, çocuklarımızın aşırı şişkin egosuyla karşı karşıya kaldık. Hele ki “Diğer çocuklar yapamıyor, bak sen nasıl güzel çizmişsin” gibi diğerlerini aşağılayan ve çocuğumuzu öne çıkaran cümlelerimiz varsa… Bir minik narsistik yetiştirdiğimizden şüphemiz olmasın.
Elbette çocuk yetiştirirken, “Böyle derseniz şöyle olur” şeklinde formüllerimiz yoktur.
Örneğin, mizaç olarak narsistik olmaya bir parça daha yatkın çocuklar olabilir. Ebeveynlerden birinin narsistik özellikler taşıması, çocuğumuzun bu özellikleri edinmesinde etkili olabilir.

Ancak yine de doğru ebeveynlikle önüne geçebileceğimiz bir durum olduğunu düşünüyorum.
Bunu okumak hoşunuza gitmeyebilir. Çocuğuna “Süpersin” demeyi ağız alışkanlığı haline getirmiş, bu sözcükler her dilinin ucuna geldiğinde kendini tutmaya çalışan bir anne olarak, inanın benim de hoşuma gitmiyor.

Ha bu arada,“Çocuklarımız çok şımarık. Bugünün çocukları vicdansız. Ne kadar da cahiller. Agresifler. Sadece kendilerini düşünüyorlar” gibi yorumları haksız ve acımasız buluyorum.
Farkında mısınız? Son zamanlarda gazetelerde, televizyonlarda bugünün çocukları hakkında ne kadar çok yorum yapılıyor?

Bazen diyorum ki acaba o yorumlar ebeveynler hakkında yapılsa bu haberler okunur mu? Örneğin ebeveynlerin çocuklarından ne kadar yüksek beklentileri olduğunu konuşsak? Tanıştığım neredeyse her ebeveynin, “Önemli olan mutlu olması. Yarış atı olmasını istemiyorum” dediğini ancak en ufak bir akademik başarısızlık söz konusu olduğunda söylediğinin tam tersi davranışlar içine girdiğini söylesem size?

Çocukların çocuk olmasına izin vermediğimizi, oyun zamanlarından çalıp onları aktiviteden aktiviteye sürüklerken öfke patlamaları yaşadıklarında veya aşırı hareketlendiklerinde onları hiperaktif, sorunlu, agresif, tembel olarak etiketlediğimizi söylesem, bir ayna tutmuş olur muyum bize?
Bir yandan deneyim yaşamalarını engelleyip bir yandan da aşırı övgü vererek onların kafasını nasıl da karıştırıyoruz, farkında mısınız?

Çocuklarımıza iyilik yapayım derken, onların azmetme, mücadele etme, düşünce tekrar ayağa kalkabilme, bir hedef seçip plan yaparak o hedefe ulaşma, yaratıcılık, olumsuz duygularla baş edebilme gibi özelliklerini ellerinden alıyoruz. Nasıl mı?

Şöyle düşünün… Çocuğunuzun attığı bir adım için öyle tezahürat yapıyorsunuz ki çocuğunuz yürümenin doğal bir süreç olduğunu düşünmüyor. Hatta yüksek tezahürattan korkup yürümeyi bırakan çocuklar var.

Aynı şey, ihtiyacı olan arkadaşına fazla kalemini veren bir çocuk için de geçerli. Onun bu davranışını sanki doğal süreçte olması gereken bir davranış değilmiş gibi yüceltiriz.
Bir örnek daha vereyim. Yatağını toplayan çocuğa sticker vermek. Zaten yatak toplamak çocuğun görev tanımı içinde yer almıyor mu? Almıyorsa neden?

Kaç yaşında öğrenmeli kendi hayatının, kendi düzeninin sorumluluğunu almayı? 13, 15, 18? İnanın o yaşlar çok geç bu tür bir alışkanlığın gelişmesi için. Ne kadar erken, o kadar iyi.

Çocuklarımızın hayatının sorumluluğunu almasına izin vermeyerek hayat üzerindeki kontrol hislerinin kaybolmasına neden oluyoruz. Asıl özgüven kırıcı olan budur. Başaramayacağına inanır çünkü her zaman ondan daha iyi yapan birileri vardır ve denemesine asla izin verilmemiştir.

Çantasını hazırlayan bir annesi, ödevlerini yapan bir babası varken, neden sorumluluk alsın ki?
Oysa sorumluluk almak ve sorumluluğu yerine getirdiği zamanki haz duygusu, çocuğun gelişimindeki önemli yapı taşlarındandır.

Eğitimlerimde sık sık bahsettiğim ünlü bir araştırma var. Çocuklar iki gruba ayrılıyor ve resim yapmaları isteniyor. Birinci grup resmini bitirince onlara şeker veriliyor, ikinci gruba ise hiçbir şey. İlk gruptaki çocuklar tekrar resim yapmaları istenince aynı resimleri tekrarlarken –şeker alabilmek için-, ikinci grup daha yaratıcı.

Övgünün, ödülün çocukların yaratıcılığına verdiği zarar konusunda çarpıcı bir örnek değil mi?
Bugün 8-12 yaş grubu çocuklarla ilgili en zorlandığım şey nedir biliyor musunuz? Başarısızlığa tahammül edemiyor, çabuk pes ediyor, övgü, ödül gibi dış motivasyonlar olmadan performans gösteremiyor ve en üzücü olan da bir şeyi bilmedikleri halde bildiklerini iddia ediyor, başarının çalışmadan gelebileceğine inanıyorlar.

Bu özgüven değil ki…Tam aksi, ne kadar da kırılgan bir benlik algısı… Başarısızlığı bir yıkım olarak yaşıyor. Özgüveni, benlik saygısı yüksek bir çocuk başarısızlıktan korkmaz ve mücadele azmi taşır.
Hani nerede o azim? Ama biz tam tersini yapmaya çalışıyorduk. Başarabileceklerine dair inançlarını arttırmaktı niyetimiz. Neden olmadı?

Sahi sevgili okuyucu?
Neden olmadı?